Sezi Sıdal
sezisidal@gmail.com
Ülkemizde tarafların evlenmesinden sonra kullanılacak soyadı, 1/98 Sayılı Aile (Evlenme ve Boşanma) Yasası’nın 35. Maddesinin 1. Fıkrası ile “Karı ve Koca, üzerinde uzlaşmaları halinde, ikisinden birinin soyadını aile soyadı olarak taşırlar. Uzlaşamadıkları durumda kocanın soyadı aile soyadı olur. Kadın bu durumda kendi soyadını aile soyadından önce taşır. Çocuklar ise sadece aile soyadını taşıyabilirler.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeden görüleceği üzere yasa, tarafların uzlaşması hâlinde taraflardan birisinin soyadının aile soyadı olarak kullanılmasını düzenlemiştir. Yine bu fıkranın devamında ise tarafların uzlaşamamaları durumunda kocanın soyadını aile soyadı olarak kabul etmiştir. Bu maddede kadının evlenmeden önceki soyadını tek başına kullanıp kullanamayacağı hakkında herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu madde tahtında tarafların uzlaşmaları hâlinde kadının evlenmeden önceki soyadını tek başına kullanabilmesi konusunda herhangi bir düzenleme bulunmamakla birlikte, uygulamada kadının evlendikten sonra, taraflar arasında uzlaşı olsa bile, bu duruma izin verilmemektedir.
1/98 sayılı Aile (Evlenme ve Boşanma) Yasası yürürlüğe girmeden önce tarafların soyadı seçmelerinde 16/74 sayılı KKTC Mensuplarının Soyadı Kuralları uygulanmaktaydı. Bu yasanın 7(1) . maddesi “Soyadı seçme görev ve hakkı evlilik birliğinin reisi olan kocaya aittir. Ancak kocanın rızası ile karısı kızlık soyadını kullanabilir” şeklinde düzenlenmekteydi. Uygulamada 1/98 sayılı yasanın yürürlüğe girmesinin ardından kadının evlendikten sonra sadece kendi soyadını kullanması hususunda bir süre daha bu yasa uygulanmaya devam etmiş ve evlenen kadının eşinin rızası olması durumunda sadece evlilikten önceki soyadını kullanmasına izin verilmiştir. Daha sonra ise bu uygulamadan vazgeçilerek, eşin rızası veya tarafların uzlaşısı olsa dahi kadının evlenmeden önceki soyadını tek başına kullanmasına izin verilmemiştir.
Ülkemizdeki soyadı düzenlemesine benzer bir düzenleme de Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesinde de bulunmaktadır. Bu madde ile “kadın evlenme ile yine kocasının soyadını almakta ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuru ile kocasının soyadı önünde kendi soyadını da kullanabileceği” düzenlenmiştir. Bu düzenlemeden de görüleceği üzere kadının evlendikten sonra sadece kendi soyadını kullanması hususunda herhangi bir ifade bulunmamaktadır ve bu durum yasa koyucu tarafından yasaklanmış da değildir.
Bu mevzuata karşı Türkiye’de evlenmeden önceki kendi soyadını kullanmak isteyen Ayşe Ünal (Tekeli) bu konuyu Anayasa Mahkemesine taşımış ve bu durumun T.C. Anayasası’na aykırılığını iddia etmiştir. T.C Anayasa Mahkemesi tarafından iddianın reddedilmesi ve Anayasaya herhangi bir aykırılık bulunmadığı kararına karşı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 8. ve 14. maddelerinin ihlâl edildiği gerekçesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurulmuştur. Türkiye, AİHS’e taraf olup söz konusu sözleşmenin ihlâl edilmesi durumunda Türkiye aleyhine AİHM’e başvurmak mümkündür.
AİHS’nin 8. maddesi “özel ve aile hayatına saygı hakkını”, 14. maddesi ise “ayrımcılık yasağını” düzenlemektedir.
AİHM, Ünal Tekeli v. Türkiye davasının 16 Kasım 2014 tarihli kararında bu konuda bir hükme vararak, Türkiye’nin 8. madde kapsamında değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı, kişinin soyadının bireysel tercih meselesi olmayıp bu konuda devletin geniş yetkisi bulunduğu ön itirazına rağmen, kadının evlendikten sonra sadece kendi soyadını kullanamamasının özel ve aile yaşamını etkilediği nedeni ile itirazı reddetmiştir ve başvuruyu 8. madde kapsamında incelemeyi kabul etmiştir.
Türkiye savunmasında kamu düzeni için bu düzenlemenin gerekli olduğu ve aile birliği açısından ailenin ortak soyadı olması gerektiği iddiasında bulunmuştur. Mahkeme bu iddialara karşın madde 14 tahtında düzenlenen ayrımcılık yasağında “cinsiyete dayalı farklı muamele için meşru amacın yeterli olmadığına, makul ve nesnel neden olması gerektiğine” değinerek farklı muamele için haklı neden olup olmadığına bakmıştır. Mahkeme, benzer durumdaki bireylere farklı muamelenin ayrımcılık teşkil ettiği ve ikna edici gerekçeler olmadığı müddetçe kadın ve erkeğe eşit şekilde uygulanması gerektiğine de vurgu yapmıştır. Avrupa Konseyi üyesi olan ülkeler arasında, çift kendi başka bir düzenlemeyi tercih etse bile, bu düzenlemeyi kabul etmeyen ve otomatik olarak kadının kendi soyadını kaybetmesinin öngören tek ülkenin Türkiye olduğuna değinmiştir. Mahkeme, evli çiftler arasındaki fikir ayrılığı halinde çiftlerden birinin diğerine kendi soyadını empoze etmesinin mümkün olup olmadığını incelemiş, aile birliğinin ortak bir aile soyadı ile yansıtılmasının gerekli olmadığı, taraf diğer ülkelerde evli çiftlerin ortak bir aile adı taşımamayı tercih ettiği durumlarda bile evlilik birliğinin korunup güçlendiğine dikkat çekmiştir.
Bu nedenlerle Mahkeme, aile birliğinin ortak bir aile ismi aracılığı ile yansıtma amacının, cinsiyete dayalı farklı muamele için yeterli bir neden olarak görülmediğinden, özel ve aile hayatının gizliliği hakkı ile birlikte değerlendirdiğinde ayrımcılık yasağına aykırılık tespiti yapmıştır. AİHM, daha sonraki 7971/07 sayılı Leventoğlu Abdulkadiroğlu v. Türkiye davasındaki 28 Mayıs 2013 tarihli kararında da bu yönde karar vermiştir.
Son olarak ise Sevim Akat (Ekşi) tarafından T.C. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan 2013/2187 sayılı başvuru sonucunda Mahkeme, 19.12.2013 tarihli kararı ile başvurucunun Türk Medeni Kanunu’nun 187. maddesinin Anayasaya aykırılığı iddialarını değerlendirmiştir. Mahkeme, AİHS kapsamında olan ve yine Türkiye’nin taraf olduğu birçok uluslararası sözleşmede düzenlenen “kişiliğin serbestçe geliştirilmesi” kavramının T.C. Anayasası’nın 17. maddesinde düzenlendiğini ifade etmiştir. Mahkeme, AİHM kararlarına atıfta bulunarak, ad ve soyadının kişinin dış dünya ile ilişki kurması noktasında önemli olduğunu, özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkı ile ilgili olup AİHS’nin 8. maddesi kapsamında olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının özel yaşama ve aile yaşamına saygı hakkı kapsamında olup bu hakkın bireyin kendisini geliştirme ve kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık geldiği şeklinde yorumlamıştır. Bu nedenle kişinin soyadının vazgeçilmez, devredilmez ve kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkı olduğunu ifade etmiştir.
Başvuranın cinsiyete dayalı ayrımcılık iddiasına yönelik ise AİHS ve AİHM içtihatlarına ek olarak yine Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 23. maddesinin 4. fıkrasında düzenlenen “Bu Sözleşmeye taraf Devletler, eşlerin evlilik konusunda, evliliğin devam ettiği sürece ve boşanmada eşit hak ve yükümlülüklere sahip olmaları için gerekli önlemleri alır” ile Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme’nin 16. Maddesinin (1)(g) bendinde düzenlenen “Aile adı, meslek ve iş seçimi dâhil her iki eş (kadın-erkek) için, eşit kişisel haklar” ifadelerine atıfta bulunmuştur. T.C Anayasası’nın 90. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda “usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” ifadelerinin eklenmesi nedeniyle Mahkeme, iç hukukta evli kadının kocasının soyadını kullanması zorunluluğunu öngören kuralın diğer uluslararası andlaşmaların hükümleri ile çeliştiğinden, bu hükümlerin uygulanmayarak uluslararası andlaşmaların hükümlerin uygulanacağına karar vermiştir. Ayrıca iç hukuktaki düzenlemenin, manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkını ihlâl ettiği saptamasını da yapmıştır.
Ülkemizde ise 39/62 sayılı yasa ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Meclis tarafında onaylanarak iç hukuk olarak kabul edilmiştir. Yine Mahkemelerimiz birçok içtihat kararlarında AİHS’i iç hukuk olarak kabul etmektedir. Ayrıca Anayasamızın 8. maddesi eşitlik hakkını düzenlemektedir ve bu hak kapsamında “herkes eşit olup hiçbir kişi, aile, zümre ve sınıfa ayrıcalık tanınamamaktadır.” Bu madde hem TC Anayasasın da bulunan “eşitlik” hem de AİHS 14. maddedeki “ayrımcılık yasağı” ile benzerlik göstermekte olup bireyin eşitlik hakkını korumaktadır. Anayasanın 14. maddesinin 1. fıkrası ise “Herkes, barış, güven ve huzur içinde yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” şeklinde olup, kişinin manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkına sahip olduğunu düzenlemektedir. Anayasasın 19. maddesi ile de herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. 29/04 sayılı yasa ile Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ve 5/96 sayılı yasa ile Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Sözleşme, KKTC mevzuatının bir parçası haline gelmişlerdir.
KKTC Anayasası’nda yer alan tüm bu maddeler ve AİHM içtihatları da dikkate alındığında, evlenen kadının sadece kendi soyadını kullanmaması ve ailenin ortak bir soyadı seçmek zorunda kalması, tarafların uzlaşamamaları halinde ise erkeğin soyadının kabul edilmesi, Anayasaya ve diğer iç hukuk olarak kabul edilen sözleşmelere aykırılık teşkil etmekte olup, bu düzenlemenin bir an önce değiştirilmesi gerekmektedir
Çocukların soyadı konusu da hukuki benzerlik göstermektedir. Çocuğun uyuşmazlık durumunda babanın soyadını taşıması veya hiçbir şekilde annenin soyadına yer verilmemesi de bahsedilen Anayasa maddeleri ve AİHS ışığında ayrımcılık ve özel hayata saygı hakkını ihlâl etmektedir.
Eşim ile 2011 yılında Avusturya’nın Viyana şehrinde gerçekleştirdiğimiz evlenme akdi sırasında, her ikimizin de evlendikten sonra kendi soyadını taşıma kararımız sonucunda, evlenme belgemize bu kararımız kaydedilmiştir. Çocuğumuzun doğumunda sonra ilgili daireler bu kaydı kabul etmeyerek çocuğumuzun doğum belgesi üzerine “annenin soyadı” kısmına öncelikle eşimin soyadı daha sonra ise bu kararı geri alarak hem benim hem de eşimin soyadı yazılmıştırlar. Bu konudaki itirazım ise, kimlik kartımı ivedilikle değiştirmem aksi durumda aleyhime yasal işlem başlatılacağı, KKTC’deki yasa ve kuralları tanımaz bir kişi olduğum şeklinde ifadeler kullanılarak reddedilmiştir. Yukarıdaki paragraflarda belirtilenlerden de anlaşılacağı üzere talebimde, KKTC Anayasası ve iç hukuk olarak kabul edilen yasa hükmündeki uluslararası sözleşmelere aykırı bir durum bulunmaktadır. Bu kararlar aleyhine Yüksek İdare Mahkemesin başvurulmuş olup, davanın duruşma aşamasında Aile Yasasının 35. maddesinin 1. fıkrasının Anayasaya aykırılığının incelenmesi üzerine konu, Anayasa Mahkemesi’ne havale edilmiştir. Başvuru Anayasa Mahkemesinde dinlenmek üzere beklemektedir. Yasasının ilgili maddesinin değişmesi durumunda bu aykırılık iddiasına gerek kalmayacak ve temel insan haklarını ihlâl eden bu düzenleme ortadan kalkacaktır.