Kıbrıs sorunu Kıbrıs’ta, Kıbrıslılar tarafından değil ama dünyada büyük güçler tarafından yeniden gündemin ön sıralarına taşındı.
Hem BM’de, hem AB’de Kıbrıs sorunu yeniden öne çıkarılmaya ve yeni bir çözüm sürecine taşınmaya zorlanıyor.
Bu kez 2004 referandum günlerinden farklı olarak Kıbrıs’ın her iki tarafında yaşayan Kıbrıslılar, Türkler ve Rumlar sessizliğini ve ilgisizliğini sürdürüyor.
Hatırlarsınız 2004 referandum sürecinde Rum tarafında yine sessizlik ve ilgisizlik vardı. Ama Türk toplumu zinde ve ayaktaydı. Barış ve çözüm için sokaklarda, meydanlardaydı.
Şimdilerde iki toplum da kendi küçük dünyalarında, kendi dertleri ile meşguldürler. Hatta yakın çevrelerinde süren iç savaş ve çatışmaların adamızı da saracak olması bile bu ilgisizliği bozamamış, sessizlik bu dönemde bile iki tarafta da sürmüştür.
İki toplum lideri her yıl olduğu gibi bu yıl da Eylül ayında BM Genel Kurul toplantısına katılmak amacıyla Newyork’un yolunu tuttu.
Anastasiadis Kıbrıs Cumhurbaşkanı olarak ilk defa bu toplantıda konuşma yapacak, dünya liderlerine seslenecek ve mümkün olduğu oranda onlarla el sıkışacaktı.
Eroğlu da misafir olarak toplantıyı izleyecek ve mümkün olması halinde BM koridorlarında, ya da kafelerde yakaladığı devlet büyükleriyle el sıkışacaktı.
Ama onlardan önce Türkiye ve Yunanistan Dışişleri bakanları yaptıkları görüşmede her zaman olduğu gibi Kıbrıs sorununu da ele aldılar ve somut bir karar ürettiler. İki toplumun temsilcileri en kısa zamanda karşılıklı olarak Ankara ve Atina’yı ziyaret ederek sorunun çözümüne katkıda bulunmak amacıyla görüşmeler yapacak.
Bu gelişme önemlidir. Dün BM tarafından yapılan benzer bir önerinin Rum tarafınca kabul görmemesi ve deyim yerindeyse uyutulması önerinin yeniden değerlendirilmeyeceği anlamını taşımaz.
Neden?
Çünkü bu kez öneri BM’den değil, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri bakanlarından, yani doğrudan muhataplarından geldi.
Sanırım bu önerinin dün yaşama geçmemesinin nedeni “STATÜ” meselesiydi. Yani Türk temsilci Atina’ya toplum temsilcisi olarak giderken, Rum temsilci Ankara’ya Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcisi olarak gitmek istemekteydi. Ankara Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığına göre de bu imkansızdı.
Şimdi bu öneri anavatanlar tarafından karara bağlandığına göre bu statü meselesi de aşılmıştır. Toplumlararası görüşmeler statüsü ne ise, Ankara ve Atina ziyaretleri de öyle olacaktır.
Ama bu statü meselesini sürekli gündemde tutarak, bu yarayı sürekli kaşımakla yol alamayız. Kıbrıslılar olarak artık bundan vazgeçmeli ve statüye değil, sorunun çözümüne odaklanmalıyız.
Halbuki Eroğlu daha ilk günden bu konuyu kaşımaya başladı. Newyork’ta bir düşünce kuruluşunda yaptığı konuşmada bu konuya da değinerek "Muhataplar konusunda tam eşitlik olmalıdır. Benim temsilcim hangi düzeyde görüşme yapacaksa, Rum temsilci de ayni düzeyde görüşme yapmalı. Herkes kendi muhatabı ile görüşmelidir" dedi.
Böylece daha Rum tarafının tavrını açıklanmadan statü tartışmasını başlattı. Bu tartışma Kıbrıs sorununu 50 yıldır çözümsüzlüğe mahkum etti. Bu tartışmayı sürdürerek bir sonuca varmamız mümkün değil.
Amaç sorunu çözmek, yani bağcı dövmek değil de üzüm yemekse bu tartışmadan uzak durmalıyız. Hem liderler, hem de toplumların bütün kesimleri “kazan kazan” anlayışıyla hareket etmelidir.
Gelişmeler olumludur. Bizim dışımızda çok yönlü çabalar sürüyor. Biz de artık üzerimizdeki ölü toprağını atarak çözümü zorlayacak eylemliliği yeniden gündeme taşımalıyız.
Bu kez çok daha zor, çok daha meşakkatlı bir görev bizi bekliyor. Yalnızca Kıbrıs’ın kuzeyinde değil, güneyinde de, anavatanlar Türkiye ve Yunanistan’da da barış güçlerini hareketlendirecek çok yönlü bir mücadeleye hazır olmalıyız.
Çözüm herkesi sevindirecek, herkese her açıdan olumlu yansıyacak ve ekonomik sıkıntıların aşılmasına da katkıda bulunacaktır. Ayrıca bölgemize de çözüm ve barış yönünde yeni bir ivme kazandıracaktır.