Bir kadın, bir acılı evlat, bir yurttaş “Polis Genel Müdürlüğü”ne gönderdiği mektubuna yanıt alamayınca, benimle de paylaşmak istedi.
Sizler de okuyasınız, isyanını toplum da bilsin istedi.
İçim burkularak okudum; hüzünle, öfkeyle, sözcükler düğüm düğüm boğazımda…
“İstanbul’da Yoğun Bakımda yatan ve entübe olan babamı, Özel Ambulans uçağı ile Kıbrısımız Ercan Havalimanına getirmek için yola çıktık. Atatürk Havalimanında son derece saygılı, duyarlı polis görevliler tarafından pasaport çıkış işlemlerim yapılmıştı.”
Babasının son isteğiydi Kıbrıs’a dönmek, toprağına dokunabilmek…
“Ellerini öperek seni Kıbrısımıza götürüyorum diyebildim. Son duyduğu bu cümle ile gözlerinden yaş gelen babam için canım parçalanmıştı.”
Özel ambulans uçak Ercan Havaalanı’na indi ve pasaport işlemlerinin yapıldığı giriş yerine yaklaşık 200-300 metre uzakta durdu.
Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi Ambulansı da uçağa yanaştı.
Entübe durumdaki hastanın ambulansa aktarılması son derece hassas bir süreçti.
Babasının elini o an bırakan kızı uçaktan indi, çevresine baktı, çıkış işlemleri için yardım istedi. O sırada alanda başka bir yolcu uçağı da yoktu.
“Nasıl bir duyarsızlık”
Yine sözü acılı bir kadının, evladın, yurttaşın mektubuna bırakmak istiyorum.
“Yalvarır gözler ile baktım. Pasaport kontrolümü yaptırıp çıkışa gitmemi ve sol tarafa yürüyüp ambulansın çıkacağı kapıyı bulmamı istediler. O halimden anlayan kimse yoktu. Ercan pasaport kontrolüne geldim. Tüm pasaport gişelerinde normal olarak görevli polis de yoktu. Sağ tarafta askerin girişini yapan askerden acil giriş yapmam gerekiyor diye yardım istedim. Genç çocuk yerinden kalktı, beni sol tarafta yan odada oturan polislerin yanına götürdü ve içeriye seslenerek, ‘giriş yapması gereken yolcu var’ dedi. İçeriden gelen ses; ‘neynan gelmiş bu, ufo ile mi gelmiş’ olunca, ağlayarak bağırıyordum. Nasıl bir duyarsızlıktı bu.”
“Çaresizce…”
Bir evlat, babasını yitiriyordu ve bu başıboş, bu lakayt, bu vasat düzende kamusal görev sorumluluğu, insana saygı, insanlık değerleri çürümeye devam ediyordu.
“Dışarı çıktım. Ercan bomboştu. Sola doğru koşmaya başladım. Hiçbir görevli yoktu. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Sadece koşuyordum. Gümrük binasına kadar gittim. Biraz gerisinde polislerin olduğu küçük bir bina gördüm. Durumu anlatmaya çalıştım, bekleyeceksin dedi polis bey. Polis yan camı da kapamıştı. Çaresizce kaldırım kenarında uzaktan babamı seyrederek ambulansın gelmesini bekledim. O sıra paket servis motoru geldi, pizzalar teslim edildi.”
İnsan olmak insan!
Biliyorum, bu yazdıklarım sonunda suçlu ya şikayet sahibi olacak ya da bu satırların sahibi…
Ada yarısında işler böyledir.
Hep yanına kalmıştır yapanın…
Örneğin, hastanede “hasta hakkı” yoktur yalnızca…
Suçlu gibi hisseder insan kendini hasta olunca…
Hatta güler yüz görürse, iyi muamele, bunu ayrıcalık kabul eder…
İnşaattan düşer, ölür işçi; araştırılır, soruşturulur, ölendir suçlu (!)
Ne kadar yokluk varsa, ne kadar sıradanlık, hepsi hayatlarımıza dayatılır gün, gece…
“Alandaki görevli biraz daha duyarlı olsaydı, Ercan pasaporttaki kahve muhabbetinde olan polis arkadaşlar biraz daha saygılı olsaydı bu şikayete gerek kalmazdı, içim bu kadar yanmazdı” der mektup sahibi, Polis Genel Müdürlüğü’ne hitaben…
Dedim ya, der de yanıt da alamaz.
O Ercan’dan özel bir jetin sorgusuz sualsiz geçtiğini, hem de pandemi şartlarında bir kumarhaneye yol bağladığını, skandalın ortaya çıkması ile başlatılan soruşturmanın yolunu kaybettiğini, baş sorumlunun ödüllendirildiğini de anımsatmış olayım.
“Keşke herkes İNSAN mıyım diye bir kendine sorsa” sözleriyle mektubunu bitirir, acılı evlat…
O acılı yolculuğun bir gün sonrasında babasını da yitirmiştir.
Kıbrıs yurttaşlığı meselesi büyüyor
Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlığının geçmişe göre çok daha güçlü gündeme gelmesi, hem çözüme umutsuzluk hem de “KKTC düzeni”nin hiçbir gelecek ön görmemesi nedeniyledir.
Yeniden Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki kurucu ortaklık haklarımıza dönüyoruz.
Yalan bir siyasetle Kıbrıs’ı uluslararası toplumdan iyice kopartanlar görsünler, düşünsünler, utansınlar.
Kıbrıs’ta doğan, büyüyen, çoluk çocuğa kavuşan ve genelde Türkiye’den gelen anne ya da babası, ninesi ya da dedesi olan “karma evlilik” mağdurlarının isyanı giderek daha güçlü ses getiriyor.
Avrupa Birliği Adalet Komiseri Didier Reynders'in AKEL Avrupa Parlamentosu Milletvekili Niyazi Kızılyürek’e yanıtı, Cyprus Mail’in BAŞYAZI’na da yansıdı.
“Bir ebeveyni Türk olan kişileri vatandaşlıktan mahrum bırakmak açıkça ayrımcıdır ve üye devletlerin ulusal kanunlarının cinsiyet, din, ırk, renk, ulusal veya etnik kökene dayalı ayrımcılık yapması Avrupa Birliği hukukuna aykırıdır” görüşüne dikkat çekiyor Cyprus Mail…
Güneydeki EDEK partisi bunun “ayrımcılık” değil “savaş suçu”ndan kaynaklandığını iddia ediyor.
Cyprus Mail'in yorumu dikkat çekici:
“Bir Kıbrıslı Türk ile evli olan her Türk vatandaşının yasa dışı yerleşimci ve savaş suçlusu olduğuna dair hiçbir kanıt olmadığı için bu iddia meseleyi basite indirgeyen bir argümandır.”
Karma evliliklere dair Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurunun an meselesi olduğuna da dikkat çeken Cyprus Mail, “Bu da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kaybedeceği bir davadır. O zaman hükümet ne yapacak?” diye soruyor.
Bu iş daha da ileriye gidecek gibi görünüyor.