İsmet Murat’ın sevgili anneciği, “Bobi’nin kızı”, Stavrokonnolu Meryem İmam’ı görmeye gidiyorum Kondea’ya...
Meryem Hanım, Stavrokonno’da doğmuş, Fasula’da büyümüş, Bladanisya’ya evlenmiş...
Şimdi tam 76 yaşında...
Çok şükür, eli ayağı tutuyor, kendi işini kendi görebiliyor, pırıl pırıl, tertemiz evciğinde bana harika bir kahve yapıyor...
Olağanüstü çetin koşullarda yaşamış... Henüz 10 yaşında demet bağlamaya gitmiş babasıyla, babası Hüseyin Bobi orak biçmeye giderken onu da götürürmüş yanında... Bir tarlayı “gabal” aldıkları için adanın herhangi bir yerinde, bütün gün ve bütün gece, sabahlara kadar orak biçermiş babası, 10 yaşındaki küçük kız çocuğu Meryem, demetleri bağlarken yorgunluktan başı düşer, demetlerin üstünde uyuyakalırmış... Babası çok güçlü, iri yarı bir pehlivanmış – düğünlerde güreş tutarmış meydanlarda... Babası ve amcası, bölgenin aranan güreşçileriymiş...
Stavrokonno’da doğmuş Meryem Hanım, babası, amcasının yanına Fasula’ya taşınmaya karar verince, aile Fasula’ya yerleşmiş, burada büyümüş... Sonra da Bladanisya’ya gelin gitmiş... Ali İmam’la evlenmiş: Beş çocuk etmiş, dördü kız...
Altı aylık hamileyken, eşeciğin üstünde, arkasında bir çocuğu, önünde bir çocuğu oturtulmuş vaziyette, tepelere çıkarmış, karnı burnunda, süt sağmaya, hellim, nor, peynir yapmaya...
“Evlatlarımı yetiştirmek kolay mıydı? Şimdiki gibi değildi...” diye anlatıyor. Bana Stavrokonno’da, Fasula’da, Bladanisya’da yaşadıklarını anlatıyor...
“Paska zamanları Rumlar’a pilavuna için nor yapardım, peynir yapardım kalıp kalıp” diye hatırlıyor... Kimsenin kimseye incitmediği başka bir hayattan söz ediyor...
Onda sevgili Perihan’dan izler görüyorum – Perihan Eraslan, YENİDÜZEN’in harika sekreteri... Zekasını, o müthiş organize yeteneğini, kahkahasını annesinden, teyzesinden almış Perihan... Meryem Hanım, Perihan’ın teyzesi... Onu tanıyınca, bunu daha iyi anlıyorum şimdi... Perihan, annesi yani Meryem Hanım’ın kızkardeşi rahmetlik Pervin Hanım’ın komik hikayelerini anlatırdı bana ve hep gülerdik... Meryem Hanım’da da aynı zeka, aynı hazırcevaplık, hayata aynı espritüel bakış ve aynı organize yetenekleri var... Perihan’ın çarpıcı güzelliğinin sırrı da çözülüyor: Meğer Stavrokonnoluymuşlar, ben bunu bilmiyordum... Ama şimdi bu bana çok anlamlı geliyor çünkü Stavrokonnolular, kadınıyla, erkeğiyle, gerçekten çok güzel insanlar...
Meryem Hanım’la Pervin Hanım, iki erkek kardeşle evlenmişler. Böylece Meryem Hanım, Perihan’ın hem teyzesi, hem yengesi... Rahmetli Ali İmam da Perihan’ın hem amcası, hem eniştesi... Eskiden köylerde bu tarz evlilikler çok yaygındı – Meryem Hanım bana bunları esprilerle anlatıyor...
Babası Hüseyin Bobi’yi, dedesi Salih Bobi’yi, Salih Bobi’nin ele avuca sığmaz hallerini, büyük büyük dedelerinin Salih Bobi’yi Kıbrıs’tan Türkiye’ye yollatmasını anlatıyor... Salih Bobi’nin hallerini dinledikçe aklıma Perihan’ın oğlu Şükrü’nün tüm yaramazlıkları ve ele avuca sığmaz halleri geliyor: Elbette Salih Bobi’nin soyundan geliyor!...
Bladanisya’dan kızı İsmet Murat’ın anlattığı hikayeleri daha ayrıntılı biçimde öğreniyorum – ve gerçek halleriyle çünkü belki de İsmet Murat bunları anlatırken, bazı ayrıntıları yanlış anlamıştım...
Mesela Anoyiralı pastellicinin dövülmesi olayını... Olayın tam olarak doğru şeklini öğreniyorum: Pastellici Kıbrıslırum 80 yaşında bir adammış... Bladanisya’ya pastellilerini satmaya gelmiş. Köydeki Susuzlu bir komutan pastelliciyi dövmüş. Meryem Hanım’ın eşi Ali İmam da buna karşı çıkınca, Susuzlu çavuş onu Evdim’de bulunan Türkiyeli komutana “kovlamış” ve komutanı “Bu Rum casusudur, onları savunur” diye kışkırtmış. Ali İmam’a da derhal Evdim’e gidip komutanı görmesini emretmiş, “Tırnaklarını söktüreceğim sana” diye tehdit etmiş. Aslen Evdimli olan ama Bladanisya’da öğretmenlik eden Sami Özuslu’nun babası Raşit Bey, köyün ileri geleni olarak Türkiyeli komutanı Ali İmam’a bir ceza vermemesi için ikna etmeyi zar zor başarmış. Türkiyeli komutan Evdim’de Ali İmam’a, “Dua et da iyi bir tavsiye geldi senin için” demiş ve Ali İmam yaşlı bir pastellicinin dövülmesine karşı çıktığı için dövülmekten, ceza yemekten, “Rum casusu” diye damgalanmaktan kurtulabilmiş...
“Yoksa evli başlı adamları dövdükleri da çok olurdu” diye anlatıyor Meryem Hanım...
1963 olayları, Meryem Hanım’a göre Bladanisya’yı etkilememiş... “Uzaktan silah sesleri duyardık ama bir şey olmadıydı” diye hatırlıyor.
Bir keresinde bazı Kıbrıslırumlar, Ali İmam’ın keçilerini çalmaya kalkışınca, kardeşi oğlu Sedat arkalarından ateş açmış. Sürüyü o bekliyormuş... Sonra Ali İmam, Anoyira köyünün destebanı, arkadaşı Kosta’yı bularak, bir başka Kıbrıslırum köyünden bazı Kıbrıslırumlar’ın keçilerini çaldığını, kardeşi oğlu Sedat’ın da heyecana gelip arkalarından ateş açtığını anlatmış ve sürüsünü geri almak için yardım istemiş. Anoyira köyü destebanı Kosta da gidip sürüyü çalan Kıbrıslırumlar’ı bulmuş ve sürünün serbest bırakılmasını sağlamış...
“Bize hiç incitmezlerdi” diye hatırlıyor Meryem Hanım... “Ali İmam mücahit olunca, köyün dışına çokluk çıkmazdı, keçileri otlatmaya kızlarım ve bazan da ben giderdik. Rum çobanlar uzaktan bizi görüp seslenirlerdi, yanımıza yaklaşmazlardı bile... Hiçbir zaman kimse kimseyi incitmezdi” diye hatırlıyor.
Meryem Hanım’ın anlattıklarından anladığıma göre, 1974’te köylerin boşaltılmasını, bölgedeki Kıbrıslıtürkler’in İngiliz üslerine sığınmalarını ve sonra da tüm bu nüfusun kuzeye kaldırılmasını sağlamak için, Türk tarafı bir “provokasyon” tezgahlamış... Bir komşu köyden bazı Kıbrıslıtürkler’i, gidip ateş açmaları ve Kıbrıslırumlar’ı kızdırmaları için Anoyira’ya göndermiş. Kıbrıslıtürkler, büyük bir Kıbrıslırum köyü olan Anoyira’ya ateş açmışlar... Bunun üzerine ertesi günü Kıbrıslırumlar da barikat kurmuşlar yollara... Köyden böyle “kaçırılmışlar” – önce “Evdim’e gideceksiniz” denmiş ama oraya gittiklerinde, Evdimli Kıbrıslıtürkler’in kendilerinden önce köyden kaçtıklarını görmüşler! Sonra da İngiliz üs topraklarına sığınmışlar... Fakat hayvancıkları köyde kaldığı için Meryem Hanım’la eşi köye dönüp hayvanları dağlardan, bağlardan geçirip gene İngiliz üssü topraklarına dönmüşler... Yolda hayvan hırsızlığı yapan bazı Kıbrıslıtürkler’le karşılaşıp çok korkmuşlar, onları silahlı Kıbrıslırumlar sanmışlar – oysa bunlar, silahlı Kıbrıslıtürkler’miş ve “ganimet”e gidiyorlarmış! Savaşın ortasında böylesi manzaralarla da karşılaşmışlar...
Bladanisya’dan İngiliz üslerine sığınmışlar, altı aydan fazla bir süre çadırlarda yaşamışlar, babasının ucu püsküllü orağını da almışmış yanına ve orak da çadırdaymış... Fakat kuzeye geçerken orağı getirememiş, buna üzülüyor... Ali İmam, kuzeye gideceklerine inanmak istemiyormuş... Kuzeye geçtiklerinde de köyde bıraktığı mallarına karşılık verilecek tarlaları almak istememiş, “Benim malım o yanda, kimin malını kime verecekler?” diye söylenirmiş...
Kondea’ya (Türkmenköy) yerleşmişler... Köydeki marketi çalıştırmışlar... Bladanisya’dan kaçmadan önce ve Paramal’dayken sattıkları oğlakların parası 4 bin Kıbrıs Lirası edermiş... Bu parayı yanlarında getirmeyi başarmışlar...
Ali İmam, milliyetçi bir insanmış. “Ben paramı Türk bankasına yatıracam” demiş, Barclays Bankası’na paralarını yatırmayı reddetmiş. Sonra da “Türk bankaları”, Kıbrıs Liraları’nı 36 TL’den çarpıp hortumlayınca, ellerine geçen parayla ancak 10 tane koyuncuk alabilmişler!
“İşte o zaman anladıydı, bunlar yalançıdır demeye başladıydı” diye anlatıyor Meryem Hanım...
Stavrokonnolu “Bobi’nin kızı” Meryem İmam’la röportajımız şöyle:
SORU: Kaç yaşındasın Meryem Hanım?
MERYEM İMAM: 76 yaşındayım... 1935 doğumluyum... Asıl yerim doğmam, Stavrokonno... Anam babam oralıydı... Bladanisya’ya evlendim... Kocamıdı oralı...
SORU: Ha onun için... Çünkü Stavrokonnolular çok güzeldir... Kadını, erkeği çok güzeldir...
MERYEM İMAM: Orada doğdum, sonra babamın bir kardeşi vardı Fasula’da. Dedi kendine “Gel benim yanıma da burası daha iyidir...” Babamın adı Hüseyin Bobi, annemin adı İsmet... Kaçtı babam, sattı evleri, geldi Fasula’da ev aldı, mal aldı... 15-16 yaşına kadar da orada yaşadık. Sonra kısmetim çıktı, Bladanisya’ya gelin gittim... Ali İmam, Bladansiyalı’ydı. Gittik Bladanisya’ya, ettik beş tane çocuk. Dört kız, bir oğlan. Kocam çobanıdı. Eskiden zaten iş yoğudu, kimisi çoban, kimisi rençber... Bizim çobanıdı rahmetlik. 20 keçisi vardı aldığında beni. Ettik o çocukları kızım, o 20 keçiyla geçindik, çoğalttık kendilerini seneden seneye. Sonra çıktı mücahitlik, askerlik. Kocam bekledi, bir iki üç sene beleş yaptı, “mecburi” derlerdi. Sonra döndü aylığa. Dedi “Çıkmaylım madem çocuklar da böyüyüyor, isterik para...”
Aldıydık evin yanında da birceez tarla 30 dönüm. 10-12 sene da askerlik çekti kocam. Gece nöbet tutardı, gündüz hayvanlara giderdi. O tarlayı ettik bağ, güzel bir bağımız olduydu ama maalesef yeyemedik, ne üzümünü, ne yaprağını... Beşinci senesi şu başladı mahsıl versin, çıktı bu olaylar, kaçtık... Kaçtık, geldik çadırlara. Altı ay kaldık onun içinde... Hayvanlarımız kaldıydı köyde. Dedilerdi bize “Evdim’e eneceyik da dönelim tez...”
Hiçbirşey almadık, aha böyle geydiğimiz urubalarnan gittik. İngiliz üslerine Appoali’ye... Bizim şöförler endirdi bizi Evdim’e, oraştan İngilizler alırdı bizi da götürürdü Appoali’ye. Orasına “Appoali” derlerdi. Rahmetlinin üstünde asker urubaları varıdı – İngiliz rahmetliğin üstünden aldı gömleği, “Yasaktır” dedi kendine, “bu urubalarla girmen üslere...” Pantolonu da bağlıydı, çözdü kendine pantolonu da... Geldik, çıplak, atlet ile... Hayvanlar kaldı köyde...
Kaldık sekiz gün onun içinde, ne ekmek, ne yemek, ne uruba ... Napacayık? Maraz... Hayvanlardan...
Gidelim dedik, getirelim hayvanları...