“Beni işten çıkardılar” dedi. Genç, son derece de zeki, eğitimli bir kişiydi.
“İtiraz et, kabul etme” dedim.
“İtiraz etsem ne olacak” dedi ve bekledi.
Gelen iktidar eski iktidara yakınlığıyla bilinen ve muhtemeldir bu yakınlık sayesinde kamuda çalışan bir kişiyi işten çıkarmış, aynı pozisyona kendi partlisini yerleştirmişti.
Sonra iktidar yeniden değişti... Ve hikaye tam tersi oldu.
“Artık işe alındım” dedi, bu kez. Haksızlığın sona erdiğini düşünüyordu. Partilisini işe alarak iktidar olduğunu ve koltuğunu koruyacağını düşünen siyasiler gibi...
Bu hikaye on yıllar boyunca aynı şekilde tekrarlandı.
Ne müşavirler yaratıldı, kimler partizanlığa kurban gitti. Partizanlığa kurban gidip haksızlığa uğradığını söyleyenler kendi partisi tarafından işe alınınca, haksızlığın ortadan kalktığını düşündü.
Kimler kimler partizanlık yaptı!
Ve koca bir toplum bu döngüde yaşamaya devam etti.
Hala devam ediyor.
Düşünsenize;
Bugün, yüzlerce işsiz, ya da işini “garanti” görmeyen kişi, oy verdiği, ya da tanıdığı iktidardan iş bekliyor. Bu beklenti dolayısı ile halihazırda yapılan istihdamlara yenileri eklenecek, Başbakan bunlarla övünüp, hayırlı bir icraat yaptığını söyleyecek.
Peki nereye yapılıyor bu istihdamlar?
Neye göre, hangi ihtiyacı karşılamak üzere yapılıyor?
Hava-SEN, KTHY eski çalışanlarının haklarına vurgu yaparak, tepki gösteriyor. Peki ne diyor sendika?
“Bir partili, bir de KTHY eski çalışanlarından” istihdam yapılması önerisini koyuyor.
Neden?
Aslında sendika da bu toplumun genelinin olduğu gibi partizan istihdamları o kadar kanıksamış, o kadar normalleştirmiş. Siyasetçinin elini kolaylaştırarak, kendi işini görmeye, yani anlayışlı olmaya çalışıyor.
Oysa yapılan partizanlık, ne kadar çirkin olursa olsun, bugüne kadar siyasetin ana gereği olarak pişirilip önümüze sürülüyor.
Üstelik bugün artık kamu suyunu çekmişken bile, siyasetçi vadedeceği iş ve aş üzerinden beslenmeye çalışıyor. Bundan başka vaadi, bundan başka fazla becerisi yok, çünkü toplum önünde.
Siyaset üretmiyor, ortaya icraat koymuyor, kendi pazar etiketlerini bile emirle düzenliyor.
Emir uyguluyor, itaat ediyor, bunun karşılığındaki çıkarlar dengesini korumak için ihtiyaç duyduğu oyu da ancak bu şekilde partizanca istihdamla korumaya çalışıyor.
İşin daha da traji komik tarafı partilisine istihdam sözü vererek övünen aynı Başbakan, kısa süre önce AB uyum yasaları kapsamında taslak olarak hazırlanan “Kamu Görevlilieri Yasası” ve “Kamu Reformu Yasası’nda” “geçici memur istihdamını tamamen ortadan kaldıran” maddeleri değerlendirme almak üzere, siyasi parti ve sivil toplum örgütlerine gönderiyor.
1979’da hazırlanan ve halen yürülükte olan Kamu Görevlileri Yasası “Kamu hizmetleri, sürekli personel, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle yürütülür” derken geçici personeli de tanımlıyor ve Maliye Bakanlığı’na geçici personel istihdamı yetkisi veriyor.
Ancak hazırlanan yeni taslakta “geçici personel” statüsü ortadan kaldırılarak, “kamu görevi dışında kamu hizmetleri sözleşmeli personel ve işçiler eliyle yürütülür” deniliyor. Ve geçici personel tanımı yapmadığı gibi hukuken bu tanımlamayı da tamamen ortadan kaldırıyor.
Yani yine reform yapacak diye övünen Başbakan, ya bu övündüğü reformları yapmayacak, ya da övündüğü istihdamları durduracak!
Çünkü yasa geçerse, bu işe alımlar son geçiciler olmak zorunda.
Muhtemel Türkiye baskısıyla meclis açılışında gündeme gelip yasalaşması beklenen söz konusu tasarı yasalaşmadan, yangından mal kaçırır gibi geçici istihdamıyla son popülizmini yapıyor, Küçük hükümeti.
Ancak taslak bu haliyle yasalaşırsa, getirilen yeni kriterler kapsamında, muhtemelen şu anda işe alınan geçicilerin önemli bölümü de yeniden işsiz kalacak.
Peki etik ya da dürüstlük bunun neresinde diye sorsak, böyle bir Başbakan ve kabinesinin hala toplumun yüzüne nasıl bakabildiğini sorsak, çok mu naif kalır gereçekten?