Sorumlu kim?

Başarısızlık hikayemiz, Akdeniz’de gerilimi artırmaya devam ediyor. Kıbrıs Rum tarafının savaş yerine sondaj ve diplomasi ile yol alması gelişmeleri belirleyen unsur olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni öne çıkarıyor. Bir dış gözle sürece bakt

 

 

Başarısızlık hikayemiz, Akdeniz’de gerilimi artırmaya devam ediyor. Kıbrıs Rum tarafının savaş yerine sondaj ve diplomasi ile yol alması gelişmeleri belirleyen unsur olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni öne çıkarıyor.

Bir dış gözle sürece baktığımızda, Türkiye, Kıbrıslı Türkler adına “egemenlik”, “mütekabiliyet” iddiası ile bölgedeki “doğal zenginlik”ten doğan hakkı arıyor. Piri Reis’in “arama” çalışması bir yandan devam ederken, Türkiye hükümeti adına yapılan açıklamalar ise gerginliği tırmandırmaya devam ediyor.

Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan Kıbrıslı Türklerin, yüzyıllardan beri olduğu gibi “doğduğu ve doyduğu” bu toprakların “karar vericisi” olabilmesi için, yöneten veya vatandaş her bir bireyin, sosyal sorumluluğunun bilincinde olması ve görevini bu anlamda en etkin, verimli bir biçimde gerçekleştirmesi gerekmektedir.

Hiç bir olguya düz bir mantıkla bakamayız! Her bir olayın neden sonuç ilişkisi ve diyalektik ilişkinin yapıcı, olumlu gelişime dayalı değişimci bakış açısını yakalamamız gerekir. Gerçekliğin içerisindeki çelişkileri görmeden ve bunların hayatı dönüştüren gücünü çözümlemeden bugüne teslim olmak bizi gündem yapmaz. Ancak gündemin peşinde kendine konum yaratan unsurlar haline döneriz.

Cumhurbaşkanı Eroğlu ve İrsen Küçük hükümeti dönemi, Türkiye - Kuzey Kıbrıs ilişkilerinin en “kötü” yönetildiği dönemdir. Kıbrıslı Türklerin en çok yanlış algılandığı, gereksiz ve haksız yere aşağılandığı, tepki aldığı dönemdir. Türkiye ve Kıbrıslı Türk halklarının, 2004 yılından itibaren ortak gelişme, ilerleme perspektifi, ortak AB hedefi, toplumsal ilerlemenin yolunu halklar ve yönetimler açısından ortak kılıyordu.

Türkiye’nin çeşitli faktörler nedeniyle AB perspektifini görece askıya alması sürecinde, KKTC’ye ve Kıbrıs sorununa bakışının değişmesinde Cumhurbaşkanı Eroğlu ile İrsen Küçük hükümetinin de bir ölçüde rolü olabilir. Ancak esas olarak aynı siyasi çevreler, Kıbrıs Türk halkını ayağa kaldırıp özne rolünü geliştirecek bir politik duruşu gerektiren beklenti ve duyarlılığı göz ardı (hatta yok) ederek, yılların UBP geleneğince yaratılmış şükrancı anlayışın bir sonucu olan ve Kıbrıslı Türkleri başarısız, etkisiz ve ezik gösteren bir yaklaşımı yeniden ürettiler.

Demokrasi anlayışından yoksun, “ben yaptım olurcu” güler yüzlü despotizmin temsilcileri, Türkiye karşısında “evet olurcu”, Kıbrıslı Türk halkı karşısında ise “napalım böyle isterler” diyerek, şükran kültürünün ezikliğini sürekli kıldılar.

Bu noktada UBP’nin bu ülkeye verdiği en büyük zarar olan “şükran kültürü”, “kısa günün karını” her şeyin önünde tutan ve zümresel çıkarlarını toplumsal varlığın önüne koyan kesimlerin görmezliğinde Kıbrıslı Türk halkının özneleşme sürecini ötelemeye devam edecektir.

Kırılma noktası tam da budur. “Biz” olmadan, kendi değerlerimize sahip çıkmadan, kendimizi önemseyen, özgüveni yüksek bir toplum olamayız.

Petrol - Doğal gaz krizi konusunda ortaya çıkan siyasi gerilimin bir numaralı sorumlusu, edilgen siyasi konumu ile ve ucuz iç hesaplaşmaları ile koltuk kavgası yapan Sn. Eroğlu ve UBP yönetimidir.

Sn. Eroğlu ve UBP hükümetinin yaratmış olduğu tahribat sadece, iç yıkım değil, aynı zamanda beceriksiz bir diplomasi ve dış ilişkiler yönetimidir de. Asli görevini yerine getirmeyen bir Cumhurbaşkanı’nın, dolalı olarak dahi olsa Türkiye’yi bu tür bir maceraya ortak etmesi ve edilgenliği ile gerilime yönlendirmesi de elbette kabul edilir değildir.

Bu son kriz, edilgen ve ezik, şükran kültürünün ve bunun yarattığı statükonun sonunun geldiğini de bize açıkça gösterdi.

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri