Sözün yeniden başladığı yer

Cenk Mutluyakalı

Hep duyarız, özellikle son yıllarda…

“Sözün bittiği yerdeyiz.”

Bitmez!

Söz yani diyalog insanlığın barış dilidir.

O biterse hayat biter, gelecek inşa edilmez, hayat yeniden tasarlanmaz.

***

Tufan hocanın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için New York’a gideceği açıklandıktan sonra umutsuzluğu, karamsarlığı, yılgınlığı ile tanıdığım pek çok dostumun heyecanlandığını gördüm.

“Yeni bir başlangıç” olarak gördüler bu ziyareti…

Bu heyecanları haklıdır.

Çünkü Kıbrıslı Türkler - ve en genelde adanın kuzeyinde yaşayan tüm bireyler - ciddi bir “lider” eksikliği yaşıyor.

Uluslararası toplumda epeydir temsiliyetimiz yok.

İnsanlar endişeleri, huzursuzlukları, bilinmezleri ile yalnızdır.

***

Bir düşününüz, ülkenin ekonomik olarak en güçlü, varlıklı, paralı insanları yatırımlarını yitirmekten korkuyor, güneye geçmiyor çoğunluğu, gelecek planı yapamıyor.
Ya yoksullar?
Avrupa Birliği üyeliği de yok çoğunun…
Kendilerini eğreti hissediyorlar her yerde…

Diplomanın, deneyimin, mal mülkün, bilginin değerini yitirdiği bir süreçle yoğruluyoruz.

Tutarsız ve anlaşılmaz söylemlerle içine sürüklendiğimiz yalnızlaşma süreci sürdürülemez bir geleceği dayatıyor.

Gençler, kendi yurtlarından uzaklaşmayı konuşuyor. Malına, mülküne kuşkuyla bakıyor insanlar… Yarınına dair hayal kuramıyor.

***

Masada değiliz.

Müzakere etmiyoruz.

Oyun kurucu rolümüzü yitirdik.

“1960 anlaşması ülkedeki en önemli hukuk sözleşmesidir” diyen ama o sözleşmenin içeriğinin tam tersine işler yapan derin tutarsızlık, Kıbrıs adasında sahip olduğumuz “kurucu ortaklık” hakkımızı da inkar ediyor.

Ne Avrupa Birliği üyelik hakkımız var bu bilinmez macerada, ne eşitlik…

***

İşte o nedenle “yeni bir başlangıç” heyecanı yarattı, Tufan hocanın New York ziyareti…

Hukuk, tarih, diplomasi bilgisi ve tutarlılıkla, dünyayla ortaklaşan bir liderliğe ihtiyacımız var, irade ve kararlılık gösterecek bir bilgeliğe, cesur ve kararlı bir diplomasiyle…

Şaka şenlikle bir yere kadar!

O nedenle, umarız, sözün başladığı yere döneriz yeniden…


UBP’de değişiklik yok

Ulusal Birlik Partili bir arkadaşım, “Şimdi artık başkanımız atanmış değil” diye mesaj gönderdi.

Gülümsedim acı acı…

“Talimatla atanmış başkanınız bir grup üye tarafından onaylandı” diye yanıt yazdım.

Bir siyasi partinin 10 bine yakın insanı sandığa taşıması elbette önemlidir.

Siyasi içeriği hiç konuşmazsak eğer…

Panayır gibi (!)

Ama unutulmasın UBP Kurultayı birkaç sene evvel de böylesi bir “panayır”a sahne olmuştu.

Nihayetinde sonucu binlerce insanın oyu değil tek kişinin talimatı belirlemişti.

Katılım önemlidir demokrasilerde…

Eğer “karar alma süreçlerine” etkisi varsa…

Yoksa…

Çokluk denen kavram bir başına demokrasi göstergesi olmaz.

Öyle olsaydı eğer dünyanın en önemli “diktatörlerinin” de seçimle göreve geldiğini, halk desteği aldığını, kitleleri peşinden sürüklediğini konuşurduk.

Kendi toplumlarına ve insanlığa yaptıkları zulümle anımsıyoruz tümünü oysa…

Ulusal Birlik Partili üyenin yarısı sandığa gitmemişse, bunun bir sebebi elde edecek menfaatleri olmadığı ya da kalmadığı içindir, sanırım… Bir diğer sebebi de iradeye inanmadıkları, son kararı seçtikleri kişinin vermeyeceğini bildikleri için…

“21 bin üye” övüncüyle başlayan yarışı 6 bin 555 üyenin oyunu alan Ünal Üstel kazandı.

“Kurultay” UBP’ye değişimi getirmedi.

İrade yoksunu, yandaş kollayıcı, adaletten uzak, liyakat karşıtı, haksız menfaat dağıtan ve toplumsal düşünmeyen yönetim zihniyeti onaylandı.

6 bin 555 üye onayladı bunu…

Toplum değil…

Yapay zeka çağında halen elde oy sayımı yapılan, kurultay gözlemlerinin her anında ilkelliğin öne çıktığı, ülkedeki onca sorunun hiç gündem olmadığı ve değerlerin değil bireyci menfaatlerin yarıştığı bir deneyime daha tanıklık ettik.

Sürpriz yoktu!


“Garantör” samimiyeti

Kıbrıslı Rum lider Hristodulidis’in Yunanistan’a yönelik açıklamaları güneyde gündem oldu.

Cesur bir çıkış, önemli bir özeleştiri, güçlü bir irade gösterdi.

Hristodulidis, Kıbrıs Cumhuriyeti ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin “ezelden beridir samimi olmadığını” açıkladı.

*

Adanın iki yanında resmi söylemle “Anavatanların” pozisyonu farklıdır.

Kuzeyde etkin ve fiili kontrol sahibidir Türkiye…

Tam anlamıyla yerleşmiştir buraya!

Güneyde ise söz sahibi Yunanistan değildir.

Adanın güneyi Yunanistan’a değil Kıbrıs’a benzer.

Karar verici Kıbrıslıdır.

*

“Atina-Lefkoşa ilişkileri ezelden beridir zordur. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beridir bunu görüyoruz. Daha önce, iki kardeş devletin arasında olması gereken samimiyet yoktu…” sözleri çok konuşulacak Hristodulidis’İn…

Hele de şu itiraf…

“Birçok kez, ortak hedeflerde ortak yaklaşımdan ve tam görüş birliğinden söz eden basın açıklamalarının ardına gizlendik. Bunlar şu ya da bu şekilde Kıbrıs ve Yunan kamuoyunun kulağına hoş gelen açıklamalardı ancak kapalı kapılar arkasında samimi değildik.”

*

Kuzeyde de farklı değil manzara…

Tek farkla….

Bunu itiraf edecek cesaret yok ortada…


“Durum algıdan çok çok öte”

Şehir Plancısı Layık Topcan’ın yazılarını, eleştirilerini ve önerilerini ilgiyle izliyorum.

Çevreye duyarlı bir yurtsever ve ülkesini seven bir uzman olarak umarım yaptığı uyarılar siyaset kurumuz için de rehberlik yapar…

“Durum algıdan çok çok öte” diyor Özgür Gazete’deki son paylaşımında…

“Onca inşaat yapılıyor, güneş, rüzgâr, ışık, özel yaşam, günlük yaşam gereklilikleri düşünülmeden, sağlık hizmetleri, kültür, çevre, eğitim, kanalizasyonu, su, elektrik, haberleşme ve gerekli birçok altyapı gibi temel yaşanabilirlik ölçütlerinden uzak!

Verimli tarım topraklarının tüketilmesi, kıyıların yağmalanması, deprem, taşkın, iklim değişikliği etkileri gibi çevresel afet riskleri hiçbir şekilde kale bile alınmıyor!…”

Bunun ardından da planlama onaysız, izinsiz yapıları sıralıyor birer birer…

Hep söylüyorum.

Yeni bir geleceği inşa etmek kadar geçmişin restorasyonu da önemlidir.

Bu ülkeyi yönetmeye aday siyasi hareketler mutlaka çevreden yurttaşlığa, kredilerden kirli para hareketlerine kadar hem geçmişin hesabını sormak, hem de araştırmak için komisyonlar oluşturmalı ve asla yapanın yanına bırakmamalıdır.