“Sözde Çözüm” Siyaseti

Asım Akansoy

24 Nisan 2004 tarihi Kıbrıslı Türk çözüm güçleri için, adanın birleştirilmesi yönünde önemli bir aşama olarak tarihe geçecektir. Ben doğrusu bu tarihi barışa ulaşma yönünde, özellikle Kıbrıslı Türk toplumunun çözüm istenci ve iradesinin göstergesi olduğunu düşünürüm.

Eğer tarih farklı seyretmiş ve referandum olmamış olsaydı, Kıbrıslı Türk toplumu açısından daha iyi olurdu diyemeyiz. Ne siyasi ne ekonomik ne de sosyal bağlamda. Kıbrıslı Türk demokrasi ve barış güçlerinin tarihsel bir sıçrama noktası olarak 24 Nisan’ı barış perspektifi üzerinden okumak, toplumun o gün ortaya koyduğu açık iradesinin, bundan sonraki tüm adımlar adına bir referans ve gösterge olarak değerlendirilebileceği açıktır.
Kıbrıslı Türk toplumunun, tarihinde ilk kez adanın “eşitlik” temelinde birleştirilmesi yönünde ortaya koyduğu bu siyasi tavır, özellikle Sn. Talat’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde uluslararası alandan büyük ilgi gördü. Dünya ile entegre olmak isteyen, dünya dili konuşan yani demokrasiye, uluslararası hukuka, insan haklarına, Avrupa Birliği değerlerine saygı gösteren kendi bünyesine tüm bu değerleri, çözüm ile birlikte dahil etmek isteyen küçük ama güçlü bir toplum olmanın onuru yaşadık.

2010 Nisan’ı tarihinde seçilen yeni Cumhurbaşkanı ile gerek müzakere sürecinde gerekse uluslararası temaslardaki duruşta ciddi bir kayma oldu. Bu eksen kaymasını, bir yandan Sn Eroğlu’nun siyasi arzusu yani ayrı bir devlet düşüncesi üzerinden değerlendirmek mümkünken, bir diğer yandan Türkiye’nin yeni dış politikası üzerinden de ele almanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Özellikle şu anda TC Başbakanı olan Sn. Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu 2009 yılının ardından geçen parlak dönemin hemen ardından 2011 itibariyle yeni bir döneme kapı açıldığını söylemek zor olmasa gerek.

(http://www.radikal.com.tr/yazarlar/baskin_oran/davutoglu_davutogluna_karsi-1222296)

2009 yılında “komşularla sıfır sorun”, “proaktif dış siyaset”, “bir adım önde olma siyaseti”, “AB üyeliğine dönük etkin duruş” ve “yumuşak güç”e dayalı bir dış ilişkiler ekseni Kıbrıs’ta, federal çözüm hedefine yönelik yapıcı adımlar üzerinden kendini ifade etti. Ancak bu eksen 2011 yılı itibarıyla farklı bir boyuta dönüştü.

Sn. Eroğlu 2010-2014 döneminde –miş gibi yaparak, uluslararası camiaya (başta BM ve AB olmak üzere) Talat’ın bıraktığı yerden devam edeceğini resmen ilan etti. Buradaki strateji belliydi. Masada kalmak ve sorunun çözümünü değil, çözümsüzlüğü aramak. Gerek Sn. Eroğlu gerekse Sn. Özersay gibi iki şahin siyasetçinin danışıklı oyunları, müzakere sürecini yapıcı ve çözüm merkezli bir perspektif yerine, olumsuz, farklılıkları öne çıkarıp onlar üzerinden model kurgulama arayışına dönüştü.  Bir yandan ayrılıkçı arzular diğer yandan her hal ve şartta masada kalma oyunu, çözüme olan inancı yıpratarak, inançları geriletici bir müzakere dönemi olarak tarihe geçti. Gerek müzakere sürecinden çözüm güçlerini soyutlama siyasetleri, gerekse uluslararası camia tarafından çok kısa zamanda anlaşılan “sözde çözüm” maksatları kısa zamanda deşifre oldu.

Çözümü zorlayalım olmazsa oturalım “dadlı dadlı” adayı bölelim gibi, akıllara durgunluk veren bu “yıkım siyaseti”, elbette Kıbrıslı Rum egemen siyasetinin şımarık ve dağınık Anastasiades liderliğinin yarattığı zeminde de ciddi anlamda beslendi. Unutulmaması gerekir ki önemli bir siyasi aktör olan Downer’in adadan ayrılması da aynen bu dönemde oldu.

Sondaj hikayesine girmeyeceğim. Ancak bu konuda yazılan çok önemli yazıların olduğunu da belirtmeden geçmeyeceğim. (http://www.taraf.com.tr/yazilar/cengiz-aktar/kibrista-kritik-zitlasma/31286/)

Bugün, Türk dış politikasındaki yeni dil ve eylemlilik ne yazık ki Sn. Eroğlu’nun ayrılıkçı siyasetini beslemektedir. Bu siyasi yöntemden ya da stratejiden, çözüme dönük bir çıkış beklemek mümkün değildir. Çözüm Kıbrıslı Rum ve Türk toplumlarına karşılıklı güven verecek bir zemin üzerinden şekillenebilir. Bu tartışılmaz bir konudur.

24 Nisan 2004 tarihi Kıbrıs sorununun yeniden şekillendiği tarih olarak görüp, biz “evet” dedik, Kıbrıslı Rumlar yüzünden olmadı, adayı bölelim noktasına bizi savurmaya çalışan siyasete dikkat. Gücümüz, inancımız ve irademizi dün ötekileştiren, baskı altına alan, ezmeye çalışan çeşitli odaklara basamak olmamalıyız. Eğer uyanmazsak, bu odakların “algı operasyonları” ile Kıbrıs sorununu ve Federal Kıbrıs’ı yok sayma girişimlerinin, önemsizleştirme çabalarının, içinde bulunduğumuz sanal dünyaya hapsolmuşluğun bedelini yine Kıbrıslı Türkler öder. Türkiye’nin gerilime yelken açan dış politikası sürdüğü sürece, Kıbrıslı şahinlerin kanatlanma olasılığı devam eder!

Bunun için son elli yıllık tarihe biraz bakmak yeter.