İbrahim Beyazoğlu
Darbımeseldir, Kıbrıs Türkü’nü kazısan altından İngiliz çıkar. İngiliz sömürgeciliği olmadan Kıbrıslı Türk modern kimliğini anlamak zordur. Ben meramımı kısaca şöyle anlatmaya çalışayım: İngiliz sömürge döneminin, Kıbrıslı Türklere aydınlanma getirdiğini varsayan modernist bir metinsel dokuma var. İşte bu anlatı, giderek artan sayıda Kıbrıslı Türk arasında hikmetinden sual olunmaz bir popülerlik kazanmış durumda. Benim durmadan yapmaya çalıştığım da tam da işte bu dokuma üzerinden kavramsal ve analitik bir pencere açmak.
Birden fazla faktör, birçok Kıbrıslı Türk’ün “tarihötesi” olduğu düşünülen İngiliz sömürge uygarlığı ve mirasının “evrensel”olduğu telakki edilen standartlarına nostaljik bir “geri dönüş” yapmasına yol açtı. Bu faktörler bugün herkes tarafından biliniyor. Mesela, bunlardan en bilineni, 1974 sonrası deneyimlenen Türkiyeli göçmenlerle yaşanan iletişim sıkıntıları – ki bunlar Hatice Kurtuluş ve Semra Purkıs'ın “Kuzey Kıbrıs'ta Türkiyeli Göçmenler” çalışmasında ortaya konmuştur – ve birbirleriyle ideolojik mücadeleye girişmiş milliyetçilikler. Bununla demek istediğim, adanın yerelciliği ve onların değer sistemleri ile etkileşime geçen “buyurgan” Türk milliyetçiliği söylemleri. Adanın kendisine “yerli” diyenleri ise bu durumdan rahatsız. Tüm bu saydığım nedenler, iplikler gibi birbirinin içine geçip karıştığından dolayı zaman zaman işler daha karmaşık ve zor hale geliyor tabii.
Bu minvalde, geniş bir politik ve kültürel yelpazeye yayılan Kıbrıslı Türk de Türkiye’den gelip adaya yerleşen göçmenlere ve Türk milliyetçi söylemine karşı Kıbrıslılık adlı nostaljik milliyetçi bir yapı, yani “bir ayırıcı hüviyeti” inşa edip bu kimliği ikili zıtlık zemine oturttu.Tabiri caizse, sömürge nostaljisi iki dünya arasındaki “geçirgenlikten yoksun” sınırı işaretliyor. Bugün de bu nostaljik milliyetçilik ikili zıtlıklar ve klişeler düzeneği de bilhassa Kıbrıs Türk medyasının kurguları sayesinde oluşmaya devam ediyor.
Bence Kıbrıs Türk basınına, toplumsal iletişim kanallarına ve kamuoyunun etkili kimi kesimlerine ve mahalli seçkinlerinemusallat olmuşnostaljikhafıza,yerleşik nostalji deneyimlerine pek benzemiyor.Mesela, bildiğimiznostalji denince akla ne geliyor? Melankoli, bir kayıptan veya yokluktan kaynaklanan özlem, hüzün, elem vs. Bir de sürekli geçmişe atıfta bulunularak, eskinin romantize edilmesi karşımıza çıkıyor. Yani burada söz konusu olan aslında tamamen psikolojik bir gereklilik. Eklemekte yarar var; ben özlemi duyulan türden bir “huzurlu” ve “dinginlik” veyamazide kalan bir“masalsı ülke”nostaljisiihtimalini dışlamamak lazım tabii. İlla ki ortada duygusal yapılar vardır. Oysa benim sorun olarak gördüğüm tamamen başka bir ilişki. Güçlü bir gelenek girdabı.Konuyu doğru bir perspektife oturtabilmek açısından anlatıların duygusal boyutu veya ne oldukları yerine bu anlatılarla ne yapıldığına, nasıl iletişim kurulduğuna bakmak daha isabetli. Basın bu anlatıları nasıl sürekli yeniden dokuyor? Esas sorulması gereken soru bu. Bu yüzden, nostaljiden kastım, İngiliz sömürge geçmişlerine sürekli atıfta bulunup, sömürge geçmişleri sayesinde kendilerine prestij inşa etmek. Batılı, uygar, bilimsel, medeni, çağdaş, İngiliz kültürüyle yetişmiş vs. postkolonyal Kıbrıslı Türk kimliği oluşturmak bir prestij meselesi, üstünlüksayıldı.Kendilerini “kronolojik medeniyet” çevresinde yeniden örülmüş söylemler üzerinden var etmek içinnostaljik hafızayı stratejik bir anlatı, “ahlaki” bir direniş zemini olarak kullanıyorlar. Bu şekilde kartlarını açıp ortaya sermek yaygın bir meşrulaştırmadır. Şarklılık kompleksi açısından belki de bundan daha keskin bir kanıt bulmak güçtür. “Postkolonyal Aura’da” Arif Dirlik’in parmak bastığı nokta bu kültürelkibir gösterisinin son derece güçlü bir ifadesidir. Çünkü “Şarkiyatçılık, ‘kendi kendini Şarklılaştırma’ olmaksızın kavranamaz” (s. 86). Yani gündelik ve geleceğe dönük kaygıları arttıkça, adanın yerlileri geçmişin sömürge anıları ile daha fazla yakınlık kurdu ve gerektiğinde kendi ihtiyaçlarına uyarlamaya başladı. Bugünden geriye bakıldığında, şaşırtıcı olmayan bir husus da, Kıbrıslı Türklerin 1970’li yıllara kadar hayran olduğu Beyaz Türk modernizmi tarafından aşağılanmanın getirdiği hayal kırıklığı. Nostaljinin bu bağlamda en can alıcı noktası, büyük Öteki Beyaz Türkler nazarında statü arzusu ve kabul görme açısındanda bir kullanışlılık sancağı işlevi görmesidir. Az önce de dediğim gibi bu tarz kimlik süreçleri de sürekli olarak bir zamanlar gıptayla, kıskançlıkla baktıkları Türk milliyetçiliği ve sonradan Türkiye’den gelen göçmenler oryantalize edilirken beliriyor. Daha doğrusu, Türk milliyetçiliği ve göçmen nüfusu aşağılayarak oryantalize etmek için eski otokton sömürge yerlisi tarafından başvurulan bir sömürge miti.Ve bu bildik nakarat hala önemli bir politik güç olmayı sürdürüyor. Niyazi Kızılyürek’in deyişiyle kültürel ve siyasal bir kimlik etrafında billurlaşıyor. Bu yüzden kitleselleşen, içekapanık birnostaljik milliyetçilik dedim. Zira ayrıyeten kendi geçmişleriyle süregiden bir bağlantı ve oluşturucu unsur olarak yerli kaynaklara yeniden değer yüklenmesi (mesela saflık) gözden kaçmıyor:Adana kebap, simit, lahmacun, Samsun marka sigaradan uzak durmak falan.Öte yandan moda tabirlerlesimgeselleştirilmiş yerli ürünlerin korumacı, kıskanç vesaklayıcı bir ifadesi. Dolayısıyla, bu anlayışa göre, Kıbrıslı Türkler, çoğunlukla olduğu gibi göçmenler ve Türk milliyetçiliğinin tam tersi veya olmadığı her şeyin imgesi bir simetrisi olarak algılandı. Başka türlü söylersek uzlaşmaz, çelişkili iki varlık. Bu da başlı başına olgusal dayanaktan yoksun metafizik bir düalizmdir zaten. Tarihsel referans noktası hep modernitedir. Bu şu demek oluyor:“kaçınılmaz yazgı moderniteye”, medeniyetin “son perdesine” ulaşmak için “ilerlemek”. Tabii tarihin bir sonu varsa. Bu ilerlemenin tarihsel motoru da, buna bağlı olarak, sömürge ile gelen “aydınlanma” mirasıdır. Ve “kendi gök gürültüsünü çalmak istediğinden” ötürü kapıda bekleyen “öteki” kaygı ürpertisi yaratır. Zaten öteki olarak “onlar” olsa olsa “doğuludur”, “barbardır”, “toplumun dokusunun bozulmasının tek sebebi”dir, geri kalmıştır, gelişmemiştir ve “geçmişe aittir”.Ne bir “fazla”, ne bir “eksik”, ne de “başka” bir şey. Ezcümle, “gerekli” bir “kötü”dür. Çünkü ötekinin, farklı olanın, ikili zıtlıkla kutuplaştırılarak dışlanması üzerine temellenir.Ancak burada bir bilinç bölünmesi yok değildir, zira, her ne kadar da “kötü”, “çirkin”, “tehlikeli” olsa da kendini var etmek için ötekinin istenmeyen varlığına ihtiyaç duyuyorsun da.Sen kabul etmesen de. “Ölümcül” bir AşilTopuğu.
1970’lerden beri yerleşmiş olan bu “uygarlaştırıcı”İngilizmiti yeniden güncellendiğiölçüde rasyonelleşir, “doğallaşır”, “sürekli” kılınır, tarihselleşir ve sorgulanmaz. Ben, kısa toparlarsak, bu kolonyal vesayeti ve anlatısal örgüyü mitsellikten arındırmayı dert edindim. Bunu da yaparken bol bol kültürel çalışmalar, eleştirel teori ve postmodern kuramlardan, ama en çok da postyapısalcı ve postkolonyalkavramsal-alet çantasından istifade etmek lazım.
Kaynakça
Dirlik, A. (2008). Postkolonyal Aura: Küresel Kapitalizm Çağında Üçüncü Dünya Eleştirisi. (G. Doğduaslan, Çev.). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Kızılyürek, N. (2003). Milliyetçilik Kıskacında Kıbrıs. İstanbul: İletişim Yayıncılık.
Kurtuluş, H. &Purkıs, Semra. (2014). Kuzey Kıbrıs'ta Türkiyeli Göçmenler. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.