Son kürek toprak ve bu son vedaya isyan

Cenk Mutluyakalı

Tarifsiz bir acı yedi yüz senelik katedralin avlusunu ıslatıyor, binlerce insan yedi günde yaşlanmış yüzleriyle manasız birbirine bakıyor, dua sesleri hıçkırıklara karışıyor, ölüme karşı çaresizliğin ışığı gözlerden boşalıyordu.

Mağusa’da yakınını kaybetmeyen yok gibiydi… Kent rengini, binlerce insan evladını, bir okul seslerini yitirmişti.

Son kürek toprak atıldıktan sonra artık ölümü kabullenme ya da gerçekle yüzleşme süreci başlayacaktı…  Geceyle gündüzün birbirine karıştığı son bir haftanın acı çizelgesine keskin bir çizgi çekiliyordu. O güzel çocuklar hep en son gülüşleriyle anımsanacak, ateş düştüğü yeri yakacak ve içten içe büyüyecek, tarifsiz ve tanımsız bir yokluk kuşaktan kuşağa aktarılacaktı.

Lala Mustafa Paşa Cami ya da Aziz Nikolas Katedrali’nin gölgesine sığınan kalabalık bu son vedayı kabullenmemişti. Ortak duygu hayatın anlamsızlığı üzerine örülüyor, ölümün kalleşliğine isyan ediliyor, gizli bir öfke yumruk gibi sıkılmış avuçlara toplanıyordu… Tabutların içine yakışmıyordu çocukların bedeni…

Tam da cenazelerin yanı başında asılmış çocukların fotoğrafına baktım, elleri kenetlenmiş, kucak kucağa… Vedaları kucak kucağa olamadı… Keşke hepsini yan yana toprağa verebilseydik. Yine takım olarak… Terleri, nefesleri, saçları birbirine karışsaydı yine…

***

Çocuklar vardı cami avlusunda, muhtemelen arkadaşlarına veda için gelmişlerdi ve anne babalarına sarılmışlardı sımsıkı… Okul arkadaşları… Hayatın anlamı her biri için değişti şimdi... Mezarlıkta toprağa bakıyor, anlamaya çalışıyorlardı… Bir ana, baba, kız birlikte uğurlanıyordu. Bir ana kız yan yana toprağa uzanıyordu… Bir evladını uğurlayan anne, bir diğerine sarılıyordu. Bir evlat öksüzdü. Bir baba yalnızdı… Torunlarının cenazesine gelen yaşlı insanlar ağıtlar yakıyordu sessizce…

Tekbirle tedbirin birbirine karıştırıldığı coğrafyada, deprem değil ihmal öldürdü evlatlarımızı…
Biliyorduk ve bu matemin, yasın, acının içinde çok fazla bağıramıyorduk. Çok ama çok fazla bağırmak istesek de gücümüz, dermanımız, sesimiz tükenmişti doğrusu…

***

Çocuklar ölümü bilmez, anlamaz, düşlemez.
Aklına düşmez çocukların ölüm…
Yaşı daha büyükler, hele eskiler, dünyanın neresinde olursa olsun, kendi yurdunda ölmek isterler...
Kıbrıs’ta uzanmak toprağa…

Tek tesellimiz bu belki de… Evlatlarımızın, kafilemizin, tümünün bedenlerinin ülkelerine gelmesi… O vedalaşmanın yaşanması…
Başka da bir tesellimiz yok.
Telaşımız var: Bu evlatların anısını nasıl yaşatacağız?
Umarım bunu başarırız…



O çürük otel soruşturulacak mı?


Alel acele yapılan “soruşturma başlatıldı” açıklamaları beni ürkütüyor.
Kim, kimi soruşturacak?

Kahramanmaraş depreminde evlatlarımızın toplu mezarına dönüşen o “çürük” otelin soruşturulacağına inanıyor musunuz?
Ben inanmıyorum.

Hele onca yozlaşmanın sorumlusu bir iktidarın bunu yapacağını düşünmek bana saflık gibi geliyor.
O iktidar tarafından adaya zorla dayatılan hükümetin bunun takipçisi olmasına da pek imkan yok…
Tepkiyi azaltmak ve sempati yaratmak gibi görünüyor açıklamalar…
Samimi değil…
Çünkü samimi olsa ilk iş kendi başlattıkları “kaçak inşaatı” durdurur, inşaat disiplinlerinin uygulanması için talimat verirlerdi.

“Ne emirname, ne imar planı, biz sizin arkanızdayız!” diyenleri zorla başkan seçtirdiler bu ülkeye…
Seçtiren kim?
Türkiye’de “imar barışı” ile övünenler!
İmar barışı, her türlü denetimden uzak, ruhsata ve imara aykırı yapılara onay vermekle gerçekleşti.
Tam 21 yıldır tek başlarına yönettikleri ülkenin yarısı yıkılmış…
Beton sevicilik, rant düzeni, imar planları üzerinden derin pazarlıklar bu ülke insanına da pek yabancı değil…

Hesap soracaksa eğer bunu ‘sivil toplum’ yapmalı…
Barolar Birliği ayrıca Mühendis ve Mimar Odaları mutlaka otel enkazına gitmeli, delilleri toplamalı süreci üstlenmelidir.



Unutmayacağız!


1- Evlatlarımızı…

2- Sivil Savunma kafilesinin Adıyaman’da geceli, gündüzlü çabasını ve Kıbrıs’tan Anadolu’ya yol bağlayan diğer tüm gönüllüleri…

3- Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu’nun “ilk uçakla gittim, son uçakla döneceğim” sözünü ve fedakarlığını…

4- Depremden 6.5 saat sonra ilk toplantısını yapan hükümeti, ilk kafileyi 18 saat sonra Adıyaman’a gönderen sorumsuzluğu…

5- Yalan, yanlış, sorumsuz “gazeteci” kılıklı çamur makinelerini, fırsatçıları, medya maymunlarını…

6- Güneyden gelen yardımı reddeden ve nefret saçan ırkçı, ayrılıkçı, bölücü bakanı...

7- Belediyeler başta olmak üzere dayanışmacı duygularla hareket eden insanımızı…

8- Kendi evladı da depremden kurtulan Aydan başta olmak üzere hepimizin gözü, kulağı olan gazeteci dostlarımızı…

9- Göçükler üzerinden yükselen voleybol çizimi ile o güzel tabloya imza atan sanatçı Ali Reza Pakdel'i…

10- Acıyı, kederi, hüznü, depremi…