Türkiye’nin doğusunu vuran deprem felaketi ülkemiz Kıbrıs’ı da doğrudan değil ama dolaylı biçimde vurdu.
Türkiye, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi deprem kuşağı üzerinde yaşamaktadır. Ama dünyanın birçok yerinde deprem kuşağında bulunan ülkeler barınma ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla inşa ettikleri konutları depreme dayanıklı biçimde inşa etmeyi öğrendiler.
Gerek bundan önce yaşanan küçük ölçekli, gerekse 1999 Gölcük depremi gibi büyük ölçekli depremlerde bunu hep birlikte yaşadık. Yıkılan apartmanların enkazı altında kalan binlerce insan feryat ederken siyasiler “bundan ders çıkarmalıyız, konutlarımızı en kısa zamanda depreme dayanıklı hale getirmeliyiz, bundan sonra inşa edilecek konutlar için mutlaka deprem yönetmeliğine uygunluk aranacaktır” dediler.
Aradan kısa bir süre geçtikten sonra bunlar hep unutuldu. Eski düzen devam etti.
Hani şimdilerde “Eski Türkiye”, “Yeni Türkiye” tartışmaları var ya bu deprem felaketi Türkiye’nin hala eski Türkiye olduğunun kanıtıdır.
Üstelik 1999 depreminden sonra kentsel dönüşüm amacıyla yurttaşlardan toplanmaya başlanan deprem vergilerinin de başka amaçlarla kullanıldığı bizzat dönemin maliye bakanı tarafından açıklanmıştı. Bakanın açıklamasına göre bu paralarla depreme dayanıklı konut yapmak yerine duble yol, havaalanı vb. kamu amaçlı inşaatlar yapılmıştı.
Uzmanlar Doğu Anadolu fay hattında büyük bir deprem beklediklerini son dönemlerde sıklıkla dile getirdiler. Çeşitli bilim insanları Kahramanmaraş ve çevresine özellikle dikkat çektiler.
Ama kimse aldırmadı. Bile bile lades olmayı tercih ettiler. Ne hükümet, ne yerel yöneticiler, ne de o yörelerde yaşayan insanlar bilim insanlarının bu çağrılarını duymadı. Ya da duymazdan geldi.
Felaket kapıyı çalınca da hazırlıksız yakalanmanın bedeli çok ama çok ağır oldu. Bilanço henüz tam olarak bilinmiyor. Enkaz altında daha binlerce insanımız var. Daha ulaşılamayan köyler ve kasabalar var. Oralardan hiç ses seda çıkmıyor. İnsanlar kaderine terkedilmiş, sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar.
Bu büyük felaketin içinde Kıbrıs’ın kuzeyinden insanlarda var. Bu insanların bir kısmı kurtuldu. Bazıları enkaz altında kalarak yaşamını yitirdi. Ama Adıyaman’da bir otelde bulunan Mağusa’lı çocuklarımız ve öğretmenlerle velilerden oluşan 35 kişilik ekibimizin çoğu hala enkaz altında bulunuyor.
Bu çocukların enkaz altında kaldığı depremin daha ilk saatlerinde biliniyordu. Ama enkaza ilk müdahale tam 18 saat sonra başladı. Bunun izahı yoktur. En kritik saatler boşuna heba edildi.
Depremlerde hep konuşulan ilk 24 saatin en kritik saatler olduğu gerçeğidir. Ama ilk 72 saat da kritik olarak nitelenir. Bunun 18 saatini heba ederseniz geriye çok bir şey kalmaz.
Burada bir gerçeğin daha altını çizmem gerekir. Gelen tüm haberlerde Adıyaman’daki otel enkazına şu ana kadar sadece KKTC’den giden ekiplerin müdahale ettiği gerçeğidir.
Türkiye’den gelen haberlerde zaten hala müdahale bekleyen yüzlerce enkaz olduğu ve buralara ekiplerin hala gönderilemediğidir.
Evet felaket çok büyüktür. Türkiye’nin 10 ili neredeyse yıkılmıştır. Bu bölgede yaşayan 13.5 milyon insan doğrudan etkilenmiştir. Böylesine büyük bir felaketle başa çıkmak gerçekten zordur.
Ama kimse kusura bakmasın 85 milyon nüfusu olan Türkiye buralara çok daha kısa zamanda çok daha fazla kurtarma ekibi gönderebilmeliydi. Buralarda en çok yarar sağlayacağı kesin olan maden işçileri bile 48 saat sonra ulaştırılabildi. Onların da saylarının sınırlı olduğu söyleniyor.
Ayrıca 21 inci yüzyılda, herkesin cebinde akıllı telefon olan, en az 5 tane Gsm operatörü olan bir ülkede deprem bölgesinde haberleşme sıkıntısı bu büyüklükte olmamalıydı. Buradan Gsm operatörlerine sesleniyorum ya bu sorunu çözün, ya da tasınızı tarağınızı toplayıp çekip gidin.
Ülkemiz bir bütün olarak deprem anından itibaren çocuklarımızın kaldığı Adıyaman’daki otelden gelecek güzel haberlere kilitlendi. Benim bu yazıyı yazdığım sıralarda henüz sevindirici bir haber alınamamıştı. Buna rağmen bekleyiş sürüyor. Ama zaman ilerledikçe umutlar da tükeniyor.
Söz bitti.
Acı hepimizi esir aldı.
Herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama hiçbirimizin elinden bir şey gelmez. Sadece bekliyoruz.
Bir umut.
Bir ses.
Bir çığlık.
Artık söz tükendi.