Umut Özkaleli
Geçen haftalardan birindeki Gaile yazımda Kıbrıs’ın kuzeyindeki sola ilişkin eleştiriler getirmiştim. Benzer çerçevede ben ve Turgut Denizgil Işık Kitabevi’nin kitap fuarında gerçekleşen -SİM TV'de yayınlanmayan ender panellerden olan- "Bize Ne Oldu Böyle" panelinde kimi zaman farklılaşan kimi zaman benzeşen sol eleştirilerine devam ettik. Kendini sol partilerin düşünsel zincirleri altında tahakküme sokmayan pek çok insan eleştirileri umutla, gerekliliği olan ve sol olarak çarpıklıklarımızın ortada olmasından hareketle değişim arayışlarının bir parçası kabul etti. Bu yaklaşımdan gelen sorular, sorgulamalar sol olarak kendimize ayna tutuşumuzu bir adım ileriye götürmeyi hedefledi, arayışlarımızın somutta hayat bulmasını arzular mahiyette sola yakışır şekilde zor sorular soruldu. Öte yandan, partilerinin yükselişe geçme umutları altında olanlar ve "dinozor abi hiyerarşisinden" kurtulamayanlar eşitlikçi bir bağımsızlığa götüreceğini ortaya koyduğumuz fikirlerimizi "umutsuzluk yaymak" olarak niteleyerek aslında belki biraz da hesapçı bir şekilde söylemlerimizde var olan ateşli "umudu" tersine psikolojiyle ört-bas etmek istedi. Hâlbuki sola eleştirinin ve bağımsız halk hareketlenmelerine olan ihtiyacın vurgulanmasındaki temel amaç, bu tip bağımsız halk hareketlenmelerinin sol partileri ihtiyaçları olan dönüşüm ve değişimi yaşamaya yönlendirecek bir itici güç olacağını vurgulamaktır. Dahası, sol partileri bugün geldikleri noktada hiyerarşiler altında özeleştiri getiremez, halktan kopuk, zümreci ve yandaşçı yaklaşımlarından ancak bağımsız halk hareketlenmelerinin kurtaracağını vurgulamaktır.
Soldan solu eleştirmenin önemi, bağımsızlığın/üretimin/halk hareketlerinin parti hiyerarşilerine sıkışmamasının önemi ve önceliğin halkın refahı ile halkın bağımsızlığına verildiği toplumsal örgütlenmelere katılımın önemi demagojik söylemlerle yok edilmemelidir. Toplum ve içindeki bireyler olarak geldiğimiz noktayı irdelemek umutsuzluk yaymak değil kendimize ayna tutmaktır. Asıl umutsuzluk saçan nokta, sol partilerin içinde bulunduğu durumdan bir pembe tablo yaratarak sorunları irdelemekten kaçınmalarıdır. Bu bağlamda toplumumuzda ilişkisiz gibi görünen sorunların, özünde bağımsız bir grup insan olmamamızla ilişkilendirilmesi, bu negatif durumun nasıl pozitife dönüştürülebileceğinin de aslında ipuçlarını vermektedir. Toplumsal haysiyet arayanların engellilerin park yerine park ederken aslında haysiyetli davranmayışıyla ve bunu yapmamızın toplumsal haysiyeti gerekli şekillerde arayamayışımızla bağlantısı açığa çıkmalıdır. Kadınlara tecavüz edilmesinin namusa indirgenip bedensel bütünlük ve insan haklarına saygıdan yoksun olduğu dert edilmezken, protestocuya polisin şiddet uygulaması olguları birbirine bağlantılandırılmalıdır. Anti militarist konserde gördüğü Türkiyeli çocukları def etmeye çalışan sözde anti militarist bireylerin Rum düşmanlığı yapanları eleştirirkenki çarpıklığı ve aslında neden hâlâ militarist bir yapının altında yaşamaya gerektiği şekilde başkaldıramadığımızı açıklamaktadır. Kendi kültürümüzün asimile edilmesinden, kültürümüzün yok sayılmasından şikâyet ederken, LGBT bireylerin kendi varoluş biçimleri ve doğallıklarıyla kavga ederken neden asimilasyonları ortadan kaldıramadığımız açık seçik karşımızda durmaktadır. Annesinin evinde çamaşır, ütü, yemek hizmetleri alan bekâr adamların, anneleri karşı çıktığında sevdikleri kadınla evlenemediklerinin ertesi günü Türkiye'den bağımsız politika istemeleri normal midir peki? Ana-yavru eksenli ilişki istemediklerini söyleyen erkeklerin, aslında durumlarının nasıl abes ve sorunlu olduğunu görmek ve Türkiye’den bağımsızlık isteminin neden sonuçlanmadığı bu eksende de analizlerimize dâhil etmek önemlidir.
Bunlar kadar önemli olan, yetkisizliğimizin ortada olduğu bugünümüzde yetimizin de olmadığına inandırılışımızın aslında asılsız bir sömürü söylemi olduğunu bilmemiz gerekliliğidir. Çünkü yeti (agency), insanların ve toplumların esaret altına alınan, baskı rejimlerinde susturulan, yozlaşmış kapitalist ataerkil sistemlerde yok saydırılan içsel güçlerini yeniden hatırlamak ve ona sahip çıkarak kaderlerini tayin edecek noktaya gelmelerini içeren bir kavramdır. Kıbrıslı Türklerin süreç içerisinde yetkileri ellerinden alınmıştır ama yeti çalınabilecek bir şey değildir, sadece hapsedilebilir. Bunu toplum olarak hatırlamamıza mani olan şey sömürge sistemlerinin gücü yanı sıra, bu sömürge sistemlerinden fayda sağlamaya çalışan politik partilerdir. Özellikle de insan haysiyetine, eşitliğine ve bağımsızlığına kıymet verir gibi görünen ama güç eksenli kazanımlar için bu değerleri göz ardı eden sol partiler bundan sorumludur. Çünkü bu değerlere sahip çıkacak olan ideolojik alt yapı solun temelinde oturmaktadır. Kendi temellerine ihanet içinde olan sol partiler, bizim değişmesi için uğraş vermek zorunda olduğumuz zeminlerdir ama bu zeminde gerekli dönüşümü sağlamak için, partiler dışındaki gruplar bağımsız olarak baskı koyarak katkıda bulunmak zorundadır. Bağımsız halk hareketlerinin baskı unsuru olmasıyla partilerin içine ve dinozor abilerinin altına sıkışmış olanlar da, partilerini değiştirmek için dışarıdakilerin yarattığı eleştiriden yararlanarak güç bulacak ve ancak o zaman bu değişimi yapabileceklerdir. Yetkisizliğin yanında yetisizleştiğini kabullenen sol, yeti sahibi olmanın insanda ve toplumda yok edilebilen bir şey olmadığını unutmuştur ve bağımsız halk hareketlerinden söz edenleri “umutsuzluk yaymakla” şekillendirmeye çalışarak, bu yetinin hatırlatılmasını engellemek istemektedir. Ancak yeti yok olmaz dedik ya, yeti içsel bir güçtür, bastırılabilir ama yok edilemez. İşte bu bastırılmış yetinin yeniden Kıbrıslı Türklerde hayat bulabilmesi için dinozor abi hiyerarşisi içinde güç ve pozisyon eksenli yaklaşımları benimsemekten vazgeçilmelidir. “Parti disiplini” maskaralığı adı altında hiyerarşi kuran parti üst kademelerine tabanın eleştirel bir yaklaşımla gitmesine engel olmak, solun can kaynağı olan eleştirme ve dönüştürme özelliğini ortadan kaldıran bir tutumdur. Partiler bitmeyecektir, ama kadrolaşma ve katı hiyerarşiler altında güç eksenli karar alma biçimleriyle halka eşitlik götürmeyi dert etmeyen yapıları ancak alternatif yaratan bağımsız halk hareketleri değişime zorlayacaktır. Dinozor abi hiyerarşisine girmeyen bağımsızların eleştirilerine gözünü kapayamayan partiler, engellilere, kadınlara, işçilere, köylülere, hakları her gün çiğnenen çocuklara, LGBT bireylere yönelik ilgili sosyal politikaları geliştirerek ve parti içi temsiliyetlerini sağlayarak var olabileceklerini anlayacaklardır. Ayrımcılık ve dışlamaya uğrayan, küçük ve alakasız gibi görünen grupların haklarına saygıyı arayacak bağımsız oluşumlar önce insandan insana ilişkileri otonom ve eşitlikçi hale getirmeyi hedefleyecektir. Ondan sonra da gruplar arası adaletsizlik ve eşitsizliklere dur diyecektir. Bu eksende halkla direkt ve her günkü ilişkiler düzeyinde bağlantı kuran bağımsız halk hareketlerinin sonuçta yozlaşmış ve zümreleşmiş sol partileri kaçınamayacakları bir değişim ve dönüşüme götürerek özünde ilgilenmeleri gereken eşitlik sorunlarına çekeceklerini hiç durmadan ifadelendirmek gerekmektedir.
Ancak solun içindeki bazı kesimler adeta ağız birliği ederek halkın çok ihtiyacı olan içsel gücü yeniden kazanma (empowerment) noktasını ve sola ilişkin eleştirilerimizi silercesine umutsuzluk yaymaktır. Onlara göre solun içinde dinozor abilerin hiyerarşisi dışında örgütlenmek, eşitlik için çalışmak, farkındalık yaratmak, bireylerin haklarına saygılı bir toplumsal örgü yaratmak güç eksenli sonuçlara gitmediği için manalı değildir ve dahası engellenmelidir. Türkiye’den ve bizi sömürgeleştirmek isteyen her ülke ve gruptan, aktörlerden, bağımsızlığımızı alabilmenin yolları olduğunu söylememiz, sadakatini halk yerine dinazor abilerin hiyerarşisine verenlerin sürekli halka “öğrenilmiş çaresizlik” pompalamasıyla karşılaşmaktadır. Bizim Kıbrıslılar olarak güçlülerin “suyuna gitmekten” başka yapabileceğimiz bir şey olmadığı, beceremediğimiz, başaramadığımız, elimizden bir şey gelmeyeceği noktasında sistemli bir telkinle karşılaşmaktayız. Ev işlerinde ortak sorumluluk alması talep edilen kocanın “ben yapamam, isterdim ama beceremem” demesi gibi bir öğrenilmiş çaresizliktir bu. Hâlbuki kadının etkin bir şekilde eşitlikçi bir evlilik isteğini ekonomik bağımsızlığıyla birleştirdiği noktada, erkekler yemek de, ütü de yapabilir ve öğrenilmiş çaresizlikleri sonlanır. Böyle örneklerin ataerkil sistem içinde göz ardı edilmesi gibi, bu sistem içinde Türkiye’nin yarattığı sistemi değiştirebileceğimiz mücadeleleri verebileceğimiz bize unutturulmak istenmektedir. Üretmediğimiz ya da ürettiğimizi satamadığımız, nasıl satacağımızı konuşmadığımız gerçeği solun artık umurunda bile değildir. Kırk bin insanı meydanlara toplayarak bağırtılar içinde deşarj ederek eve gönderen sol liderlikler, üretilen malların sınır kapılarından geçmesi için insanları mobilize etmek istememektedir, bunun alternatiflerini konuşmamaktadır.
Biz umutsuzluk tacirlerinin öğrenilmiş çaresizliğinden dayanışmayla kurtulacağız. Sol partilerin ekseni dışında kalarak ama solun ideallerine inancını kaybetmeyen, solun materyalizmle sorunu olduğunu, eşitlikçi bölüşüm olmamasıyla sorunu olduğunu, solun insanın insana yaptığı sistemsel ayrımcılıkla sorunu olduğunu konuşmaya devam edeceğiz. Kıbrıslı Türk solunun içinde bağımsız halk hareketlenmelerinin parçası olarak bu konuyla ilgili konuşmaktan, kalem oynatmaktan ve örgütlenmekten vazgeçmeyeceğiz. Robert Frost’un dizeleri bize bu noktada dayanışarak yorulmadan devam etmemizde ilham olacak ve diyeceğiz:
Yılın en karanlık günü... Orman güzel, karanlık ve derin.
Ama benim tutmak zorunda olduğum sözler var,
ve uyumadan önce gitmek zorunda olduğum miller,
ve uyumadan önce gitmek zorunda olduğum miller.