“Söylenmekten yorulan bir toplum var”

Cenk Mutluyakalı

“Dünya Tiyatro Günü” için Kıbrıs’ın bütününde sanat yapan, önemli bir yetenek ve hakiki bir dost, İzel Seylani ile buluştuk.

Birkaç ay önce tiyatronun kalbi Atina’da, Atina Ulusal Tiyatrosu’nda, başrolde binlerce insanın karşısına çıkan İzel Seylani, sohbetimiz öncesinde, bu kez Büyük Han’daki atölyesinde, yoksul çocuklara gönüllü olarak “Karagöz Gösterisi” yapıyordu.

Kıbrıs’ın kuzeyinde büyük bir bataklığın ortasında ilerlerken, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ne bir oyunun yasaklanması utancı altında giriyoruz.

“Yasaklandı mı” diye soruyor İzel.
“Bir oyunun yasaklanması için ortada resmi bir belge olması lazım. Öyle bir yazı yok, karar yok, tebliğ yok. O zaman yasaktan değil tehdit, baskı ve şantajdan söz edebilir. Tiyatrodan korkuyorlar, işin özü budur.”

Çok daha dikkat çekici ifadeler kullanıyor İzel:
“Tiyatronun sesinden korkan bir zihniyet var. Bir de bunun karşısında sessiz kalmayı yeğleyen bir başka zihniyet… Sanatın ve sanatçının her iki zihniyetle de derdi olmalıdır.”

İzel Seylani, sanatçılara yönelik de eleştirel bir yerden konuşuyor.
“Sanatçılarımız da toplumun çoğunluğu gibi adanın kuzeyine hapsoldu. Ne yazık ki çoğunluk hayıflanıyor ama eylem de yok. Nasıl ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti dünyadan soyutlanmış, kendini ambargolar içinde hapsetmiş bir devletçiktir. Sanatçılarımızın büyük çoğunluğu da kendilerini buraya hapsetmiştir. Söylenmekten yorulan bir toplum var.”
Şair Fikret Demirağ’a gönderme yapıyor, “Hep ilendik” sözleriyle…

“Binadan daha önemlisi üretme isteğidir”
“Dünya Tiyatro Günü”nde muhtemelen yine altyapı sorunları gündeme gelecek.
Kıbrıs’ın kuzeyinde mimarisi, donanımı, sahnesi, salonu, fuayesi, kulisi ile “gerçek bir tiyatro binamız” yok. 50 senede tek bir tiyatro salonu inşa edemeyen bir yapıdan söz ediyoruz.

“Elbette bu büyük bir ayıp” diyor İzel…
Anlatıyor…
“Şimdi biliyorum, Dünya Tiyatro Günü şikayet gününe dönüşecek. Özeleştiri olmayacak. Kimse kendi kişisel gelişimini, üretimini, mücadelesini sorgulamayacak. Altyapı elbette önemlidir ancak çok daha önemlisi üretim isteği, inadı, mücadelesidir. Sanat devletten medet ummaz…  Sanatçı da ummaz… O nedenle felsefi bir derinliği vardır sanatın… Winston Churchill’in sözünü unutmayalım, uçurtmalar rüzgarın gücüyle değil, rüzgara karşı durdukları için yükselir. Sanatçının düşüncesi, sözü, soluğu eyleminde ve sanatında olmalıdır. İnsanlık tarihine bir bakınız, en önemli eserlerin, hep en büyük zorluklara karşı, yokluklar içinde üretildiğini göreceksiniz.”


 

Sahnede 10’uncu yıl

İzel Seylani’nin sahnede henüz 10’uncu yılı…
Buna rağmen bir sezonda hem güneyde, Kıbrıs Devlet Tiyatroları’nda sahneye çıktı, hem kuzeyde Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda… Atina Ulusal Tiyatrosu’nda Charlie Chaplin gibi büyük bir gösteride başrol oynadı, özel bir tiyatroda Red Peter’i sahneledi.

“Bu 10 yılda sahnelerde neyi gördün?” diyorum.
“Hayıflanma gördüm en fazla” diyor.
“Elbette umudu da gördüm, dayanışmayı da… Gördüklerim içinden mücadeleyi, tutkuyu, kavgayı seçtim. Risk aldım. O zaman başardım.”


“Bir oyuna bile sahip çıkamazsak
bu ülkede nasıl barış inşa edeceğiz?

Girne'de gösterimi iptal edilen Antilogos Tiyatrosu’nun "Annesi" (Η ΜΑΝΑ ΤΟΥ) oyununa dönüyorum yine... İki evladını yitiren bir annenin öyküsü, üstelik, başrol oyuncusu annesinin, babasının, kardeşlerinin öyküsünü anlatan kişi “rol” yapmıyor, bu hikayenin gerçek öznesi...
Bir evladı, 16 yaşında, 1973'te öldürülmüş, diğeri 21 yaşında, 1974’te… Böylesi bir annenin öyküsü… Tam da "Acılarımız da ortaktır, yurdumuz da" diyen bir oyun engelleniyor.

“Oyun iptal edildiğinde İstanbul’da sahne açıyorduk” diyor İzel…
Yaşananları orada öğrenmiş.
“Sanatın sorgulayan ve yüzleştiren gücünden korktular. Korktular çünkü resmi tarihin dışında gerçeklerin öğrenilmesini istemiyorlar. Bu oyunun iptali 1974’e dair gizlenen gerçeklerin de itirafıdır aslında… Bu çağda halen tiyatrodan korkuyorlar.”

İzel Seylani’ye göre oyuna yeterince sahip çıkılmadı.
“Kaymakamlık’tan izin almak da neymiş… Güneyden, Türkiye’den, İspanya’dan, İtalya’dan oyunlar getirdik. Antilogos Tiyatrosu kuzeyde ilk kez sahneye çıkmadı. Ne zaman izin aldık? Sanat izinle yapılmaz. ‘Annesi’ oyunu bir ailenin dramıdır, milliyetçiliğin şiddetini anlatıyor. Bu oyunun engellenmesi aslında gerçeklerin itirafı… Milliyetçiliğin maskesini düşürüyor o, bu kadar… Bize gelen bilgi siyasi şubeden aradılar, baskı kurdular. 2024 yılında 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ne baskı, tehdit, korkutma ile giriyoruz. İnsani bir değerin seyirciye ulaşmasından korkuyorlar.”

“Annesi” oyununu işaret ederek, İzel’e soruyorum, “Sen olsan sahneye çıkar mıydın?”

“Ben olsam sahneye çıkardım. Antilogos Tiyatrosu’ndaki arkadaşlara ortada bir tehdit olduğunu anlatmadılar. Oyun iptal edildi dediler. Onlar da sahneye çıkardı, tehdide, baskıya, korkutmaya boyun eğmezlerdi. Hem Girne Düşünce Derneği, hem de Girne Belediyesi’nin oyunun yeterince arkasında durmadığını düşünüyorum. Baskıya, tehdide boyun eğildi, sıkıntı bu… Kimin bu toplumda baskı ve tehditle sanatı sindirmeye çalıştığı açıkça paylaşılmadı. Sahneye çıkardım çünkü ne olacak, polis sahneye mi müdahale edecekti? Buna cesaret edemezlerdi. Olmazdı. Çok açık söyleyeyim, bu oyunun ev sahibi Lefkoşa Belediye Tiyatrosu olsaydı, oynanırdı, siyasi şube de böyle bir tehdide cesaret edemezdi. Geri adım atılmayacağını bilirlerdi çünkü… Bir oyuna bile sahip çıkamazsak bu ülkede nasıl barış inşa edeceğiz? Tiyatronun sesinden korkan bir zihniyet var. Bunun karşısında sessiz kalmayı yeğleyen bir başka zihniyet… Sanatın ve sanatçının her iki zihniyetle de derdi olmalıdır.”


“Bu ülke nasıl kurtulur?”

Son dönemlerde sıklıkla soruyorum, bu ülke, bu toplum nasıl kurtulur?
Tiyatro sanatçısı İzel Seylani de yanıtlıyor sorumu…
“Yıkılmanın en güvenli yolu kurtuluşu bir başkasından görmektir. Bu söz dünya bağımsızlık mücadelesi öncülerinden Simón Bolívar’a aittir. Toplumun sıkıntısı tam da budur. Hep bir başkasından bekliyoruz. Bu toplum çözümde kendini özne olarak gördüğü ve kendi gücünü anladığı zaman kurtulur.”

“Dünya Tiyatro Günü”nde biraz da Kıbrıslı Türklerde tiyatroyu konuşalım…
“Üretim frekansımız çok düşüktür” diye söze giriyor İzel…
Daha fazlasına ihtiyaç olduğunu anlatıyor.
“Mayıs’ta sezon kapanacak, profesyonel ve kurumsal iki tiyatromuz var, genelde bir çocuk, bir yetişkin oyunu sahneleniyor. Güneyde devlet tiyatrosu bir sezonda sekiz oyun sahneler. Özel tiyatrolar yine öyle… Üstelik orada sanatçılar kadrolu değildir, üç aylık sözleşme dilimleri ile çalışırlar. Bir ay prova, iki ay temsil olarak düzenlenir sözleşme... Bir tiyatronun en azından bir sezonda üç oyunu sahnelemesi beklenir. Sanatçı yüzünü daha fazla topluma dönecek, daha fazla anlatacak, daha fazla üretecek. Tiyatro sanatını, bir meslek değil bir mesele olarak görmemiz şart.”


Bir kavram, bir söz!

Bir sözcük, bir kavram söyledim, İzel Seylani’nin ilk tepkisini not ettim.

HÜKÜMET
“Hangi hükümet?”

MUHALEFET
“Söze değil eyleme ihtiyacımız var!”

KIBRIS TÜRK LİDERLİĞİ!
“Sahnede her görünen kendi konuşmaz!”

TİYATRO
“Nefes.”

ANAVATANLAR
Büyüdük artık…”

ORTAK BİR TİYATRO
“Hayal değil, göreceksiniz!”