Çok değerli bir okurumuzun St. Hilarion’da Kayıplar Komitesi’ne göstermiş olduğu gömü yerlerinde kalıntıları bulunan sekiz “kayıp” şahıstan birisinin Yunan binbaşı Yorgos Katsanis olduğu belirlendi…
Çok değerli bir okurumuzun St. Hilarion’da Kayıplar Komitesi’ne göstermiş olduğu gömü yerlerinde kalıntıları bulunan sekiz “kayıp” şahıstan birisinin Yunan binbaşı Yorgos Katsanis olduğu belirlendi.
St. Hilarion’da kalıntıları bulunan sekiz “kayıp”tan birisinin Yunan binbaşı Yorgos Katsanis’in olduğu, kızı Lina’nın sosyal medya paylaşımı ardından gerek Yunan medyası, gerekse Kıbrıslırum medyası tarafından paylaşıldı…
Geçtiğimiz yıl KHORA yayınları tarafından yayımlanan “Savaş ve Biz” başlıklı kitabında Elias Pantelidis, Kıbrıs’tan 16 Kıbrıslırum, Kıbrıslıtürk, Maronit ve diğer etnisitelerden insanların öykülerine yer verirken, Neoptolemos Yeoryiu Kotsapas, “kayıp” binbaşı Yorgos Katsanis’in öyküsünü bu kitapta aktarmıştı… Elias Pantelidis’in “Savaş ve Biz” başlıklı kitabında 123 ile 127nci sayfalarda bu konuda şöyle deniliyordu:
“Neoptolemos, köylü bir ailenin çocuğudur. Anne –babası, Yeoryios ve Aleksandra’nın ondan sonra üç çocuğu daha oldu; Eleni, Angela ve Petros. Bölge ilkokuluna gittikten sonra, yine bölgesindeki ortaokula gidebilecek kadar şanslıydı, evine yürüyüş mesafesinde olan bir okula gitmek, çoğu öğrencinin sahip olmadığı bir ayrıcalıktı. O zamanlar, ortaokulların sayısı yok denecek kadar azdı ve birbirlerinden çok uzakta yer alıyorlardı.
1971 yılında, Lapta’daki Yunan Lisesi’nden mezun olduktan sonra, Milli Muhafız Ordusu’na katıldı. Temmuz 1971’den Temmuz 1973’e kadar, gururla Kıbrıs’ın en güzel köylerinden Bellapais’in (Beylerbeyi) batı kenarındaki 33. Komando Birliği’ne hizmet etti. 1973 yılında Bellapais’in yaklaşık 700 sakini vardı. Lapta için ise bu sayı 3,000’den fazlaydı ve iki güzel bölge arasındaki uzaklık yaklaşık 15 kilometreydi. Neoptolemos, dayanıklılığına ve yaşına uygun birçok iş yaptı ve Yunan Deniz Ticaret Filosu’na katılmak için sınavlara girdi. Fakat sonuçlar eline ulaştığı zaman, çifte işgal şeklindeki facia kendini göstermeye başlamıştı.
20 Temmuz 1974, Cumartesi…
20 Temmuz Cumartesi günü Neoptolemos, saat 5.30 gibi uyandı. Türk uçakları, Girne’nin geniş bir bölümü Karava, Lapta ve Ayyorgi’yi (Karaoğlanoğlu) bombalıyordu. Türk gemileri de, Girne’nin batısında kalan 251. Piyade Bölüğü üssünü hedef alarak aynı bölgeyi bombardımana tutmuştu. Saat 6.30’u gösterdiğinde, görevinin başına geri dönmek ve ne olduğuna dair bilgi edinmek için evden ayrılıp iki arkadaşıyla birlikte polis karakolunun yolunu tuttu. Yolda giderken, büyük ihtimalle gemilerden atılan bir bomba yürüdüğü yerde, Prodomos Kilisesi ve caminin yakınına düşünce, savaşın tadını ilk kez tatmıştı. Sanki bir mucizeymişçesine kurtulup, önündeki yeni oluşmuş enkazın ve kapkara, ağır dumanların içinden geçerek çok uzakta olmayan polis karakoluna ulaşmıştı. Burada, birçok insanla karşılaştı, korkmuş, sarsılmış, şaşkın ve nasıl tepki vereceğini bilmeyen. Ne de olsa kimse, askeri bir işgale alışkın değildi. Karakolun, o zamana kadar en büyük önceliklerinin, bir önceki pazartesi, 15 Temmuz’da, gerçekleşen Yunan darbesini sağlamlaştırmak olan kişilerin emri altında olduğunu belirtmekte de fayda var. Kısa bir süre sonra 10 kişilik küçük bir grup, sahibinin gönüllü olarak sürdüğü bir minibüse binip, Girne’ye giden sahil yolu boyunca kuzey ve güneye doğru ilerlediler.
Cumartesi, saat 07.15; işgal noktasından geçiş…
Saat yaklaşık 07.15 civarında, Türklerin adaya ayak bastığı ve işgalin gerçekleştiği Beşinci Mil adındaki küçük, şirin koyun güneyinden geçtiler. Sonradan öğrendiği bilgilere göre, onlar geçtikten yaklaşık 10 dakika sonra, işgal güçleri yolun kontrolünü ele geçirmiş ve Girne’ye gidiş geliş yolunu kesmişti. Neoptolemos, eline İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma N4 model bir tüfek ve biraz kurşun verdikleri 251. Piyade Taburu kampına ulaşmıştı. Silah tedariği, artan talep için yeterli değildi ve etraf resmen altüst olmuş durumdaydı. Durumu kontrol etmesi gereken yetkili birlik komutanlarının orada olmaması da dikkat çekiyordu. Neoptolemos, içinde bulundukları durumun kabul edilemez bir durum olduğunu düşündü, bu yüzden, en kısa zamanda Bellapais’e gitmeye karar verdi; öncelikle kendi güvenliği, sonra da, yedek birliği belgelerinde, o bölgede yer alan 33. Komando Birliği’ne gitmesi gerektiği yazdığı için.
Neoptolemos, Girne’nin güneyinin 1964 yılından beri silahlı Kıbrıslı Türkler tarafından kontrol edildiğini bildiği için kapana kısılmış gibi hissediyordu ve duyduklarına göre, şehrin kuzeyi, hava ve karadan ağır bombardımana uğruyordu, özellikle de inanılmaz güzellikteki küçük limanı ve yanındaki orta çağdan kalma kale. İlk önce, küçük bir motosiklet kullanarak Girne belediye binasına kadar ulaşmayı başardı; oraya vardıktan sonra, aşırı ısınmış ve artık hareket etmeyen motosikleti bırakmak zorunda kalmıştı. İşine yarayacak yeni bir ulaşım imkânı ararken, yırtık giysiler içinde kaleden taraf gelen oldukça bitkin birkaç adam gördü. Çok hızlı yürüyorlardı. İkisi, terkedilmiş bir arabayı çalıştırmayı başarmıştı, Neoptolemos da hemen yanlarına gidip, onu da yanlarında götürmelerini isteyerek, batının çok tehlikeli olduğunu, bu yüzden doğuya doğru gitmenin daha güvenli olacağını söyledi. Adamlar, yolda giderken, Cumhurbaşkanı Makarios’un destekçileri olduklarını ve ‘meşruiyeti’ savunduklarını söyledi. Darbeciler, onları orta çağ kalesinin içine kilitleyip kaçmış ve adını bilmedikleri bir polis onları bulup özgür bırakana kadar öylece kalmışlar. Neoptolemos, adamlara Ayios Epiktitos (Çatalköy) ve Klepini’den (Arapköy) Beşparmaklara, oradan da Lefkoşa’ya nasıl gidebileceklerini tarif etti. Sonra Kazafana’da (Ozanköy) inip birkaç kilometre ötedeki Bellapais’e doğru yokuş yukarı yürüdü. Öğlen olmadan 33. Komando Birliği’ne gitmeyi başarmıştı ve bir de ne görsün, birliğin ana kuvvet meğer burada değil, çok uzaktaymış, 15 Temmuz darbesinde yer almak için Lefkoşa’ya gitmişler. Yavaş yavaş daha fazla seferi geldikçe, birinci bölük de oluşmuş oldu ve ‘Lady’s’ diye bilinen bir binanın tam karşısındaki dağ yamacının üzerindeki yerlerini aldılar. Bu bina, bölgede bulunan çeşitli mevkilere adam yerleştirmekle sorumlu 251. Piyade Taburu tarafından kullanılıyordu. Uzak kıyıya, Bellapais’in doğusu ve batısına doğru uzanan kuşbakışı manzarası çok güzedi. Neoptolemos, kendini hazır hissediyordu ama hiçbir şey yapmadan, ana kuvvetin Lefkoşa’dan gelmesini bekledi.
Ana kuvvet, akşamüstü 3 gibi geldi. Kamyon konvoyları, Türk uçakları tarafından saldırıya uğrayınca adamlar, son 5 kilometreyi yürümek zorunda kalmış ve önemli kamyon, silah ve mühimmat zayiatı yaşamıştı ama yalnızca 12 hafif yaralı dışında zarar gören, yaşamını yitiren kimse yoktu. Komando Birliği’nin yaklaşık %20-25’i, havaalanındaki savunmayı artırmak için Lefkoşa’da kalmıştı – bu, sadece bir savaş gücü olarak 33. birliği zayıflatmakla kalmamış, birliğin ikiye bölünmesi, aynı zamanda, zaten karmakarışık olan bir durumun daha da kötü bir hal almasına neden olmuştur. Fakat saat 16.00’a kadar, düzenli ordu ve seferiler tamamen bir araya toplanmayı başardı; askerler, ihtiyaçları olan istirahatlerini yaptıktan sonra çok geçmeden uzun zamandır beklenen harekete geçme emirleri geldi. Temmuz ayında, Kıbrıs’ta güneş saat 20.00 gibi batar, St. Hilarion Kalesi’ni ele geçirme görevleri ise 21.00’da başlayacaktı. Elit 31. Komando Birliği tarafından batıdan gerçekleşecek saldırı ile aynı zamana denk gelmesi için saldırı saati, 23.00 olarak belirlenmişti.
21 Temmuz, Pazar. Ölümcül bir savaş. Katsanis’in ölümü…
Binbaşı Yorgos Katsanis, düzenli ve seferi askerlerden oluşan bir ekibi yönetiyordu; komutan muavini Yüzbaşı Evangelos Mantzuratos da bazı diğer seferilerden sorumluydu. 31. Bölüğün komutanı, Yüzbaşı Nikolaos Katuntas, 33. Bölüğün komutanı ise Asteğmen Vasilios Rokas’dı. 32. Bölük, Lefkoşa havaalanında kalmıştı. Adamlar, saat 21.00’da sessizce ilerliyorlardı, saat 23.00’da çatışma başladı ve 02.00’a kadar, Beşparmak sırtlarındaki ‘Petromutkya’ ve ‘Gamila’ isimli hâkim bölgelere ulaştılar. Bulundukları yerden tam karşıdaki Pavlidis kalesini (Mavi Köşk) ve yaklaşık bir kilometre ötesindeki ünlü St. Hilarion Kalesi’ni görmek mümkündü. Dik uçurumların sağında Girne, uçurumun tam üzerinde ise küçük bir ev vardı. 4 Kasım 1963’te, yasal olarak sahip olunan antikalarla dolu ev, Pashalis Pashalidis’e (Mağusalı Prastyo, Karava’dan Poli Digeni ile evlenmişti) satıldı; evin İngiliz satıcısı Arthur H. S. Mengo ise parasını alıp orayı terk etmişti – 1963 yılında tüm Kıbrıslı Rumlar’ın yaptığı gibi. Toplumlararası çatışma başlamıştı.
Şafak sökmek üzereydi - yeni bir gün - ve Binbaşı Katsanis’in komutasında çatışmalar hâlâ devam ediyordu. Pavlidis kulesi etrafındaki alan tamamen kontrol altına alınmıştı, Türk savaşçılar ise kaleye daha yakın yüksekte güvenliği aramayı seçmişti. Güneş, her zamanki gibi yeniden doğuyordu; çok sıcak, nemli, rüzgarsız bir gündü ve susuzluk ve yorgunluğun üstüne mühimmatın da tükenmesi, başka tehditler de oluşturuyordu. Neoptolemos’un, geri dönüp, mühimmat ve erzak istemesi emredilmişti. Denileni yaptı ve geri geldiğinde Binbaşı Katsanis’e, mesajı ilettiğini fakat cevap olarak belirsiz vaatler aldığını söylediğinde Binbaşı, “Şimdilik elimizdekilerle yetinmek zorundayız ama düşman yeniden bir araya toplanmadan önce ilerlememiz gerekiyor” dedi.
Yunanistan’ın kuzeyinin Sidirokastro bölgesinden Yorgos Katsanis, çok cesur bir adamdı ve 21 Temmuz 1974 Pazar günü, saat 09.00’da, kaderi mühürlendi - görev esnasında hayatını kaybetmişti. Onu gören adamları, sürekli yardım etmeye çalışsa da yanına yaklaşmayı başaramadılar ve öğle vaktinde ise artık geri çekilmeleri gerektiğini anladılar. Türkler, saat ilerledikçe daha da güçleniyordu ve görünüşe göre, Ağırdağ’daki komandolar, güney yamaçlarını temizleyip St. Hilarion Kalesi’ni donatmışlardı. Şans, birçok kez Neoptolemos Kotsapas’ın yanında olmuştu ve 4-5 saat kadar uzun bir süre sonra, yeniden ‘Lady’s’ adlı binadaydı. Geri dönen adamların sayısı, yavaş yavaş arttıkça, içlerine su serpiliyordu. Ama ne yazık ki, Katsanis’in adının yanındaki isimler de çoğalmıştı. ‘Görev esnasında hayatını kaybedenler’ ya da ‘görev esnasında kayıp olanlar’ terimlerine üzücü bir şekilde git gide alışıyorlardı. Neoptolemos, Bellapais’in 33. Komando Birliği kampının tam dışında yer alan zeytinliklerde geçirdi geceyi…”
OKURUMUZA SONSUZ TEŞEKKÜRLER…
St. Hilarion’daki olası gömü yerleri hakkında bildiklerini henüz 2010 yılında bizimle ve Kayıplar Komitesi’yle paylaşan ve altı yıl boyunca bu yerlerin kazılması için uğraş veren çok değerli okurumuza, yürekten sonsuz teşekkürler diyoruz… Bu olası gömü yerlerinin altı yıl boyunca kazılacak yerler listesine konmamış olduğunu öğrenince, 2016 yılında yeni bir mücadeleye girişmiş ve bu sayfalardan okurumuzun çağrılarını yayınlamış, Kayıplar Komitesi yetkililerini onu tekrar tekrar ziyarete götürmüş ve kendisine izin alınarak askeri bölgedeki bu gömü yerlerini göstermesi için olanak sağlanması yönünde uğraş vermiştik. Sonuçta okurumuza izin alınarak askeri bölgeye Kayıplar Komitesi yetkilileriyle birlikte girmesi sağlanmış ve gömü yerlerini göstererek bildiklerini paylaşmıştı… Bir süre sonra yapılan kazılarda ise sekiz “kayıp”tan geride kalanlar iki noktada bulunmuştu…
Okurumuza bu yerleri göstermiş olduğu, Kayıplar Komitesi’ne de okurumuzun gösterdiği yerlerde kazı yaptığı için çok teşekkür ederiz. Kalıntıları okurumuzun gösterdiği yerde bulunan Yunan binbaşı Katsanis’in ailesinin de acısını paylaşıyoruz… Şimdi artık o da bir “kayıp” olmaktan çıkıp, kendi ülkesinde bir mezara sahip olacak ve ailesi bu mezarı ziyaret edebilecek… İşte bu, okurumuzun insancıllığı sayesinde gerçekleşiyor… Ona ne kadar teşekkür etsek azdır…
İLK CENAZE 25 OCAK 2020 CUMARTESİ GÜNÜ…
St. Hilarion’da bulunan sekiz “kayıp”tan beş veya altısının DNA testleriyle kimliklendirildiği ve ailelerine bilgi verilmeye başlandığı öğrenildi.
Buna göre bu sekiz kişilik “kayıp” grubundan kimlendirilerek ailesi bilgilendirilenler arasında ilk cenaze 25 Ocak 2020 Cumartesi günü saat 11.30’da Litrodondas’ta St. Serabon Kilisesi’nde yapılacak ve Stavros Stavru Ttoullos köyünde toprağa verilecek.
OLVİA HRİSTOFORU’NUN ANLATTIKLARI…
St. Hilarion’da okurumuzun gösterdiği alanda kalıntıları bulunan “kayıp” Stavros Stavru Ttoullos, henüz 22-23 yaşlarında bir gençti… Kızkardeşi Olvia Hristoforu’yla çok değerli arkadaşımız, bir diğer “kayıp” yakını olan Katerina Antona aracılığıyla temas kurarak telefonda konuşmuştuk.
Stavros Stavru Ttoullos’u hiçbir zaman unutmayan Olvia Hanım, onunla birlikte çekilmiş fotoğraflarını da sosyal medya sayfasında paylaşmış, hep kardeşini bekleyişlerini yazmış, kardeşinin çalınan hayatını yazmış…
Olvia Hanım, kardeşçiğinin 7 aylık iken dünyaya gelmesine karşın hayata tutunduğunu, büyüyüp geliştiğini anlatıyor. Turizm ve otelcilik okumuş, otel işletmeciliği için de ayrıca bir diğer yüksek okula gitmiş, pek çok yabancı dil konuşabiliyormuş ve 1974’te savaş çıktığı zaman Girne’de Esperidas Oteli’nde şef olarak çalışmaktaymış… Bu otelin yöneticiliğini de Glafkos Kariolu’nun kardeşi yapmaktaymış… Okurlarım hatırlayacaktır, Kariolu, Girne’nin önde gelen ailelerinden birisiydi ve Girne’deki batık gemiyi bulan da onlardı…
Savaş çıkınca Stavros Stavru, Bellapais’e gönderilmiş ve oradan da St. Hilarion’a… St. Hilarion’da öldürülmüş… Başkalarıyla birlikte bir gamini çukuruna gömülmüş… Kemiklerinin yeri değiştirilmiş… Sonuçta okurlarımızın büyük ısrarları sonucunda ondan geride kalanlar bulunabildi… Ailesinin acısını paylaşıyoruz…
DİĞER “KAYIPLAR”…
Stavros Stavru Ttoullos’un yanısıra üç “kayıp” şahsın daha aileleri de bilgilendirilmiş: Bunlardan birisi Theodokis Haralambos Orfanu… Potamos tu Kambu köyünden (Yedidalga) olan Theodokis ise 1974’te henüz 21 yaşında imiş… Yine aynı yerde kalıntıları bulunan “kayıp” Yeorgios Lambros Savva ise Leymosunlu… 1956 doğumlu imiş yani henüz 18 yaşındaymış… Ailesi bilgilendirilen bir diğer “kayıp” şahıs ise Mihalis Kostas Grigoriu… Aslen Yukarı Dikomolu olan Mihalis Kostas Grigoriu’nun cenaze göreni ise Eylence’de Constantine ve Helen Mezarlığı’nda 8 Şubat 2020 Cumartesi günü saat 13.00’te yapılacak.
Tümünün ailelerinin acılarını paylaşıyoruz…
Ve değerli okurumuza tekrar tekrar yürekten teşekkür ediyoruz… Onun insaniyeti olmasa, bu sekiz “kayıp”tan geride kalanların bulunması çok büyük bir “mucize” gerektirecekti…