12 Eylül askeri darbesinin siyaseti canavarlaştırdığı ve buna bağlı olarak toplumsal çürümeye yola açtığı yıllarda, Türkiye sineması da renkli görüntülere sahne oldu. Bir tarafta komik porno diye tabir edilen filmler türerken, diğer tarafta da içinde yaşanılan aymazlığa karşı üstü kapalı göndermeler içeren filmler çekildi. Bunlar arasında sayabileceğim en güzel örneklerden biri, 1980 yılında beyaz perdeye aktarılan “Banker Bilo” isimli yapıttır. Şener Şen, Eşkıya’daki (rahmetli dedemin son dönemlerine tip olarak benzeyen) Baran karakteri ile gönlümde taht kurmasına rağmen, Banker Bilo’daki Maho tiplemesinin önemi de azımsanamaz. İkiyüzlülük, kendi menfaati için her türlü değeri kolayca yok sayma, karşısındakileri aptal yerine koyma, genel yararı değil belli zümrelerin çıkarlarını göz etme; kısacası sonuca giden her yolu mübah sayma gibi özellikleri içeren, daha da uzayabilecek bir listeyi işaret eder.
“Acaba konu nereye varacak”, diye düşünenler olacaktır. Hepimizin malumu olan meseleye geleceğim. 14 Haziran 2020 Pazar günü, Yenidüzen büyük bir başarıya imza attı. Gazete manşetinden verilen haberde; Covid-19 pandemisine bağlı alınan önlemlerin tartışıldığı bir dönemde, “özel izinle” ellerini kollarını sallayarak – karantinasız – tıbbi test yapılmadan bir grup insanın adaya giriş yaptığı aktarıldı. Hem de bu kişiler, Dünya Sağlık Örgütü’nce sunulan rakamlara göre, günlük tespit edilen hasta sayısının 1500’ü geçtiği ve güvensiz ülke kategorisine alınan Türkiye’den geldiler. Bunu ayrıca belirtmemin sebebi, hükümet eden UBP ve HP yetkililerinin, toplum sağlığını çok fazla önemsemesi (!) ve günde 2 - 3 bazen 0 vaka çıkan Kıbrıs’ın güneyine çalışmak için geçen vatandaşlarının girişlerini karantina kuralına bağlamasından kaynaklanır. Yani aynı hükümet, vatandaşı olmayan ve bulaşma riskinin katbekat fazlasına sahip bir ülkeden gelen kişilerin girişini hiçbir kurala bağlamayabiliyor. Yukarda belirttiğim filmde, Maho’nun Bilo’ya sarf ettiği sözler de burada anlam buluyor. “Evet yaptım ama sor bakalım niye yaptım?”
KKTC Hükümeti: Maho
Haberin yayınlanması ile birlikte sosyal medya çalkalanmaya başladı. Toplum rahatsız. “Mademki sağlığı önemsiyordunuz, bu da neyin nesidir?” diye soruyor insanlar. Ardından beklenen gerçekleşiyor ve bir küs bir barışık hükümet kanatları, ötekini suçlayıp kendilerini savunmaya başlıyorlar. HP çok bilindik bir yöntemle sahneye çıkıyor. İlk etaptaki: “Bizim haberimiz yok. Bir hata olmuşsa UBP’den kaynaklanır” tadındaki açıklamalar, ertesi gün yerini “Dinledik, anladık” yönündeki cümlelere bırakıyor.
Tüm bu karmaşa ile baş edemeyecek iktidarsız hükümet, kaçak olarak ülkeye giriş yapan kişileri apar topar, gününden önce gönderiyor. Niye kaçak diyorum? Çünkü dün Meclis’teki soruları yanıtlayan Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanı Kudret Özersay, açıkça, bahse konu kişilerin gelişleri ile ilgili bir bakanlar kurulu kararı alınmadığını söyledi. Bu durumda yasal bir girişten bahsedemeyiz. Kısacası kurallara aykırı, hukuksuz bir durum ortaya çıkıyor. O ana kadar gerek Turizm ve Çevre Bakanı Ünal Üstel gerekse Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Tolga Atakan top çevirip, bu durumu itiraf edemeseler de, Özersay “masum – temiz çocuk” rolünü korumak için konunun hukuksuzluğunu açıkladı.
Dün Meclis’te muhalefet vekillerinin yönelttiği sorular karşısında Başbakan Ersin Tatar, Özersay, Üstel ve Atakan bolca terledi. Sağlık Bakanı Ali Pilli kendisini ilgilendiren hususlara dair cevap vermek için kürsüye teşrif ettiğinde, gandır çocuğu da Taksim istesin modunda, “kimse ile görüşmediler, merak edilecek bişey yok” mealinde cümleler kurdu. Kamusal yarar çerçevesinde, kendilerine teslim edilen temsili görevleri uygulamaları gerekirken, hemen hepsi sıkıştıkça kürsüyü terk etti. Ardından yeniden sahneye çıktılar. Sonuç itibariyle, bakanlıklarının görev tanımlamalarını aktarmaktan başka hiçbir hususta cevap vermediler. “Bu bizim konumuza girmiyor, bilmiyoruz, ilgili bakan arkadaş anlatsın” şekilde sıralanan cümleler, acınası ve kahrediciydi. Ülkeye izinli gelişleri belirleyen önceki Bakanlar Kurulu kararlarında yer alan bilgiler, muhalefet vekilleri tarafından mevcut durum özelinde de soruldu. Kişiler hangi sıfatla geldiler? PCR testleri yapıldı mı? Karantina süresi olarak belirlenen 14 günlük döneme neden uyulmadı? Gümrükçüler neden özel uçağı denetlemedi? İddia edildiği gibi ihaledeki teminat süresini uzatmak gerekiyorsa, mesai saatleri dışında bir dönem (haftasonu) niye tercih edildi? Bu kişiler niye kumarhane arabası ile havaalanına ulaştırıldı, basın özgürlüğü hakkını hiçe sayarak neden gazeteciler havaalanına alınmadı? Ayrıca Lapta Belediyesi’ne yapılan vurgular sonrasında belediye başkanının bilgisizliği beyan etmesini çürütebilecek hiçbir açıklama yapılmadı. Umarım kendilerine oy veren şeçmen de bunu iyice gözlemlemiştir. Çünkü toplum olarak aklımızla ve geleceğimizle dalga geçen siyasilere yönelik bir cevap vermeyip bunu da sineye çekersek, burnumuzun direğini kıran pis kokulara daha da fazla maruz kalacağımız kesindir.
En acil ihtiyaç: Sağa sola yalpalamayan, net ve kararlı bir muhalefet
Aslında yaşananlar çok da şaşırtıcı değil. Zaman zaman değişen hükümetlerde, benzer uygulamalar ile karşı karşıya kalıyoruz. Aradaki fark, yapının kurucusu olan UBP ve onun şu anki yancısı HP’nin bunu alelade yapmasıdır. Sorun, yaşananların salt hukuksuzluğu yani izinli gelişe ilişkin yürürlüğe giren bir Bakanlar Kurulu kararının mevcut olmaması üzerinden değerlendirilemez. Mücadele edilmesi gereken esas nokta, politiktir. Her türlü konuda tıkanma noktasına gelen ve artık bir adım dahi ileriye gidilemeyen KKTC sistemidir. Mevcut durumda, çöplükten başka bir şey üretme kapasitemiz kalmamıştır. Aynı yol üzerinde yürüdüğümüz sürece ya kokuşmuşluğa katkı sağlayacak ya da karşı çıktıkça oyun dışı bırakılacağız. Bu sebeple daha yüksek sesle konuşan, basın – kürsü açıklamasının ötesine geçen, sokağı da harekete katan, sağa sola yalpalamadan net olabilen ve adanın tamamına seslenen bir muhalefete ihtiyacımız vardır.