<<… Öğrencilere şunları söylerim: “Önce kararınızı vereceksiniz. Bir üniversite diploması mı istersiniz, yoksa gazeteci olmak mı? Eğer gazeteci olacaksanız çok cüzi bir paraya çalışmak zorunda kalacaksınız. Bir sandviçle, bir çayla gününüzü geçireceksiniz ve işe girerken “kaçta gelip, kaçta gideceğim” diye sormayacaksınız…>>
Gazeteci Bilbay Eminoğlu, K.T Gazeteciler Birliği’nin dergisinde, Yurdagül Beyaoğlu ile yaptığı röportajla, anılarını paylaşmıştı
---------------------------
Bir ömrü gazeteciliğe adamış, mesleğine aşık bir gazeteci Bilbay Eminoğlu. Acısıyla tatlısıyla 51 yılı geride bırakmış. Yeri gelmiş, doktor kılığına girip savaşı resmetmiş, yeri gelmiş, savaştan mahsur kalmış bir ailenin 5 günlük hasta bebeğini kucağında hastaneye taşımış.
“Gazetecilik sevda işidir” diyor Eminoğlu. “Gecesi gündüzü yoktur…” Nitekim koşuşturmaktan evlenmeyi unutmuş. 40 yaşında aklına gelmiş bekar olduğu ve tesadüfen tanıştığı Aysel Hanımla dünya evine girmiş.
Sebatı önemsemiş. Mesleğe ilk adımını attığı Bozkurt Gazetesinde dile kolay, 30 yıl görev yapmış. Ardından BRT ve BRT’den emekli olunca Kıbrıs Gazetesi…
• <<… Mesleğe başlamam Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşu döneminde oldu. 16 Ağustos 1960’da, Cumhuriyetin kurulmasına beş gün kala zamanın en yüksek tirajlı gazetesi Bozkurt’ta işe başladım. Sevdalıydım… Bugün de böyle… Hala ilk günün heyecanını duyarım. Hani derler ya ‘gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur’ ben o sözü temel kabul ederim. İçinizde merak yoksa gazeteci olunmaz. Bazen DAÜ’nün mezuniyet jürisinde yer alırım ve orada öğrencilere şunları söylerim: “Önce kararınızı vereceksiniz. Bir üniversite diploması mı istersiniz, yoksa gazeteci olmak mı? Eğer gazeteci olacaksanız çok cüzi bir paraya çalışmak zorunda kalacaksınız. Bir sandviçle, bir çayla gününüzü geçireceksiniz ve işe girerken “kaçta gelip, kaçta gideceğim” diye sormayacaksınız. Evliyseniz eşiniz evde sizi bekleyecek. En mühimi gazetecilikte yılbaşı, bayram, seyran, cumartesi, pazar yok. Bunlara razıysanız bu mesleği seçin…>>
“Bir olay olmasını iple çekerdim”
• <<… Yıllarca rüyalarıma girmişti gazetecilik. Adımın gazetede çıkmasını çok istiyordum. Bir küçük Vespa motosikletim vardı. O zaman yeniydi. Gazetenin kupürünü kestim motosiklete yapıştırdım. Bir olayın olmasını iple çekerdim. Kalabalığı yara yara giderdim…O Vespacıkla o olay senin, bu olay benim yıllarca dolaştım…>>
• <<… Ben Bozkurt Gazetesinde foto muhabiri olarak işe başladım. Sonra muhabir oldum. Ne bölüm varsa hepsinde çalıştım. O dönem şimdiki gibi fazla gazeteci yoktu. Ardımdan Ahmet Tolgay geldi. Çok kadim dostumdur. Yaşamımız birlikte geçti. Tolgay’la sinema merakımız vardı. Sinema dünyasına girdik. Türkiye’deki artistlerle röportaj yapardık, yabancı resimlere Türkçe yazı hazırlardık. Alt yazıyı burada ben başlattım...>>
• <<… Bozkurt’ta biraz eksik biraz fazla 30 yıl çalıştım. Bozkurt kapandı. Bir gün hanımla öğlen yemek yeriz, radyo açık; BRT redaktör muhabir arar. Yemeği yarı buçuk bıraktım, Hanım “seni mi alacaklar!” dedi. Ben evden çıktım, BRT’ye gittim. BRT’nin ilk müdürlerinden Özer Berkem beni görünce “hayrola Bilbay” dedi. “Adam ararmışsınız” dedim. “Hemen başla” dedi. Haber memuru olarak işe başladım. Sonra redaktör muhabir B, daha sonra redaktör muhabir A, onun ardından Haber Müdürü, en son TV Haber müdürü görevine getirildim ve 60 yaşındayken Haber Müdürü görevindeyken emekli oldum. Emeklilik için istifa mektubumu koyduğumda İsmet Kotak müdürdü. Mektubu görünce şaşırdı. Ben, “efendim ben istemedim, 60 oldum. Emeklilik yaşım geldi” deyince Kotak beni 5 yıl sözleşmeli çalıştırdı. Kadrolu olduğumda ne kadar para alıyorsam o parayı verdiler. Daha sonra kanun çıktı. Emekliler devlet dairesinde çalışmaz diye. O zaman tercih yapma zorunluluğum doğdu. Bende dışarıda çalışmaya karar verdim…>>
• <<… Unutamadığım anılardan biri, Küçükkaymaklı’da oturan Nuray isimli kızın bir gecede Türkçeyi unutup, İngilizce konuşmaya başlaması. Sabah saat 09.00 gibi Bozkurt’a telefon geldi. Bana “Bilbay koş, kız akşam iyi yattı, sabaha Türkçe’yi unuttu, İngilizce konuşur. Gel buraya, kaynadı burası” dediler. Koştum gittim. Adı Nuray, annesi ağlar. “Kız nerede” dedim. Odadaymış. Odaya girdim, “Merhaba Nuray” mı diyeyim, “Hello Nuray” mı diyeyim bilemedim. Türkçe konuşuyorum bana “I don’t understand” diyor. Sonra İngilizce konuştuk. Ertesi gün Fazıl Küçük’te geldi. Rum tarafından gelenler oldu. Kızın hastalığı milyonda bir görülen olay. Bilinç altına yerleşen sözcüklerin dışa atılmasıymış. Aylar sonra kendiliğinden iyileşmiş. Şimdi hayatta. Canımı yedim ama tekrar görüşmeyi kabul etmedi…>>
“Doktor kılığında gazetecilik yaptım”
• <<… Unutamadığım o kadar çok anı var ki… Bir gün öğle vakti Bozkurt Gazetesi’nin kapısı önünde üç doktor durdu. Biri Doktor Burhan Nalbantoğlu’ydu, diğerlerini hatırlayamıyorum. İçeri geldiler. Bir doktor önlüğü ve bir stateskop uzattılar, “bunu giy” dediler. Üç Şehitler Köyüne gittik. Onlar doktor olarak izinliydi ancak başka kimsenin gitmesi yasaktı. O yüzden, orada yaşananları fotoğraflamam için bu çareyi buldular. Fotoğrafları çektim, dönüşte Rum polisi benden şüphelenerek önümü kesti. Ben de önde otururdum. Polis beni arabadan indirdi, bana “sen doktor değilsin” dedi. Çok kez ölümün soğuk nefesini duymuştum ama o gün “tamam Bilbay bu kadar” dedim. Yanımdaki arkadaşlarım Rum polisi ikna etmeye çalıştı, polis beni bırakmadı, “bir şey yapmayacağız, sorgulayacağız” dedi. Allahtan önümüzde eskort olarak giden İngilizler döndü geldi. “Bu adamları biz götürdük” diyerek Rum’un elinden aldılar. O resimler çok işe yaramıştı…>>
• <<… Yine doğsam, yine gazeteci olurdum. Asla başka bir meslek yapamazdım. Ölene kadar da mesleğimi yapmak istiyorum...>>