Hasan YIKICI
hasanykc@gmail.com
Kıbrıslı Türk siyasetinde güç, iktidar ve hegemonya ilişkilerinin yeniden şekillendiği artık neredeyse herkesin malumu.
Yeniden şekillenmenin karakterini kabaca ve ilk etapta bir yandan Halkın Partisi gibi yeni ve iddialı öznelerin oluşumu ve TDP gibi sosyal demokrat bir partinin kendisini yenilemeye çalışmasıyla iddiasını güçlendirmesi; diğer yandan da CTP, UBP, DP gibi geleneksel merkez öznelerin - hem ideolojik hem de pratik olarak- içinin oyulması, örgütsüzleşmesi ve meşruluk yitimi ile açıklayabiliriz.
CTP, UBP ve DP söz konusu olduğunda sıkça arkasına yaslanılan ‘kemik oyların’ bile eridiği bir süreçten geçilmektedir. Kapalı kapılar ardında siyaset üretmeye çalışanlar, bunun farkına varmayabilir veya inkâr edebilir. Fakat sokaktaki, köylerdeki ve mahallelerdeki insanlar, kapalı kapılar ardında ülkeyi yönettiğini sananlarla arasına çoktan kat kat mesafeler giydirmeye başladı bile. Belki de olası bir erken seçimden korkulmasının esas nedeni de budur!
Peki bu noktada solun durumu ne olacak? Veya ne olmalı? Bu yazının gailesi dönüşen ve yeniden şekillenen siyasetteki güç, iktidar ve hegemonya ilişkilerinin sola yansıması veya soldan yansıması olacak.
I
Önceki haftalarda bu sayfalardan yayınlanan ‘CTP Duvarını Aşmak ve Sol’ makalesinde, CTP’nin solun gelişiminin önündeki engellerden biri olduğunu ve bunun aşılması gerektiğini yazmıştık. Toplumsal, siyasal ve ideolojik pratiğine rağmen kendisini ısrarla solda konumlandıran CTP’nin, su krizindeki pozisyonu ve partinin içindeki tartışmalar hatırlanacak olursa, bu durumun daha da iyi farkına varılacaktır. Söz konusu makaleden kısa bir alıntı:
“Bugün iyi niyetli bir şekilde CTP’yi ‘düzeltmeye’ veya ‘solculaştırmaya’ çalışan kişiler de aslında boşa kürek çekmekten ve soldaki boşluğun büyümesine katkı sunmaktan başka bir şey yapmamaktadır. CTP’yi dönüştürmeye çabalayan birine Birikim Özgür ismini söylediğinizde, o kişinin suratında beliren ekşi ifade bile CTP’nin dönüştürülemeyeceğinin göstergesi, o uzlaşmaz çelişkinin en net ifadesidir.
Hâlbuki mesele sadece Birim Özgür gibi hırçın neoliberallerin olup olmaması değildir. Mesele 1990’larla birlikte CTP’nin ideolojik, politik ve kültürel evriminin geldiği noktanın en parlak ve samimi ifadesinin Birikim Özgür’de vücut bulmasıdır. Birikim Özgür’ün olup olmaması, CTP’nin neoliberalizmle ve dolayısıyla kapitalizmle bir derdinin olmadığı gerçeğini değiştirmez. Dolayısıyla CTP’yi ‘dönüştürmeye’ çalışanların yüzünde beliren o ekşi ifade, aslında Birikim Özgür’e yönelik değil, CTP’ye yönelik bir ifadedir.”
Gerek CTP için gerekse de toplumsal muhalefet için sorunun bireyler ve isimler değil; yapılar ve fikirler olduğu açıkça ortadadır. En temel yaşam hakkı olan suyun, sol için özelleştirilmesinin tartışma ve müzakere konusu bile olmaması gerekirken, kendini solda konumlandırdığını iddia eden bir parti liderliği, muğlak, ucu açık ve hiçbir şekilde şeffaf olmayan bir şekilde toplumu özelleştirme zeminine uyum sağlatmaya çalışıyor.
Artık eskisi gibi CTP’nin nostalji mirasının da ‘prim’ yapmadığı koşullarda, CTP içerisinde solda olan insanların gerek etik, gerek politik gerekse de ideolojik bağlamda saflarını netleştirmesi beklentisi gelişmektedir.
Açıkça ifade etmekte fayda var; CTP, kati suretle sol değil ama liberal-demokratik bir parti olarak Kıbrıslı Türklere sunacağı şey, Ankara odaklı neo-liberal, kültürel veya manevi paketlere karşı direniş değil, toplumsal uyum ve rızadır. Su krizi bunun en açık örneğidir. Çünkü CTP’nın suyu tartıştığı nokta özelleştirme noktası değil, alım garantisi hususudur! Dolayısıyla CTP içindeki solcular her şeyden önce ikisinin tek bir kavanoza sığmayacağını bilerek, ‘gericilik’ ile ‘devrimcilik’ arasında ahlaki bir tavır geliştirmelidir.
II
Gerek Kıbrıslı Türkler’in özne olabilmesi için, gerekse de toplumsal eşitlik, adalet ve özgürlük bağlamında emek eksenli bir siyaset ve düzen için radikal - sosyalist sol bir alternatife ihtiyaç duyulmaktadır.
Bir başka deyişle, Kıbrıslı Türkler’in özne olabilmesi toplumsal eşitlik, adalet ve özgürlük ilkelerini benimsemiş emek eksenli bir tarz-ı siyaset ve mücadele ile mümkün olabilecektir.
Bu etik-politik ve pratik siyaset hattını inşa edebilecek ufuk ve ideolojik potansiyel radikal - sosyalist sol kesimlerde yoğunlaşmaktadır. Fakat tam da bu noktada radikal-sosyalist sol kesimlerin toplumsallaşamama sıkıntısı kendisini göstermektedir.
Şunu ortaya koymakta fayda var ki, 2004 yılından bu yana, yani 12 yıllık bir zaman zarfı içerisinde şekillenen yeniden yapılanma ve yapılanamama radikal-sosyalist sol siyaset ve konumlanmalar için de geçerlidir.
Radikal – sosyalist sol partiler –BKP ve YKP- bugün gelinen noktada kendilerine dair inişli çıkışlı bir örgütsel yapı ve ideolojik enstrümantaller oluşturmuş olsa da toplumsal muhalefeti örgütleyebilecek veya CTP’nin yarattığı soldaki boşluğu doldurmaya yönelik bir ‘kapasite artırımı’ yani toplumsal meşruluk ve hegemonya sağlayamamıştır.
Radikal-sosyalist sol alternatif anlamında 2013 yılındaki genel seçimlerde Baraka ve Devrimci Komünist Birlik ile BKP’nin oluşturduğu BKP-Toplumsal Varoluş Güçleri ittifakı özellikle Lefkoşa yerelinde olumlu bir örnek teşkil etse de, ittifakın pratikte ve gündelik yaşamın örgütlenmesi noktasında bir karşılığı olmamıştır.
Öte yandan YKP’nin yıllardır sürdürdüğü ısrarcı boykot politikasının toplumsal muhalefete bir faydası olmadığı gibi YKP’ye de politik-pratik bir yarar sağladığı söylenemez.
Bu genel çerçeve içerisinde ise radikal-sosyalist örgütler kendi etraflarına korumacı ve narsist bir tabaka örerek, güç ve sol içi hegemonya odaklı bir pratik hat çizdiler. Hâlbuki günümüzün sol-sosyalist etiği güç güzellemesi, sol içi tahammülsüzlük veya teklikten beslenen bir sol içi iktidarı değil; çoğulculuk ve dayanışmayla beslenen solun kolektif iradesini oluşturmayı öngörür.
Peki Kıbrıslı Türk solcular bu noktadan sonra sosyal demokrasinin dışında radikal-sosyalist bir alternatif oluşturabilecek mi?
Avrupa’daki çeşitli radikal – sosyalist sol akımlar, ayrışmayla değil birlikte hareket etmeyi öğrenerek geliştiler, büyüdüler ve neo-liberalizmin AB krizine dönüştüğü koşullarda pek çok güney Avrupa ve kıta Avrupası ülkesinde toplumsal muhalefetin önemli bileşenleri hâline dönüşmekteler. Portekiz’deki sol koalisyon olan Sol Blok bunun en bariz örneklerinden biridir.
Ülkemizde de radikal-sosyalist sol, Kıbrıslı Türklerin özne mücadelesinde, toplumsal eşitlik, adalet ve özgürlükten yana emek eksenli bir alternatif hâline gelmesi, yani kendi kendisini mücadelenin öznesi durumuna getirmesi, ayrışarak değil anti-kapitalist sol ilkeler ve program üzerinden birleşerek olacaktır.
Bu anlamda iflas etmiş ‘merkez sol’ ile sosyal demokrasinin dışında solun kolektif öznesinin oluşumu -kulağa çılgınca veya imkânsızmış gibi gözükse de- solun birleşik muhalefetinden ve bunu sağlayacak sol koalisyondan geçmektedir.
III
Siyasetteki yeniden şekillenme süreci, sadece sağdan gelen Halkın Partisi, merkezde duran ve artık ayakları kayan CTP-UBP-DP gibi partileri veya ‘büyüme ibresinin’ mistifikasyonunun tesirindeki TDP’yi etkilemeyecek. Taşların sallanma, yerinden kayma ve yeniden şekillenme sürecinde radikal-sosyalist sol da artık 2000’lerin ilk 15 yıllık evresindeki alışkanlık, statüko ve tekçiliğinden sıyrılıp, solun çoğulcu, dayanışmacı ve birleşik koalisyonu için özgün çaba ile arzuyu bir araya getirmelidir.
Bu noktada radikal – sosyalist solda duran YKP ile BKP belirleyici öneme sahiptir. Bu yapıların önümüzdeki yılları geçmiş alışkanlıkları yeniden üreterek mi tüketeceği yoksa yeni olanı geçmişin ve bugünün bağrından çekip, yeniden yaratarak mı değerlendirip yaratabilip yaratamayacağını göreceğiz.
Öte yandan önümüzdeki süreçlerde CTP içindeki sol muhalefetin, CTP’yi içinde solcu muhaliflerin de olduğu neoliberal bir parti olarak yeniden mi üreteceğini; yoksa etik-politik ilkeler gereği yollarını ayırıp ayırmayacağına da şahit olacağız.
*
Gerek siyasal kriz gerekse de sistemin krizi biz Kıbrıslı solcuları işçilerin, gençlerin, göçmenlerin, kadınların, LGBT bireylerin, ekolojinin, hayvanların, barışın, toplumsal eşitlik ve özgürlüğün koalisyonunu kurmaya çağırıyor.
Unutulmaması gereken bir şey var, bugün sol hâlâ savunma konumunda. Ve ancak gündelik hayatı örgütleyebilecek birleşik bir savunma, sistemin saldırısını bertaraf edebilir.
Önümüzde bizleri bekleyen ekonomik paketleri, asimilasyon ve geleceksizleştirme politikalarını ve olası bir barış sürecini düşünecek olursak ve tüm bu ağır basınç altında özne olma problemiyle yüz yüze geliyorsak, solu soldan kurtarmamız ve radikal-sosyalist bir sol koalisyon inşa etmemiz gerekmektedir. Peki buna cüret edebilecek miyiz?