Yenidüzen gazetesi Genel Müdürü ve Yazı İşleri Müdürü Cenk Mutluyakalı, Perşembe günü (5 Eylül 2013), gazetenin sürmanşetinden verilen, Ayşe Güler imzalı, “Bavulla para skandalı’na ne oldu?” başlıklı habere gelen eleştiriyi bana ulaştırdı. Adım adım konuyu irdeleyeceğim. Önce haber.
Ayşe Güler, bir yıldan fazla bir zaman önce medya gündemine gelen bir olayın peşine düşmüş. Ne olduğunu araştırmış. Haberin girişi şöyle: “Türkiye Garanti Bankası’nın İstanbul merkez şubesinden 24 Temmuz günü (2012) Kuzey Kıbrıs’a getirmek amacıyla aldığı 7 milyon TL ile birlikte kayıplara karışan, ardından da İstanbul’da tutuklanan Lefkoşa Şube Müdürü Mahmut Karımış’ın akibetinin ne olduğu bilinmiyor”. Muhabir, Garanti Bankası’nı da aramış, KKTC Merkez Bankası başkanını da aramış, yetinmemişler davanın görüldüğü İstanbul’daki Ceza Mahkemesi’ni de Barolar Birliği’ni de aramışlar. Bir yanıt alamamışlar. Bir not da ben ekleyeyim. Yargı haberleri konusunda deneyimine güvendiğim bir gazeteci arkadaşımı arayıp sordum, elinde konuyla ilgili bir bilgi var mı diye? Onda da yoktu bir bilgi.
Bu arada, medyada daha önce yayımlanan bazı haberler de var. Örneğin, 6 Ağustus 2012 tarihinde Sabah gazetesi web sayfasında yayımlanan “BDDK’dan jet inceleme” başlıklı haberde, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun “Türk bankacılık sektörünü sarsan ‘bavul skandalı’na el koyduğu belirtiliyor. Ancak kurulun nasıl bir karar aldığına ilişkin bir haber yok. Yani haber takibi yok. Bir başka haber, 7 Kasım 2012’de Kıbrıs gazetesinde yayımlanmış. İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde konuyla ilgili davayı ele alan habere göre sanık Mahmut Karımış, hakim karşısına çıkartılmış ve tutukluluğunun devamına karar verilmiş. Sonrası yok.
Garanti bankasının itirazı ve mahkeme tehdidi
Yenidüzen gazetesi, Türkiye Garanti Bankası’ndan gelen tekzibi haberin yayımlandığının ertesi günü (6 Eylül 2013) birinci sayfadan duyurarak yayımladı. O nedenle bankanın gönderdiği yazının tamamını yayımlamayacağım. Banka özetle, muhabirin yeterli araştırmayı yapmadığını, yayımlanan haberin bankaya “suç isnat edici, yapay ve kötü niyetli söz ve imalar içerdiği, gerçekleri yansıtmadığı ve yürürlükteki mevzuata aykırı olduğu”nu ifade ediyor. Haberin, bankanın itibarını toplum nezdinde küçük düşürmeye hizmet ettiği de belirtiliyor. Açıklamada ayrıca, olayın Türkiye’de gerçekleştiği, dolayısıyla KKTC mevzuatı çerçevesinde bir suç işlenmediği de ifade edilmiş. Bankadan gönderilen yazının sonundaki şu ifadeler ise oldukça dikkat çekici: “Yanlış ve haber niteliği taşımayan mezkur yazıdan dolayı, gazetenizin Türkiye Garanti Bankası’ndan özür dilemesini talep eder, aksi halde, Bankalar Yasası’nın 53. madde hükümleri, Fasıl 148 Haksız Fiiller Yasası’nın 17. maddesi hükümleri ve yürürlükteki içtihat kararlarındaki prensipler tahtında kanuni yola başvuracağımızı esefle bildiririz.”
Cenk Mutluyakalı’nın cevabı ve sorusu
Yenidüzen Yazıişleri Müdürü Cenk Mutluyakalı, okur temsilcisi olarak bana gönderdiği cevapta şunları şunları söylüyor:
“Garanti Bankası Lefkoşa şube müdürünün, 'bavulla para' taşırken yakalanması, 'haber takibi' açısından ilgimizi çekti. Bir yıl sonra ‘ne oldu’ diye soralım dedik. O dönemde, bir banka müdürünün 7 milyonu 'bavulla' KKTC'ye getirmek üzere alması (çalması değil, vezneden alması) , sonrasında kayıplara karışması, ardından bulunması skandaldı. Hatta, bu yöntemin 'yasallığı' ya da 'vergi kaçırmak amaçlı' olup olmadığı sorgulanmış, dönemin Maliye Bakanı da 'Merkez Bankası ile soruşturma açacağını' söylemişti. Muhabirimiz Ayşe Güler, sabahın ilk saatinden akşamın karanlığına kadar tüm ilgili mercilere ulaşmaya çalıştı. Garanti Bankası Lefkoşa şubesini aradı, ‘açıklama yapamayız’ dediler. Bunun üzerine, Türkiye'deki MERKEZİ aradı, yine açıklama alamadı. KKTC Merkez Bankası'nı aradı, ‘Bu konuda konuşmayız’ dediler. İstanbul Barosu... Maliye... Ve elimizdeki verilerle haber yaptık; bu görüşmeler sırasında, birileri, 'benden duymadınız' diyerek, 'o adamı Garanti'de yeniden işe aldılar' dedi; bunu da 'böyle bir iddia var, ancak resmi makamlar doğrulamadı' diye yayımladık. Ne zaman ki haber yayımlandı, ekteki yazı geldi. Bir de 'Özür yazısı', özür dileyelim diye, dilemezsek de, dava! Okur temsilcimiz olarak 'kusurumuz' nerede diye soruyorum, hocam!. Haberin hazırlık aşamasında konuşmayan 'makamlar', nedense, her yayın sonrası, hem bize 'gazetecilik dersi' veriyor, hem de 'dava tehdidiyle' özür istiyor.” Peki ne yapacağız?
Okur temsilcisinin görüşü
Önce, Bankanın gönderdiği yazıda atıf yapılan Bankalar Yasası 53. maddeye baktım, ne diyor diye. Asılsız yayın ve haber yayma başlığını taşıyan maddeye göre, “Merkez Bankasının veya herhangi bir bankanın itibarını kırabilecek ya da şöhretine ya da servetine zarar verebilecek bir hususa kasten sebep olduğu tespit edilen ya da bu yolda asılsız haberler yayanlar bir suç işlemiş olurlar ve mahkumiyetleri halinde 15.000.000.000-TL. (On Beş Milyar Türk Lirası)’na kadar para cezasına veya yedi yıla kadar hapis cezasına veya her iki cezaya birden çarptırılabilirler.” Peki haber asılsız bir iddiaya mı dayanıyor? Hayır. Muhabir haberini hazırlarken kaynaklara ulaşmaya çalışmış mı? Evet. Peki cevap alabilmiş mi? Hayır.
Gazetelerde en fazla eksikliğini gördüğüm şeylerin başında haber takibi geliyor. Özellikle mahkeme haberlerinde tutuklamalar ve açılan davalar habere konu oluyor da, davaların nasıl sonuçlandığı genelde ihmal ediliyor. Ayşe Güler, bir gazetecinin normalde yapması gerekeni yapmaya çabalamış, gündemi meşgul eden bir olayın peşine düşmüş. Eğer bankanın gönderdiği tekzipte iddia edildiği gibi, bu konu, “müstahdem tarafından sirkata teşebbüs” suçlamasıyla sınırlıysa, bankanın bundan rahatsız olmasına gerek yok. Üstelik, habere konu olan kişi, mahkeme tarafından aklanmış da olabilir. Bu durumda, habere konu olan kişinin medya yoluyla zarar gören itibarının iadesi gerekmez mi?
Buradan, üç duyuru yapmak istiyorum. Birincisi, lütfen gazetecilere gazeteciliğin ne olduğunu anlatmaktan vazgeçin. Neyin haber değeri taşıdığına bırakalım gazeteciler karar versin. İkincisi, en küçük bir eleştirel haberde dahi gazetecileri dava etmekle tehdit etmeyin. Çünkü davalar, gazeteciler üzerinde caydırıcı etki (chilling effect) yapabilmektedir. Medyanın asli görevi, toplumun doğru ve sağlıklı bilgi edinmesini sağlamaktır. Bu da ancak özgür bir medya ortamında mümkündür. Üçüncüsü de lütfen medya kuruluşlarına nasıl özür dileyeceklerini belirten metinler göndermeyin.
***
Özgürlükçü bir basın yasasına ihtiyaç var
Sibel Siber başkanlığında kurulan geçici hükümet programında yer alan medya ile ilgili vaadler, virgülüne dokunulmadan, Başbakan Özkan Yorgancıoğlu başkanlığında kurulan Cumhuriyetçi Türk Partisi –Birleşik Güçler ve Demokrat Parti-Ulusal Güçler koalisyon hükümeti programına da alındı. Programda yer alan ifadeleri aynen vermek yerine, vaadleri başlıklar halinde özetlemek istiyorum.
Basın özgürlüğü vaadi
Koalisyon hükümeti, basın özgürlüğünün geliştirilmesi için her türlü desteği vereceğini ifade ediyor. O halde, Medya Etik Kurulu da dahil olmak üzere gazetecilik meslek örgütleri bir araya gelerek basın özgürlüğüne ilişkin bir rapor hazırlamalı ve bu raporu hükümete gecikmeden sunmalıdır. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü gibi basın özgürlüğü konusunda yıllık raporlar hazırlayan gazetecilik meslek örgütlerinin raporları yol gösterici olabilir.
Ayrımcılık yapılmaması
Hükümet, medya kuruluşları arasında ayrımcılık yapmayacağının vaadini de vermektedir. Ayrımcılık genelde iki düzeyde ortaya çıkıyor. Birincisi, bilgiye erişimde ayrımcılık yaşanabiliyor. Bu konuda, hükümet programında yer alan, “şeffaf bir şekilde basının kamuoyu adına bilgiye ulaşma özgürlüğü sağlanacaktır” vaadini hatırlatmak isterim. İkincisi de devlet ilan ve reklamlarının dağıtımında ayrımcılık gözleniyor. Özellikle ilan ve reklamlar konusunda hükümet saydam olmalı, hangi medya kuruluşuna ne kadar ilan ve reklam verildiği düzenli aralıklarla açıklanmalıdır. İlan ve reklamların, programda ifade edildiği şekilde “objektif kriterlere” bağlanması, sorunu büyük ölçüde çözecektir.
TAK ve BRT’nin özerk bir yapıya kavuşturulması gerekir
Hükümet programında, TAK ve BRT’nin “bağımsız, tarafsız ve demokratik biçimde” işlev göreceği belirtilmesine karşın, bu iki kurumun özerkleştirilmesinin de gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu kurumlara müdür atama düzeyinde yapılan siyasi müdahaleler, kurum kimliğinin oluşturulmasına da engel oluşturuyor.
Medya Etik Kurulu’na destek
Koalisyon hükümetinin, bugünlerde oluşumunu tamamlayan Medya Etik Kurulu’na destek belirtmesi bizim açımızdan önemli. Medya Etik Kurulu başkanı olarak buradan açıkça belirtmeliyim ki, sadece meslek örgütlerinden değil, medya kuruluşlarından da büyük destek gördük. Geçtğimiz hafta medya kuruluşlarına yaptığımız ziyaretlerde hem kurulu anlattık hem de bu kuruluşların imzalı desteğini talep ettik. Geleneksel medya olarak bilinen gazete ve televizyonların neredeyse tamamı imzalarıyla kurula destek verdi. Ulaşabildiğimiz internet gazeteleri yöneticileri de kurulu desteklediklerini belirttiler. Özdenetim kurulu işlevini görecek olan Medya Etik Kurulu’nun daha başlangıçta yaygın kabul görmesi sevindirici bir gelişmedir.
Özgürlükçü bir basın yasasına ihtiyaç var
Her ne kadar, hükümet programında yer almamışsa da, yürürlükte olan Fasıl 79 sayılı Basın Yasası yerine, internet medyasını da kapsayacak şekilde çağdaş ve özgürlükçü bir basın yasası hazırlanmalıdır. UBP hükümeti döneminde hazırlanan ve halen Başsavcılık’ta olduğu söylenen “Basın Etik Yasa Tasarısı” yeni yasa için zemin olabilir. Ancak tasarı mevcut haliyle meslek etiği ilkelerini yasalaştırmak gibi ciddi bir sorunu içinde barındırmaktadır. Hükümet, gazetecilik meslek örgütleriyle işbirliği içinde tasarıyı olgunlaştırırsa, herkesin içine sinen bir basın yasasına kavuşabiliriz. Yalnız, yasa yapmanın tek başına yeterli olmadığını, Basın-İş Yasası örneğinden biliyoruz. Basın-İş Yasası yürürlüğe gireli 6 yıl oldu. Peki uygulanıyor mu?