Solcu Kıbrıslı Türklere Saldırı

Solcu Kıbrıslı Türklere Saldırı

 

Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy


Kıbrıs Türk toplumu -bazı münferit olayları saymazsak-tarihinde ilk defa 22 Mayıs 1958 tarihinde siyasal şiddetle tanıştı. “Komünist” ilan edilen sendikacılar peşi sıra vuruldu, bıçaklandı. Toplum siyasal şiddet ile sarsıldı. Öldürülenler “komünist vatan haini” sayılıyordu. Fakat aşağıda da göreceğimiz gibi, “asıl suçları” iki toplumun barış içinde bir arada yaşamasını savunmaları ve Taksime karşı çıkmalarıydı.

TMT’nin EOKA gibi anti-komünist bir örgüt olduğu biliniyor. Hatta iki örgüt arasında kimin daha “anti-komünist görüneceği” konusunda bir yarışın olduğu bile söylenebilir. EOKA’nın “komünist avcılığı” yapması görece daha kolaydı. Ne de olmasa, Kıbrıs Rum toplumu dünyanın en büyük komünist partilerinden birine (AKEL) sahipti ve EOKA’nın başında Grivas gibi azılı bir anti-komünist vardı. Oysa Anti-komünist eğilimleri bakımından Grivas’tan geri kalmayan Kıbrıs Türk liderliği ile TMT’nin öfkesine hedef olabilecek ne sol bir parti, ne de bir hareket vardı. Böyle olduğu halde, EOKA’nın Kıbrıslı Rum solculara saldırdığı bir dönemde TMT de Kıbrıs Rum sendikalarında örgütlü Kıbrıslı Türk işçilere ve solcu sendikacılara karşı amansız bir saldırıya geçti.

1958 yılına “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganlarıyla giren TMT, iki toplumun bir arada yaşayamayacağını ileri sürüyor ve adanın bölünmesini savunuyordu. Kıbrıslı Türk işçi önderleri ve sendikacılar Taksim fikrine karşı çıkıyorlardı. AKEL içinde faaliyet gösteren çok az sayıdaki Kıbrıslı Türk, 1957 yılının sonunda Taksimin imkânlarını araştırmak üzere Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından Kıbrıs’a gönderilen Prof. Nihat Erim’e bir mektup vererek Taksime karşı olduklarını cesaretle ortaya koydular. Derviş Ali Kavazoğlu tarafından kaleme alınan ve “AKEL Türk Kolu İdaresi” imzasını taşıyan mektupta şöyle deniyordu: “Ayrılmaz bir bütün olan Kıbrıs halkı, Türkler ve Rumlar bu topraklarda yüzyıllarca birlikte yaşamışlar ve yaşamaktadırlar. Tarlalarda toprağı beraberce sürmüşler, işyerlerinde tezgâhlarda yan yana kardeşçe çalışmışlar, şehirlerde ve köylerde kucak kucağa yan yana kardeşçe çalışmışlar, şehirlerde ve köylerde kucak kucağa yan yana beraberce ikamet etmişler iyi günlerde beraberce gülerek, kötü günlerde beraberce ıstırap çekmişler ve kader birliği yapmışlardır”.(1)  Mektup şu sözlerle noktalanıyordu: “Son zamanlarda parlamentoda Britanya Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılan adayı taksim etme fikri, Kıbrıs meselesinin nihai hal şekli olamayacağı gibi, kabili tatbik de değildir.” (2)

Görülebileceği gibi, solcular Taksim fikrine karşı çıkıyor ve iki toplumun barış içinde bir arada yaşayabileceğini savunuyorlardı. Kıbrıs Türk liderliğinin Kıbrıslı Rumlarla bütün bağların koparılmasını istediği bir dönemde, solcu Kıbrıslı Türklerin tersi bir yaklaşım içinde olmaları bütün şimşekleri üzerlerine çekmelerine yetti.

TMT, 1958 1 Mayıs’ından sonra işçileri doğrudan hedef almaya başladı. İşçiler önce uyarıldı. TMT, yayınladığı bir bildiriyle 1 Mayıs kutlamalarına Kıbrıslı Rumlarla birlikte katılan PEO üyesi Kıbrıslı Türkleri PEO sendikasından istifa etmeye çağırdı. Bu çağrıyı siyasi cinayetler izledi. Cinayetlerin işlendiği tarih ve ortama bakılırsa, Türk tarafının hazırlanmakta olan yeni İngiliz planına (Macmillan Planı) karşı olduğunu ve Taksim tezinde ısrar ettiğini göstermek istediği sonucuna varabiliriz. Taksim fikrinin “iki toplumun bir arada yaşayamayacağı” tezine dayandırıldığını düşünürsek, Kıbrıslı Rumlarla ilişkileri olan işçi önderlerinin neden hedef seçildiğini daha iyi anlayabiliriz.

22 Mayıs 1958 tarihinde başlayan saldırı ve cinayetlerin nasıl bir ortamda gerçekleştiğini daha iyi kavramak için, Mayıs ayı boyunca Kıbrıs Sorunu etrafında yaşanan gelişmelere daha yakından bakmakta yarar var.

Taksim tezi, İngiltere’nin itirazı ve Türk-İngiliz ilişkilerinde derinleşen çatlak

6 Mayıs 1958 tarihinde NATO toplantısı vesilesiyle Kopenhag’da Türk dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile İngiliz dışişleri bakanı Selwyn Llyod arasında son derece önemli bir toplantı gerçekleşti. Lloyd, söze son dönemlerde Türkiye’nin verdiği mesajların hiç de “dostça” olmadığını belirterek başladı ve yaptığı temaslarda Türkiye’nin adada bir üs karşılığında Taksimden vazgeçip vazgeçmeyeceğini anlamaya çalıştığını ve Türkiye’nin buna kesinlikle karşı çıktığını gördüğünü söyledi. İngiliz bakan, “Kıbrıs’ta Türk nüfusun iç savaş başlatabileceğini”, bunun da anavatanlara ve Avrupa’ya yansıyabileceğini, bu yüzden de bir uzlaşmaya varılmasının son derece önemli olduğunu belirterek, muhatabı Fatin Rüştü Zorlu’ya net olarak şunları söyledi: “Taksim kabul edilebilir bir çözüm değildir. Bu yüzden de ancak dayatılabilir. Britanya Parlamentosunda Taksimi destekleyecek bir çoğunluk yoktur. Taksim, Enosis gibi ancak dayatılabilen bir çözüm olabilir. (...) Bulunacak herhangi bir çözümde Kıbrıslı Türklerin çıkarları ile Türkiye’nin güvenliği ve stratejik çıkarları korunacaktır.”(3)

Lloyd, Türk tarafına açık açık “Taksim olmaz” diyordu. Zorlu, Lloyd’un bu görüşlerine karşı “Türk hükümeti Taksim tezinden asla vazgeçmeyecek ama bazı şartların yerine getirilmesi durumunda bunu erteleyebileceğini” söyleyerek şartlarını sıralıyordu. Zorlu’ya göre, “bulunacak özyönetim sisteminin Kıbrıslı Rumlara üstünlük sağlayan ve onlara adayı yönetme imkânı veren bir çözümün olmaması ve Türkiye’ye, adada gelecekteki konumunu garanti altına alması için bir üs verilmesi” gerekiyordu. Zorlu, Türk hükümetinin üs karşılığında Taksimden vazgeçmeyi “asla” kabul etmeyeceğini, Türkiye’nin Kıbrıs’ta çıkarlarının “Kıbrıslı Türklerin emniyeti” ve “anavatanın güvenliği” olarak ikiye ayrıldığını, bu çıkarların sadece Taksim sayesinde korunabileceğini iddia ediyordu. Zorlu, Türkiye’ye verilecek üssün “ancak Taksimin güvencesi olarak kabul edilebileceğini” ileri sürüyordu. Türk dışişleri bakanı, Türkiye’nin onayı olmadan çözüm bulunmasının mümkün olamayacağını, Türkiye’nin 120 bin Kıbrıslı Türk’ün sayesinde hâlihazırda Kıbrıs’ta bulunduğunun altını çiziyordu. Zorlu, Türk hükümetinin geçmişte Büyük Britanya’nın adada kalmasını talep ettiğini, şimdi ise Büyük Britanya’nın adada kalacağından emin olmadığını belirtti. İngiliz hükümetinin özyönetim uygulama çabalarının Türk-İngiliz ilişkilerine zarar verdiğini ileri süren Zorlu, Türkiye’nin Kıbrıs Rum idaresi altında yaşamak istemeyen Kıbrıslı Türkler için güvenlik talep ettiğini iddia ediyordu. Zorlu, Türkiye için Taksimin bir “gereklilik” olduğunu ileri sürüyordu. Zorlu, İngiliz hükümetinin Taksimi kabul edip etmediğini soruyor ve İngiliz hükümetinin Taksimi kabul etmediği takdirde “her şeyin olabileceğini” söylüyordu. Lloyd, Zorlu’dan “her şey olabilir” derken neyi kastettiğine açıklık getirmesini isteyince, Zorlu, “tehdit savurmak niyetinde olmadığını” ve Büyük Britanya hükümetinin Taksimi kabul etmemesi durumunda çözüm olup olmayacağını göreceklerini kastettiğini ileri sürdü. Llyod, durumun kendisi için yeteri kadar açıklık ve netlik kazanmadığını, Türk hükümetinin üs karşılığında Taksimden vazgeçme önerisinde “hiç bir çekicilik görmediğini”, Zorlu’nun söylediklerinin de bunu doğruladığını belirtti.(4)

Zorlu ile Lloyd arasında Kopenhag’da gerçekleştirilen bu görüşme, Türk-İngiliz ilişkilerinde çatlağın derinleştiğini gösteriyordu. İngiltere açıkça Türk hükümetinden bir üs karşılığında Taksimden vazgeçerek özyönetime dayalı yeni İngiliz planını kabul etmesini talep ediyordu. Zorlu ise Türkiye’nin Taksimden asla vazgeçmeyeceğini belirtiyor ve “her şey olabilir” diyerek üstü kapalı tehditlerde bulunuyordu.

Llyod, görüşmeden sonra Türk tarafının tavrı konusunda ABD delegasyonunu bilgilendirirken, kendisinin her zaman Taksime karşı olduğunu belirterek şöyle diyecekti: “Türkler adada bir üs karşılığında Taksimden vazgeçmeye tamamen kapalıdır. Zorlu bu konuyu konuşmayı bile kabul etmiyor.”(5) İngiliz dışişleri bakanı, gelinen aşamada Yunanlıların Türklerin niyetlerinden korkmaya başladıklarını, ayrıca, Türklerin şimdi İngilizler için de “çok kötü şeyler” söylediklerini belirtiyordu.(6) Gerçekten de Türk tarafı İngilizlere karşı büyük bir öfke içindeydi. Büyük Britanya’nın hazırlamakta olduğu yeni Kıbrıs planında Taksim tezine yer verilmeyeceği açıktı. Bu durum, Kıbrıs Sorununu iç politika malzemesi haline getiren Türk hükümetini saldırganlaştırıyordu.

Bu gelişmeler yaşanırken, TMT 19 Mayıs 1958 tarihinde kaleme aldığı ve 20 Mayıs’ta dağıttığı bir bildiride özerklik ilan edilmesi “toplu eylem ve isyanın başlangıç anı” olacağından söz ediyordu.(7)

21 Mayıs 1958 tarihinde Dr. Küçük ve Rauf Denktaş ile bir araya gelen Vali Foot, iki lidere yeni İngiliz planı konusunda bazı ipuçları verdi. Özerkliğe dayalı bir planla karşı karşıya olduklarını anlayan liderler, “Türkiye’nin politikasının Taksim olduğunu ve bunun dışına çıkılamayacağını” söylüyordu.(8) Dr. Küçük ile Denktaş ertesi gün, yani 22 Mayıs 1958 tarihinde, istişarelerde bulunmak üzere Ankara’ya hareket ettiler. İşte, silahların solcu Kıbrıslı Türklere çevrilmesi o güne denk gelecekti.

1958’deki saldırılar

Önce PEO Türk Bürosu başkanı Ahmed Sadi Erkurt kurşunlandı. 22 Mayıs 1958'de silahlı saldırıya uğrayan Erkurt, saldırıdan yaralı olarak kurtuldu. Halkın Sesi gazetesi haberi şöyle duyurdu: “Küçük Kaymaklıda Vurma Hadisesi: Dün sabahleyin saat 7.30 sularında karısı ile beraber evinin önünde taksi beklemekte olan Ahmet Sadi Erkurt isimli bir şahıs bazı meçhul şahıslar tarafından tecavüze uğramıştır. Silahlı oldukları bildirilen meçhul şahıslar, ellerindeki tabancalarla Ahmet Sadi’yi ve karısı Leman Sadi’yi vurarak yaralamışlardır. Hadise Küçük Kaymaklıda Rum kilisesi civarında vukua gelmiştir. 1 Mayıs günü Rumlarla beraber birkaç satılmışın yaptıkları yürüyüş ile ilgisi olduğu söylenilen Ahmet Sadi, azılı komünistlerden olup, Rum solcu sendikasının elebaşlarındandır. Resmi olarak verilen haberlerde olayın siyasi mahiyet taşıdığı ve tecavüz hareketinin Türkler tarafından yapıldığı iddia edilmektedir.”(9)  Bozkurt gazetesi de “Solcu İşçi Birliklerinde çalışmakta olan Ahmet Sadi Erkurt ile karısı Leman meçhul şahıslar tarafından vurularak yaralanmıştır” diye yazıyordu. Gazete, Erkurt’un “komünistliğine” dikkat çekmek amacıyla haberini şöyle sürdürüyordu: “haber Rum komünist çevrelerde işitilir işitilmez işçiler greve inmişler ve Solcu Sendikalar Birliğinde toplanmışlardır”.(10)

24 Mayıs’ta İnkılâpçı gazetesinin yazı işleri müdürü Fazıl Önder öldürüldü. Halkın Sesi gazetesi vurulma olayını şöyle haberleştirmişti: “Dün sabahleyin saat 10.45 raddelerinde Lefkoşada Selimiye Camii civarında bir vurma hadisesi olmuş ve neticede 32 yaşında Fazıl Önder isimli bir şahıs öldürülmüştür. Hadise şu şekilde cereyan etmiştir: Bazı meçhul şahıslar ellerinde 38.lik bir tabanca olduğu halde dört el ateş açmışlar fakat isabet kaydedememişlerdir. Tam da bu sırada başka bir meçhul şahıs onu bıçakla yaralamış ve ölümüne sebep olmuştur. Hadise Müftü Asım efendi ile Ayasofya sokakları kavşağında olmuştur. Küçük Kaymaklılı olan Fazıl bir komünist uşağı olmakla tanınmıştı.”(11) Bozkurt gazetesi de Fazıl Önder’in “solculuğu ile tanındığını” belirttikten sonra, Önder’in uyarıldığını fakat bu uyarılara aldırmadığını yazıyordu: “Fazıl Önder, şehrimizde solculuğu ile tanınmıştı. Bundan bir hafta evvel cemaat aleyhine olan hareketlerinden vazgeçmesi için kendisine ihtar yapılmış ve bir açıklamada bulunması istenmiştir. Fazıl Önder böyle bir açıklamada bulunmayacağını ve idealinden fedakârlık yapmayacağını söylemiştir.”(12)

Bu cinayetlerden TMT’nin sorumlu tutulması karşısında Dr. Küçük TMT’nin “katiller yuvası” olmadığını, “insan hak ve hürriyetlerini koruyan bir topluluk” olduğunu ileri sürüyordu.(13) TMT’nin vurucu timlerinde görev yapan Mehmetali Tremeşeli de solcu işçileri “fanatik unsurlar öldürüyordu ve TMT’nin böyle fanatik unsurlarla hiçbir ilgisi yoktu” diyor.(14) Rauf Denktaş ise kendisine bir mahkemede sorulan bir soru üzerine “diplomatik” bir yanıtla şunları söylüyordu: “TMT filan olayı ben yaptım demişse, TMT olayıdır. Dememişse her meçhul olan olayı da ona yüklememek lazım… Rıza Vuruşkan gelinceye kadar (1 Ağustos 1958 kast ediliyor NK) vur-kır olaylarını üstlenen insan da yoktur. (…) TMT ben bunu yaptım demediyse yapmamıştır.”(15)  Denktaş, bu görüşlerini sürekli olarak tekrarlayarak, o dönemde yaşanan şiddet olaylarından TMT’nin sorumlu olmadığını iddia ediyordu. Örneğin bir mülakatında şöyle diyordu: “TMT’yi kurduk, bildiriler yayınlanmaya başlandı. Birinci bildiride ‘Volkan lağvedildi’ dendi ama komutanlar gelinceye kadar yapılan olaylar var. Hiç TMT’nin yetkisi dâhilinde değil, bilgisi dâhilinde değil. Bizim, 3 kurucunun haberi olmayan işler oldu. Öldürmeler oldu, dükkân yakmalar oldu, bilmem ne oldu… Orada TMT yoktu.”(16)

Ne var ki, elimizdeki veriler solcu işçilerin öldürülmesini TMT’nin planladığını gösterdiği gibi, TMT’nin bu cinayetleri resmen üstlendiğini de ortaya koyuyor. Bunu bizzat TMT’nin yayınladığı bildirilerde görmek mümkündür. Örneğin, TMT 26 Mayıs 1958 tarihinde yayınladığı bir bildiriyle cinayetleri resmen üstlendi. İngiliz arşiv belgelerinde İngilizce çevirisi bulunan TMT bildirisinde “komünist vatan hainlerinin temizlenmesine devam edileceği” tehdidinde bulunuluyordu. Bildiride, TMT’nin “ölüm cezasını uygulamaya koyduğunu” ve “Kızıllara hizmet eden vatan hainlerini ölümle cezalandırdığı” yazıyordu. Aynı bildiride, milli birliği bölmeye ve zayıflatmaya çalışan herkesin “kafasına kurşun sıkılacağı” belirtiliyor ve “vatan haini komünist maşa olan Ahmet Sadi ile Fazıl Önder’in hak ettikleri cezayı buldukları” vurgulanıyordu. Onlar gibi “satılmış yoldaşlarının da cezalandırılacağı” tehdidinde bulunan TMT, adanın çeşitli bölgelerinde “komünist propagandası yapanların sonunun aynı olacağını “duyuruyordu. Gazetelere ilan vermek suretiyle PEO sendikasından istifa edenlerin ve “komünist zehirden” arınanların hayatlarının bağışlandığını ama TMT’nin bu kişileri yakın takibe aldığını ve “en küçük şüpheli davranışları görüldüğü takdirde öldürülecekleri” tehdidi tekrarlanıyordu. Vurucu timlere bu doğrultuda “hazır ol” talimatı verildiği ifade ediliyordu. TMT, “Teşkilatımız tarafından öldürülen vatan hainlerinin Türk halkının en büyük düşmanı olduğunu” ileri sürüyor ve Türk halkına çağırıda bulunarak, cinayetler veya Teşkilat konusunda kimseye bilgi verilmemesi, bu konuda konuşulmamasını talep ediyordu. Bildiride, böyle bir hareketin (konuşmanın) vatana ihanet sayılacağı özellikle vurgulanıyordu.(17)

Bu bildirinin yayınlanmasından bir gün sonra, 27 Mayıs’ta, Pırlanta Dikimevi sahibi Abdurrahman Candaş ve Mustafa Ali “komünist” oldukları için silahlı saldırıya uğradılar fakat saldırıyı yara almadan atlattılar. Halkın Sesi gazetesi, bu saldırının gerçekleştiği yerde “üzerinde EOKA kelimesi bulunan bir levha bulunmaktadır” diyerek suçu EOKA’nın üstüne atmaya çalışıyordu.(18) 29 Mayıs günü solcu Kıbrıslı Türklerden berber Ahmet Yahya uyurken öldürüldü. Ahmet Yahya bir gün önce gazeteye açıklama yaparak Kıbrıs Rum sendikaları ile bir ilişiği kalmadığını bildirdiği halde katledilmişti. Belli ki, katiller Yahya’nın ilan verdiği haberini almamışlardı. Ertesi gün, gazetelerde ölüm haberi ile Kıbrıs Rum sendikalarından istifa açıklaması yan yana yer aldı.

31 Mayıs 1958 tarihinde yayınlanan başka bir TMT bildirisinde “vurucu timlerimiz tarafından gerçek Türk olmayan bir hain daha öldürüldü” deniyordu. Gelecekte “hainlerin” öldürülmesine devam edileceği fakat şimdilik bu kişilere bir şans daha verileceği ifade ediliyordu. “Son Uyarı” alt başlığı altında 10 Hazirana kadar vurucu timlere eylemlerini durdurma emrinin verildiğini, bu on günlük süre içinde “hainler listesinde” yer alanların gerekli adımları atarak “toplumu fikir değiştirdiklerine ve bizimle birlikte olduklarına” ikna etmeleri talep ediliyordu. Kadınlara da bir çağrı yapan TMT, silah sesi duyduklarında sokağa çıkıp timlerin işlerini engellememeleri ve kurşunların Rumlar tarafından sıkıldığına iyice emin olduktan sonra sokağa çıkmaları emrediliyordu. Bildiri, “özgürlük mücadelemizi engelleyen herkesin öldürüleceği” uyarısıyla noktalanıyordu.(19)

TMT 10 Hazirana kadar “hainlere süre ve şans tanıdığını” açıklamasına karşın, 5 Haziran 1958 tarihinde İnşaat İşçileri Sendikası yönetim kurulu üyelerinden Hasan Ali’ye silahlı saldırı düzenlendi. Halkın Sesi gazetesi haberi şöyle duyuruyordu: “Mağusa Kazasına Bağlı St-roncilo köyünde dün akşam bir Türk köylüsü bazı meçhul şahısların tecavüzüne maruz kalmıştır. İsmi Hasan Ali olan şahıs mütecavizler tarafından ağır surette dövülmüş ve neticede yaralanmıştır. Bir vatan haini ve Akel’in üyesi olmakla itham edilen Hasan vücudunun muhtelif yerlerinden çeşitli yaralar almıştır.”(20)  30 Haziran 1958 tarihinde Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların bir arada yaşayabileceğini söyleyen berber Ahmet İbrahim vurularak öldürüldü. 3 Temmuz 1958 tarihinde ise Arif Hulusi Barudi silahlı saldırıya uğradı, saldırıdan yara almadan kurtuldu.(21)
Saldırı ve cinayetlerin devam ettiği bir ortamda Kıbrıslı Türk işçiler gazetelere ilanlar vermek suretiyle Kıbrıs Rum sendikalarından istifa ettiklerini ve bundan sonra “Kıbrıs Türk liderliğinin yolunda yürüyeceklerini" açıklıyorlardı. Resmi tarihçilerden Ahmet Gazioğlu, cinayetlerin “etkili olduğunu” yazarken aslında cinayet kampanyasını itiraf etmiş oluyordu: “başlangıçta, solcu Rum sendikalarının faal Türk üyelerine karşı başlatılan kampanya, kısa sürede etkisini göstermiş ve özellikle Fazıl Önder’in öldürülmesi olayından sonra, Rum sendikalarında üye olan bazı Türkler, derhal Türk gazetelerine ilan vererek, sırf iş bulmak için üye olmak zorunda kaldıkları Rum işçi sendikalarıyla artık hiçbir ilişkilerinin kalmadığını, üyeliklerinin de sona erdiğini açıklamaya başlamışlardı”.(22)

Gerçekten de işçiler kelimenin tam manasıyla terörize edilmiş, korkuya kapılmışlardı. Gazetelere verdikleri ilanlarla Kıbrıs Rum işçi sendikalarından ayrıldıklarını, “komünist olmadıklarını” ve “liderliğin yolunda yürüyeceklerini” açıklıyorlardı. Aşağıda bu açıklamalardan bazı örneklere bakalım:

AÇIKLAMA

“Ben aşağıda imza sahibi Kamil Tüncel. Bu günden itibaren Rum İşçi Birliklerinden istifa edip onlarla hiç alakam olmadığını ve Türk cemaatinin görünüşünü tamamıyle desteklediğimi ve hiç aykırı görüşe sahib olmadığımı umumun malumu olmak için açıklarım.”(23)

Kamil Tüncel (Küçük Kaymaklı)

AÇIKLAMA

“Ben aşağıda imza sabibi Abdurrahman Cemal, görülen lüzum üzerine ikinci defa olarak şu açıklamayı yaparım. Daha evvel de açıkladığım gibi, ben Rum İşçi Sendikalarından bir buçuk sene evvel çıkmış bulunuyorum ve kendi açtığım dükkanda Cemaatıma karşı faydalı olmağa çalışırdım. 1 Mayısta olan yürüyüşte dükkanımın kapalı olduğu şayialarının asılsız olduğunu halka bir defa daha hatırlatırım. Türk tezini candan destekler ve hiç bir ayrı görüşe sahip olmadığımı bütün Türk cemaatına saygılarımla bildiririm.”(24)

Acımasız saldırılara uğrayan işçilere karşı yürütülen nefret kampanyasına basın da katılıyordu. Gazetelerde solcu işçilere yönelik hakaret dolu yazılar yer alıyordu. Örneğin Türkiye’de yayınlanan Dünya gazetesi 5 Haziran 1958 tarihli nüshasında şunları yazıyordu: “Son günler zarfında Kıbrıs’ta bazı soysuzların öldürüldüğüne dair haberler artık Türk gizli mukavemet teşkilatının Kıbrıs’ın taksimi davasına ihanet edeceklerin bir gün bile yaşatılmayacağını herkese anlatmıştır. Bu arada söyleyelim ki son 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda komünist (kanun dışı) Akel Partisi’nin el altından hazırlattığı mitingde Türk bayrağını Rus ve Yunan bayraklarıyla yan yana taşıyan 4 Kıbrıslı Türk’ten 3’ü çoktan öldürülmüştür. Birisi de aldığı ağır kurşun yaralarından sonra yaşama şansını elde ettiğini sanırsa unutmayınız ki aldanacaktır. Türk Mukavemet Teşkilatı her şeyden önce, komünistleri temizlemekle kendi davası için en isabetli yolu seçmiş olmaktadır.”(25)  Zafer gazetesi ise daha sonra bu şiddet kampanyasını “solcu Türklerin temizlenmesi harekâtı” olarak adlandıracaktı.(26)

 

------------------------------------------------------------------

(1)Nihat Erim, Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs, Ajans Matbaacılık, Ankara, 1975, s.56
(2)y.a.g.e., s.56
(3)FO371/136335,9 Mayıs 1958 tarihinde İngiliz dışişleri bakanlığından İngiltere’nin Ankara büyükelçisine gönderilen ve 6 Mayıs günü gerçekleştirilen Llyod-Zorlu görüşmesinin tutanağını da içeren mesaj.  Aktaran FanoulaArgiro, Forin Ofis: Etsi Katestrepsan tin Kipro,1992, Lefkoşa, s.99
(4)FO371/136335, 9 Mayıs 1958 tarihinde İngiliz dışişleri bakanlığından İngiltere’nin Ankara büyükelçisine gönderilen ve 6 Mayıs günü gerçekleştirilen Llyod- Zorlu görüşmesinin tutanağını da içeren mesaj.  Aktaran Fanoula Argiro, Forin Ofis: Etsi Katestrepsan tin Kipro,1992, Lefkoşa, s.100-101
(5)Memorandum of Conversation between British and US Delegetions in Copenhagen, The meeting was held at the British Embassy, May 4, 1958, Department of State, Conference Files: Lot 63 D 123, CF 1010. Secret. Drafted by Porter and cleared by Reinhardt and Elbrick in draft.
(6)Y.a.g.k.
(7)CO926/952, 202/58
(8)Ahmet Gazioğlu, 1998, a.g.e., s.378
(9)Halkın Sesi, 23 Mayıs 1958
(10)Bozkurt, 23 Mayıs 1958
(11)Halkın Sesi, 25 Mayıs 1958
(12) Bozkurt, 25 Mayıs 1958
(13)Aydın Akkurt, Türk Mukavemet Teşkilatı, Bayrak Matbaacılık, İstanbul, 1999,  s.211
(14)Y.a.g.e., s. 212
(15)Y.a.g.e., s.211
(16)Nezire Gürken, Zirvedeki Yalnızlık Kulesi: Rauf Raif Denktaş, Cümbez Yayınları 1, Mağusa, 2005, s.122-123
(17)CO 926/952, 213/58,İngilizceye çevrilmiş TMT bildirileri dosyası
(18)Halkın Sesi, 28 Mayıs 1958
(19)CO 926/952, 221/58,  İngilizceye çevrilmiş TMT bildirileri dosyası
(20)Halkın Sesi gazetesi, 6 Haziran 1958
(21)Ahmet An, TMT’nin Kurbanları, Birleşik Kıbrıs Partisi Yayınları, No 1, Lefkoşa, 2008, s.17
(22)Ahmet Gazioğlu, Direniş Örgütleri, Gençlik Teşkilatı ve Sosyo-Ekonomik Durum 1968-1960, CYRP Yayınları, Lefkoşa, 2000, s.34
(23)Halkın Sesi, 25 Mayıs 1958
(24)Halkın Sesi, 4 Haziran 1958
(25) Ulvi Keser, Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2007,s.318
(26)Zafer gazetesi, 15 Ekim 1965

Dergiler Haberleri