İlk “asgari ücret”im kaç paraydı, unuttum.
O zaman Türk Lirası’nda fazladan üç sıfır vardı, o nedenle, hepimiz milyonerdik (!)
200 bin lira dolayında aylık maaş olmalı!
Çalışma hayatıma asgari ücretle başladım, kimi dönem iyi paralar da kazandık, çünkü Asil beyin “Avrupa’nın en büyük zenginlerinden” olduğu günleri gördük.
Uzun sürmedi bu saadet!
O da battı.
Bu nedenle çoğunlukla asgari ücret düzeylerinde kaldım, en fazla bir buçuk katına çıktım, hepsi bu!
Asgari ücretli insanların yoksulluğunu ve yoksunluğunu doğrudan hissederek sıklıkla yazarım; en önemli sorunlarımızdan biri de sanırım siyasi partilerimizin - ve sendikalarımızın - karar alma süreçlerinde gerçek yoksulların azınlıkta kalması hatta hiç olmamasıdır.
İşte bu yüzden “asgari ücretli” için yapıldığı söylenen eylemler dahi duygu yoksunu ve samimiyetten uzak kalır.
Çok az rastlanır deneyimlerden birini yaşamak da bu satırların yazarına nasip oldu; toplu sözleşmeyle örgütlü bir iş yerinde, “işveren temsilcisi” olarak maaş artışına imza atıyor, sonra “işçi” olarak ödeniyorum!
Çifte acı yaşıyorum.
“Bu maaş bu çalışana ve emeğe haksızlık” diyorum önce, hele, aynı iş, eşdeğer uzmanlıkla, çok daha az üretenlerin iki misli kazandıklarını bilerek.
Bunu diyorum sonra banka hesabına bakıyorum ve kendime soruyorum: “Peki, bu maaşları ödemek için bu parayı nereden bulacağız?”
Çünkü “düzen” yoksulluğu ortadan kaldırmak yerine “uçurumu” büyütüyor.
Yıllar sonra şu gerçeği görüyorum.
Siyasi partiler arasında çok ciddi farklar vardır, ancak, bu farklar “düzen” ya da “statüko”yu değiştirmek yerine yine mevcut kurulu düzen içerisinde “iyileştirmeler” üzerine örülüdür.
Daha vizyonlu, daha temiz, daha bilgili, daha çoğulcu, çok daha özgürlükçü ve demokrat, kesinlikle adil ve barış yanlısıdır kimileri, hiç kuşku duymam, bugünkü enkaz zihniyetle kıyaslamam ancak bu meziyetler “düzen”i ya da her alanda betonlaşmış “statüko”yu yıkmaya yetmez, kendi içinde iyileştirir, o kadar….
Her koşulda atanmış bir yabancı elçi, bu ülkenin seçilmiş bakanının bir adım önünde durur, sağlık sistemi kamu eliyle paralıdır, kamusal yapı değil kişiler zengin edilir, hizmet yerine bireyci menfaatler çoğalır, ortak kaynaklar belirli bir zümrenin arasında paylaşılır ve asgari ücretli sabahtan geceye çalışsa da “mesai” dedikleri kavram salt kamu görevlileri için ilan edilir…
“Statüko” bir kaleyse eğer, o kalenin içini “aydınlatma”ya dair siyasi alternatifler mevcuttur; ancak ne yazık, kimseler “kaleyi” yıkma cesaret ve iradesi göstermez.
Tek özelliği “itaat etmek” olan haysiyet yoksunu cahiller sürüsünün gitmesi yetmez!
O cesarete ve iradeye de ihtiyaç var, eğer gerçekten dönüşmek istersek.