<< Aslında Kuzey Kıbrıs’ta yıllardır sistemin ötekileştirdiği yani uzun yıllar önce adamıza gelen insanları siyasi rant uğruna gerekli olanakları sağlamadan, topluma entegre etmeden, iletişim kurdurmadan böl-yönet anlayışı ile ötekileştirdiği durumun, UBP Hükümeti icraatları ile yoğunlaştırıldığı bir korkudur. Bu korku sadece “Kıbrıslı”larda yoktur. Bu korku bir iki nesil önceki ataları Türkiye’den gelen gençlerin de korkusudur>>
CTP Gençlik Örgütü…
Bu ülkenin en köklü partisinin gençlik hareketi…
CTP Gençlik Örgütü’nün yeni başkanı Ürün Solyalı’ya da bir süredir bu köşede tartışılan “Kıbrıslı Türklerin yok olma kaygısını” ve Türkiye’den adaya gelenlere karşı oluşan “gacolar” gibi tepkisel yaklaşımları sordum.
Ürün, güncel örnekler vererek konuya yaklaştı…
İşte Ürün Solyalı’nın yorumu:
Mert, Merhabalar
Öncelikle bu kadar zamandır toplumumuzda bir “tabu” olarak görülen bir konu başlığını bu kadar açıklıkla irdeleyebildiğin için teşekkür ederim.
Medyanın bu gibi konularda olumlu etki oluşturması fazlası ile önemlidir.
Biliyor musun aslında örgüt içerisinde bu konuyu son dönemlerde fazlasıyla konuşuyor, bu tip ötekileştirmelere ve önyargılara nasıl çare buluruz diye tartışmalar yapıyoruz.
Hatta başımıza bazen -ki bunu toplumdan da gözlemleyebiliriz rahatlıkla- öyle “trajikomik” olaylar geliyor ki... Mesela, arkadaşlarla konuşurken öncelik “dil temizliğine” veya “öteki” yaratmadan tanımlama şekline özen gösterme çabasındayız. Bunu yaparken tabi ki bulunduğumuz ortamlarda, bizlerle yıllardır çalışmış veya yeni çalışmaya başlamış, bir- iki nesil öncesi Türkiye’den adamıza gelmiş arkadaşlarımız da oluyor.
Tabi ki herkesin aynı hassasiyette olmasını veya hemen empati kurarak hareket etmesini bekleyemeyiz. Konuşmalar arasında bir arkadaş tarifini “gara”lar olarak yapıyor ve diğer bir- iki nesil önceki ataları Türkiye’den adamıza gelmiş arkadaş “Hop, nedir da öyle söylen?” diye sorduğunda “E sen bizdensin!” cevabını verebiliyor.
· Gacolar ficalar tepkisel yaklaşımının altında yatan sebepler nelerdir?
· Kapitalist üretimin sürekli askerlere ihtiyacı vardır. Geçmişte sömürgelerle, kölelerle
sömürü sisteminin devamına yönelik karşılanan bu ihtiyaç günümüzde göçmenlerle, misafir işçilerle karşılanır durumdadır.
Türk Dil Kurumu, "öteki"nin sıfat olarak karşılıklarından birine: "Mevcut kültürün içinde dışlanmış olan" demiş. Yani, pratikleştirir isek, Öteki ben merkezli bir dünyada benim dışımdaki yani bana benzemeyen herkes demektir. Bu formülasyonda ideal form benim. Normal olan benim. Benim dışımdakiler bana benzediği ölçüde makbuldür.
“Öteki” netice itibariyle ‘biz’in kurgusundan ibaret olduğundan ‘öteki’ne yönelik tespit edilen özellikler de yine bu kurgunun ürünüdür. Ne var ki bu kurgu yumağının yarattığı sonuçlar, ‘öteki’ tarafından toplumsal hayatın her aşamasında hissedilir hale gelince bu özellikler ‘öteki’nin üstüne yapışır. Bugün saydığımız tanımlamaları sadece Türkiye’den gelen işçiler veya emekçiler için kullanmıyoruz.
‘Biz’ açısından ‘öteki’yi tanımlayan en önemli özellik düzen bozma potansiyelidir. ‘Biz’ ne kadar istikrarlı, modern ve açık görüşlü olan, düzenin yeniden üretimini sağlayan ve bu nedenle toplumun var oluş amacına uyansak; ‘öteki’ de o kadar düzen bozma, istikrarsızlık getirme, düzenin işleyişini sağlayan gelenek, yasa, normların içini boşaltma potansiyeline sahip olandır, tehlikeli olandır.
Bu konuda aslında bir tespiti paylaşmak gerekirse; Medyanın, Mahkeme haberlerini manşetten ve geride devam eden ilk üç sayfadan vermesi ve aslında çok ağır bir şekilde “ötekileştiren” dili kullanması bu gibi kelimelerin daha hissedilir ve içten bir şekilde telaffuz edilmesine de öncülük etmektedir.
Aslında konu ekonomiktir ve bir Sistem Sorunudur. Sorun, burada sağ kesimin ve özellikle UBP’nin bu memlekette çok ucuz bir şekilde insanların duyguları ile oynadığı vatandaşlık sorunudur. Emek kesimi bu ülkeye o veya bu şekilde karınlarını doyurmak ve daha güzel bir dünya kurmak hayali ile gelmektedir. Her insanın istediği, hayal ettiği de bu değil midir? Bizler Londra’ya, İstanbul’a giderken ayni hayaller ile gitmiyor muyuz?
Okuyucudan duyar gibiyim; ama bizler kimsenin iradesini ele geçirecek kadar kalabalık olmadık ve buna niyet de etmedik.
Zaten onun için diyorum bu sorun bir sistem sorunudur. Bu sorun hem devletin ekonomik bağlılığı sorunu, hem Türkiye hükümetlerinin buraya bakış sorunu hem de buradaki Sağ kesimin ucuz politika ile günü tamamlama, Türkiye Hükümetlerine boyun eğme, önlerinde ceket ilikleme sorunudur. Kayıtsız ekonomi, kontrolsüz ve limitsiz kabul sorunudur. Denetim sorunudur.
Neden ülkemize yine Türkiye’den gelen, ücreti daha yüksek olan ve daha bize uygun giyinen emekçiler için bu terminolojiyi kullanmıyoruz?
Buna göre yüksek ücret alan ya da daha iyi bir konumda olan işçiler ve emekçilerle ucuz emekçiler yani - “en yeni göçmenler” piyasada olduğu gibi zihinlerimizde de rekabet halindedirler. Ucuz emekçiler yüksek emekçilere göre ötekileşirler.
“Öteki”nin homojen bir kütle olmadığı gerçeği, birkaç münferit günlük olay ile bağdaştırılarak reddedilir.
Hatta o kadar acıdır ki, trafik kazalarında bile üzüntümüzü- sıkıntımızı “öteki” ile bağdaştırarak yaşıyoruz. Bunlara şahit oluyoruz.
Kategorileşen, dışlanan, etiketlenen ‘öteki’ çok kimliklilikle hiç kimliklilik arasında gidip geliyor. Çok kimliklidir çünkü çoğunluğun benimsemesi için baskı kurduğu rolleri taşımaya çalışır, bu baskıya tepkisel olarak oluşturduğu yapısı vardır. Bunların yanı sıra, baskıdan önce de var olan geçmişinden gelen kimliği mevcuttur. Ne var ki ‘öteki’ aynı zamanda hiç kimliklidir; çünkü sayılan kimliklerin üçüne de gerçek anlamda ait hissetmez. Kökeninden kopmuş ya da koparılmıştır, eski bağını yitirmiştir, çoğunluğun sunduğunu benimseyemez, benimsese bile çoğunluk tarafından kaybettiği kökeni sürekli hatırlatılır, tepkisel olarak sarıldıkları ise yanılsamadan ibarettir, özü değildir. ‘Öteki’ kaybolmuştur bir yerde. Ne oralıdır, ne buralı! Bunu bir çok arkadaşımızdan her gün duyuyoruz.
Bundan kurtulmanın yolu empatidir, anlamaya çalışmaktır. Öteki olarak gördüklerimizle sadece medya üzerinden ilişki kurarak veya birkaç günlük olay üzerinden değerlendirerek değil de direk ve gerçek ilişki kurarak anlamaya çalışmalıyız. Böylelikle göreceğiz ki asıl problem biz ötekiler değil bizi ötekileştiren sistemdir.
· "Kıbrıslı Türkler olarak yok oluyoruz" kaygısının altında yatan düşünce nedir?
Yok olmak ya da gaco diye tepki göstermek ırkçılık mıdır?
· Tabi ki Kıbrıslı Türk toplumunun kaygısı haklı bir boyuttadır. Ancak bu kaygı kişilere karşı duyulan bir nefretin veya kızgınlığın sonucu değildir. Bu kaygı, sisteme karşıdır. Lefkoşa’ya ve Ankara’ya duyulan güvensizliğin bir sonucudur, tepkisidir, kaygısıdır.
24 Nisan 2004 tarihi bizler için gerçekten bir milattır. Bizler aslında tüm toplumun yani her ne kökenden, geçmişten, ekonomik statüden geliyorsa gelsin bu adada yaşayacak olan insanları bir olarak kabul etmeyi onayladık. Geleceği birlikte kurmayı “ötekileştirmeden”, “gaco” “garasakal” demeden kabul ettik. Bu bizler için çok önemli bir başlangıç oldu. Ondan sonraki dönemde de aslında CTP’nin Ankara ile kurmuş olduğu diplomatik ilişki neticesinde bu korkular ve sıfatlandırmalar toplumda çok fazla yer bulmadı.
Bugünlerde bu söylemlerin veya duyguların artmasının nedeni açıktır. Kıbrıs Türk toplumuna sahip çıkmayan hükümetin yapmakta olduğu icraatlara, bizleri Türkiye Hükümeti önünde düşürdüğü durumlara ve hatta maaş masasında pazarlık yapmasına karşı duyulan nefret ve kızgınlığın hissiyatıdır. Çok da haklı bir duygudur.
Türkiye Hükümetinin buradaki dayatma tutumlarına ve aynı zamanda buradaki yönetim erkinin toplumunun haykırışına ve taleplerine karşı “üç maymunu” oynamasına karşıdır yükselen kaygımız.
Aslında Kuzey Kıbrıs’ta yıllardır sistemin ötekileştirdiği yani uzun yıllar önce adamıza gelen insanları siyasi rant uğruna gerekli olanakları sağlamadan, topluma entegre etmeden, iletişim kurdurmadan böl- yönet anlayışı ile ötekileştirdiği durumun, UBP Hükümeti icraatları ile yoğunlaştırıldığı bir korkudur. Bu korku sadece “Kıbrıslı”larda yoktur. Bu korku bir-iki nesil önceki ataları Türkiye’den gelen gençlerin de korkusudur.
Yani dünyayla barışmayı, kucaklaşmayı, çok kültürlü ailelerine entegre olmayı planlayan projelendiren bir Toplum olarak, kendi iç barışımızı sağlayamaz bir duruma getirilmemiz önemlidir ve çok ciddi bir şekilde irdelenmesi, çözümlenmesi gereken bir konudur.
YARIN: Lefkoşa Surlariçi’nde “Kıbrıslı” olmak