Hüseyin Çakal
h.cakal@exeter.ac.uk
Nedir sizce? Ana hatları ile daha adil, daha düzgün ve daha yaşanılabilir bir düzenin gelmesi midir? Böyle bir düzeni kim istemez? İstemeyen yoktur herhalde. Eğer herkes daha adil bir düzen istiyorsa neden hala bu kadar eşitsizliklerle dolu bir dünyada yaşıyoruz?
Sosyal Kimlik kuramının babası Henri Tajfel insanların eşitsizliği kabullenmelerini, sosyal kimlik kuramın çerçevesinde üç ana algıya dayandırır. Eşitsizlikten mağdur olan grup üyeleri, toplumsal yapıda kendi grupları aleyhinde olan eşitsizlikleri (1) değiştirilemez olduklarını; (2) haklı nedenlere dayandıklarını; ve (3) erki elinde tutan elitlere katılabileceklerini algıladıklarında kaderlerine razı olurlar. Yani durumlarını değiştirmek için çaba sarf etmezler yada kendilerini bu eşitsizliklerden kurtaracak yapısal değişiklikler talep etmezler. Ama algılarımız bizi yanıltabilir, algılarımız manipüle edilmiş olabilir, dahası algılarımız subjektifdir. Yani bizim mutlak doğru olarak algıladığımız bir bulgu, başkaları tarafından saçma olarak algılanabilir.
Sosyal psikolojiye damgasını vurmuş Gordon Allport, öğrencisi Thomas Pettigrew ile altı aylık bir araştırma gezisi için 1954’de Güney Afrika’ya gider. 1948’de seçimle iktidara gelen Milli Parti (Nasionale Party) ırk ayrımcılğını yasallaştırmış ve Güney Afrika halkını insanların renklerine göre Siyah, Beyaz, Renkli, Hintli ve/veya Asyalı olarak gruplara bölmüştür. Bu arada, ırksal ayrımcılığa dayalı Apartheid rejimi artık yıkılmış olsa da bu kategoriler bugün hala yasal olarak yürülükte. Bütün ekonomik, siyasi ve askeri erk beyaz azınlığın elindedir. Allport ve doktorasını yeni bitirmiş Pettigrew, Durban’a gitmek üzere indikleri Johannesburg’a Siyahların bütün insani koşullardan uzak yaşadığı lamarina barakalardan oluşan uçsuz bucaksız gecekondu mahallelerinden geçerek girerken Allport Pettigrew’e döner ve şöyle der ‘bu kadar kötü şartlar altında yaşayan bu insanlar nasıl olur da bugüne kadar isyan etmemişler?’Aslında hepimizin hatırlayabileceği gibi Güney Afrikalı Siyahlar, ırk ayrımcılığına 1949 dan itibaren başkaldırır ve bu başkaldırılar defalarca kanlı bir şekilde bastırılır, ta ki 1994 iç ve dış baskılar sonucu Güney Afrika’da özgür seçimler yapılıp ayrımcılığa son verecek Afrika Ulusal Cephesi iktidara gelene kadar.
Güney Afrika kadar şanslı olmayan başka bir ülke olan Hindistan’da ise, insanları etnik kökenlerine göre kastlara ayıran katı sosyal ve ekonomik hiyerarşi hala ayakta. Birleşmiş Milletler’in yaptığı bütün uyarılara ve bu konuda Hindistan’ın kaydettiği bütün ilerlemelere rağmen sorun o kadar büyük ki. Hindistan İçişleri Bakanlığı resmi sitesine göre bugün toplam 1,260,000,000 Hintlinin yaklaşık % 16’sı, yani tam 166,635,700 Hintli ‘untouchable’ olarak sınıflandırılmış. Ne demek ‘untouchable’ yada yerel deyişi ile ‘Dalit’? ‘Dokunulmaz’ demek. Varlığı ile üst kastları kirleten yada eskilerin deyimi ile mekruh eden demek. Yani Dalit’ler insan sınıfına girmiyor demek. Bu 166,635,700 Dalit, diğer Hintlilerin çalıştığı işlerde çalışamıyor, diğer Hintlilerin yaşadığı mahallelerde yaşayamıyor ve üst kasttan olan Hintlilerin bulunduğu kamusal alanlara giremiyor. Örneğin bir Dalit, üst kastlar ait insanların gittiği bir tapınağa giremez yada üst kasttan birisi ile bırakın evlenmeyi seks bile yapamaz (1). Yani müthiş bir ayrımcılık söz konusu. Hindistan biraz da uluslararası baskılar nedeniyle bu eşitsizlik ve ayrımcılığı gidermek için büyük çaba harcıyor. Bu çabaların ulaştığı en son nokta da bir Dalit olan R.K. Narayanın 1997-2005 yıllarında 9 yıl Hindistan başbakanı olarak görev yapması oldu. Ama bugün Dalitler Hindistan’da hala en kötü işlerde çalışıp en kötü koşullarda hayatlarını idame ettiriyorlar. Yüzyıllardır devam eden kast sisteminin neden hala değişmediği konusunda farklı görüşler var. Bu konuda Avrupa Sosyal Psikoloji Dergisinde yenile yayınlanan bir araştırma, önemli bulgular içeriyor. Araştırma sonuçlarına göre (her ne kadar bu sonuçlar bütün Hint veya Dalitlerden katılımcılara dayanmasa da), Hintliler kast sistemini meşru ve değiştirilemez olarak görüyorlar. Bu da bence esas sorunun algıda olduğunu, çok büyük haksızlıklara maruz kalan birisinin bile o haksızlıkların değişebileceğine ve meşru olmadıklarına inanmazsa haksızlıkların düzeltilmesi için birşey yapmaya istekli olmayacağını gösteriyor.
Kuzey Kıbrısa bakarsak kurulu düzenin hali ortada. Bu düzeni Kıbrıslı Türklerin nasıl değerlendikleri konusunda ise elimizde bilimsel nitelikte çok da fazla veri bulunmamaktadır. Avrupa Birliği’nin tüm üye ülkelerinde ve bazı aday ülkelerinde yılda iki defa yaptırdığı EUROBAROMETER (2) kamuoyu araştırmalarına göre, 2004 yılında Kıbrıslı Türklerin % 64’ü hayatlarından memnun iken, bu oran 2006’da önce % 79’a yükselmiş, 2009 yılında ise % 50’ye düşmüştür. Yani Kuzey Kıbrıs’ta toplumun yarısı hayatından memnun değilken, diğer yarısı memnundur. Öte yandan, aynı yılın Avrupa ortalaması ise % 78 dir. Kimlerin hayatından memnun olduğu ya da kimlerin hayatından memnun olmadığı konusunda yapılmış bir araştırma bildiğim kadarı ile yoktur. Memnun olmak bir bakıma insanların, şartların değişmesine gerek olmadığını düşünmesi demek değil midir? Ya da ‘layığımız budur’ demek değil midir? Aynı araştırmada katılımcılara ‘Sizce Kuzey Kıbrıs’ta olayların gidişatı olumlu yönde mi ?’ diye de sorulmuştur. Çıkan sonuç çok ilginç. Katılımcıların sadece %17’si olayların gidişatını olumlu olarak değerlendirmekteyken %59’u gidişatı olumsuz değerlendirdiklerini belirtmiştir. Hadi hayatından memnun olmayanların hepsi, olayların gidişatını olumsuz olarak değerlendiriyor diyelim. Bu kitleye hayatından memnun olup da olayların gidişatını olumsuz olarak gören bir %9 daha ekleyelim. Ortada matematiksel olarak memnun olup da olayların gidişatını olumsuz olarak değerlendiren ya da bu konuda bir fikri olmayan % 24’lük bir kitle de bulunmaktadır. Demek ki katılımcıların %24’lük bir bölümü olayların gidişatını olumsuz olarak değerlendirseler de hayatlarından memnun olduklarını düşünmektedirler. Bu farklığın nedenleri konusunda elimizde kesin bir kanıt olmasa da bu durum hem ilginç, hem de şaşırtıcı bir fark olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki Kıbrıslı Türklerin daha eşitlikçi bir düzen için, durumlarını iyileştirmek için herhangi birşey yapmaya istekleri var mıdır? 2012’de 550 kişinin katılımı ile gerçekleştirdiğim Kuzey Kıbrıs’ta Gruplararası İlişkiler (3) isimli sosyal psikolojik araştırmada, katılımcıların yarıya yakınının Kıbrıs’ta daha iyi bir düzen için şiddete dayalı eyleme bile başvurmaya niyetli olduğunu ortaya koymuştum. 2009’dan 2012’ye kadar olan dönemde durumlarından memnun olan veya olmayanların oranlarında bir değişiklik oldu mu bilemiyoruz. Ancak belli ki birşeyler yapma konusunda bazı değişiklikler var. Deyim yerinde ise, bulgular bıçağın kemiğe dayanmaya başladığını gösteriyor.
Güney Afrika’dan küçük bir ayrıntı ile bitirelim. Son 20 yılda Güney Afrikada yaşananlar bize değişimin her zaman sosyal adaleti ve eşitliği getirecek bir sihirli değnek olmadığını gösteriyor. Bazı kaynaklara göre Güney Afrika’da ırkçılık ve ayrımcılık geri tepmiş durumda. Değişen şartlarda kendilerine yaşam hakkı tanınmadığı, ayrımcılığa uğradıkları, can ve mal güvenliğinin olmaması nedenleri ile sadece 1995-2005 döneminde 1 milyon Beyazın, yani toplam Beyaz nüfusun beşte birinin ülkeden ayrıldığı biliniyor.
Yakın gelecekte Kıbrıs’ta daha güzel günler görmek ve beklenen sosyal değişimi birlikte yaşamak dileği ile.
---------------------------------
Referanslar:
(1) Shah, Mander, Thorat, Deshpande, ve Baviskar (2006) Kırsal Hindistanda Dokunulmazlık (Untouchability in Rural India) New Delhi: Sage
(2) http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb72/eb72_cytcc_en_exec.pdf
(3) Çalışmaya https://exeter.academia.edu/HuseyinCakal linkinden ulaşılabilinir. linkinden ulaşılabilinir.