Günlük yaşamda kullandığımız kelimelerin önemini genelde göz önünde bulundur(a)mayız. Buna ek olarak kullandığımız dil ile düşünce yapımızın ne denli içe içe geçtiğini kavramaktan gün geçtikçe daha da aciz olan bir topluluğuz… Sözcüklerin içini boşaltmak, ne anlamana gelmediğini bilmeden kullanmak veya anlamı bilinmesine rağmen birçok kavramı başka yerlere çekmek, gün geçtikçe adanın kuzeyinde daha sık rastlanır bir durum olmuştur. Oysa kelimelerin düşüncelerin yuvası olduğu belirtilir. Düşünsel anlamda karşılığı olmayanın dilde de karşılığı yoktur. Düşüncelerin duygularımızı, duygularımızın davranışlarımızı, davranışlarımızın tutumumuzu, tutumumuzun ise yaşamımızı belirlediği ise bilinen bir sistematiktir…
Evet, yazımın girişinde altını çizdiğim gibi, sözcüklerin içini boşaltmak, ne anlamana gelmediğini bilmeden kullanmak veya anlamı bilinmesine rağmen birçok kavramı başka yerlere çekmek en son Mont Pelerin’deki Kıbrıs Zirvesi’nde ortaya çıktı. Kelime anarşistliği ile ün salmış bir toplumun lugatına çok sofistike bir kelime eklendi: MAXİMALSİT…
İlk önce Kıbrıslıların taleplerini Kıbrıslı Türk liderliği maximalist olarak niteledi. Tavan yapan umut/beklentilerin ardından dibe vuran sürecin enkazından kurtulmak için söz artık ‘gazeteci’, ‘köşe yazarı’, ‘siyazi analiz uzmanı’ olarak kamuoyu karşısına çıkarılanlardaydı. ‘Maximalist’e ek olarak 50 yıldır (Talat dönemi de dahil) Kıbrıs Türk pozisyonunu oluşturan bildik retorik ile bir tokat daha yedik bu ülkenin yurtseverleri olarak. “Uzlaşmaz Rumlar”, “İrade yok”, “Pazarlık bile yapmaktan aciz” gibi kelimeler ile başlayan suçlama oyununa dahil olmayan 5-6 gazeteci ise “MARJİNAL” olarak tanımlandı…
Sürece bu kadar körü körüne yaklaşan, eleştirel düşünceden yoksun, kusura bakılmasın ama dogmatik hatta güdümlü bir şekilde halka ilişkiler uzmanlığına soyunun “gazeteciler”e karşı şimdi bir iki soru sormak gerek. “Ya dünya dönmüyor ve biz duruyorsak?” “Ya anahtar döndüğü için kapı açılmıyorsa ve kapı açıldığı için anahtar dönüyorsa?” Ya Kıbrıslı Rumların talepleri çok maximalist değil de bizim önerilerimiz çok minimalist ise? Ya bugünkü çözümsüzlüğün sebebi dış güçler, uzaylılar, börtü böcek değil de ada insanını her geçen gün daha da yozlaştıran etik yozlaşmışlığın en büyük elementi bu itaatkâr tavırlar ve dogmatizm ise? Ya “barış için son umut” derken kullandığımız “umut” ve “barış”ın esansını henüz kavramamışsak ve konuştuğumuz her bir sözcük sessizliğin üzerinde bir kir gibi duruyorsa?
Evet, bu soruların muhataplarının ne bu soruların esansını yakalayacağına ne de bizim Mont Pelerin’de yaşananları derinliği ile kavrayabileceğimize inancım var… Ama yine de kendi vicdanım için bir kere daha vurgulamakta fayda vardır… “Yapıcı belirsizliklere” Mont Pelerin’e kadar taşınan süreç, Alp Dağları’nın eteklerinde donmuştur. Bununla ilgili Akıncı’nın2. Mont Pelerin’deki tavrı, Rusya müdahalesi, Anastasiadis üzerindeki baskı gerekse Erdoğan’ın niyeti ile ilgili belli başlı soru işaretleri ve cevapsız sorular vardır.
Örneğin;
- MHP'nin desteğini ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ'nde alacak olan Erdoğan, Kıbrıs Sorunu'nu derin dondurucuya kaldırmış olabilir mi?
- Garantilere angaje olmak isteyen Rusya, ekonomik ilişkilerinden ötürü Yunanistan'ı piyon olarak kullanıp "garantilere angaje olmaz isem en azından Suriye'den birşeyler alırım" mantığı ile sürece takoz mu koyuyor?
- 1. Mont Pelerin'de Anastasiadis'in kamuoyuna yönelik manevrasının benzerini Akıncı'dan mı izliyoruz?
- Ortada iki taraftan birinin söylediği büyük bir yalan var. "TOPRAK, İsviçre'de kapatılacak" diye bir uzlaşı var mıydı? Yok muydu?
- Anastasiadis'in masadan kaçan taraf olarak görünmemesi için, kilise, EDEK, ELAM VE DİKO'nun rolunü şu anda Yunanistan mı üstleniyor? Yeni KÖTÜ POLİS, Tsipras mı?
- Akıncı'nın 2. Mont Pelerin'e gitmemesi için Erdoğan'dan bir telkin geldi mi? Erdoğan'a rağmen İsviçre'ye giden Akıncı'ya Ankara "masayı çökertin" talimatı mı verdi?
Tüm bunların cevabını belki zaman ortaya çıkaracaktır, bilemiyoruz. Bilmemiz gereken tek şey bizim neden Kıbrıs’ta çözüm ve barış istediğimizin cevabıdır. Aslolan bu sorunun cevabında gizlidir. Eğer ki amacımız bu adayı renkten renge boyayacak birçok-kültürlülük beşiği yapmak ise; inanın müzakerelerin çökmesi veya çökmemesinden izole bir şekilde herkesin üzerine düşen görev devam etmektedir. Unutmamak gerek hastalığın teşhisi de tedavinin bir parçasıdır. Her geçen saniye daha hasta olsak da tedavi oradadır. Yaramızı sağaltmak avuçlarımızdadır…