Stella Aciman
1940 yılının Ağustos ayında Romanya’da yürürlüğe giren ırkçı kanunlar 1941 yılının Haziran ayında daha da sertleşti, bu nedenle Romen Yahudileri Filistin’e ulaşmak için yasa dışı yollar dâhil olmak üzere her türlü çareye başvurup her türlü tehlikeyi göze aldılar. Bu tür yolculuklardan bir tanesi de facia ile sonuçlanacak olan Struma gemisinin yolculuğuydu.
Struma, Köstence’den hareket ettikten sonra motoru yolda birçok kez bozuldu, buna rağmen gemi Boğazlar’a kadar gelebildi. Motoru bozulunca 15 Aralık 1941 günü bir kılavuz gemi eşliğinde Sarayburnu önlerine çekildi. Geminin İstanbul’a varışı yabancı ülkelerin elçilikleri tarafından kendi dışişlerine hemen rapor edildi. Gemide 769 yolcu vardı. Yolculardan 300 kadarı çocuk, 200 kadarı kadındı. Çocukların 150’si 15 yaşın altındaydı. Erkek yolcuların çoğunun yaşı 16 ila 60 arasındaydı. Gemide yeterli miktarda can kurtarma sandalı olmadığı gibi motorunun ciddi şekilde arızalı olduğu bildirildi. Geminin günlük yiyecek, içecek gibi ihtiyaçları Kızılay tarafından sağlanıyor, parası daTürk-Musevi Cemaati tarafından ödeniyordu. Bu arada cemaatin gençleri, gemiye sandallarla yiyecek, giyecek taşıyorlardı. Bir grup Yahudi genci de gemideki dindaşlarıyla dayanışmada olduklarını simgelemek için Sarayburnu’nda ateş yakıp, bunun hiç sönmemesi için gayret sarf ediyordu.
Geminin durumunda bir iyileşme sağlanmasına çalışılırken, mültecilerin de Filistin’e kabul edilmeleri konusunda İngiltere ile konuşuluyordu. En son çare olarak gemide bulunan ve yaşları 16’nın altında olan çocuklar için Filistin’e giriş izni alındı. Bu yaş grubuna giren çocukların sayısı 28 idi. İngiltere Büyükelçiliği 16 Şubat 1942 tarihinde, Hariciye Vekâleti’ni (Dışişleri Bakanlığı) arayıp çocuklar için Filistin’e giriş vizelerinin verildiğini bildirdi. Ancak Hariciye Vekâleti gemide bulunanlardan hiç kimsenin karaya ayak basmasına kesinlikle izin vermedi. Çocuklar konusunda herhangi bir esneklik gösterilmedi ve böylece çocukların Karadeniz’in karanlık derinliklerinde sona erecek kaderleri de belirlenmiş oldu.
KULAKLAR SAĞIR, GÖZLER KÖR
15 Aralık1941-23 Şubat 1942 tarihleri arasında gemiyi sürekli koruma altında tutan Türk polisi dışında herhangi bir kimsenin gemiye ulaşması imkânsızdı. İstanbul Yahudi cemaati tarafından gemiye gönderilecek olan her şey ihracat olarak işlem gördüğünden muhtelif formalitelere ve liman yetkililerinin ihracat onayına tabi idi. Bu arada geminin dizel motoru sökülüp tamir edilmek üzere karaya çıkartıldı ama motor hiçbir zaman gemiye geri gelmedi.
Günleri haftalar izliyor, hava giderek soğuyor ve Struma karla kaplanıyordu. Geminin iki tarafına “bizleri kurtarın” diye yazan çarşaflar asılmıştı. Gemideki insanlar etraflarından geçen gemilere seslerini duyurmaya çalışıyordu ama kulaklar sağır, gözler ise kör olmuştu.
23 Şubat gecesi hiç haber vermeden gemiye çıkan 150-200 polis, yolcuları kısa süren bir kavgadan sonra kaptan ve gemi mürettebatı dâhil olmak üzere herkesi güvertenin altına sokmayı başardı. Geminin çapasını kestiler. Struma normalden çok daha büyük bir kılavuz gemisine bağlandı ve Boğazlar’dan Karadeniz’e çekildi. Struma’nın motoru yoktu, yiyeceği, suyu, yakıtı, ilacı hiçbir şeyi yoktu. Gemi denizin merhametine kalmış, başıboş bir şekilde dolanıyordu. 24 Şubat 1942 yılının soğuk bir gününde, gün batımına doğru bir Rus denizaltısından atılan torpil gemiye isabet etti ve birkaç dakika içinde 768 mültecisi ile sulara gömüldü. Denizde, çok soğuk sularda yüzen, ağlayan, su yüzünde durmaya çalışan yüzlerce insan vardı. Suyun aşırı soğuk olmasından dolayı su üzerinde debelenen yüzlerce insan kısa bir zaman sonra yüzeyden dibe doğru inmeye başladı. Kıyı tüm gün boyunca gözle görülmesine rağmen hiçbir yardım gelmedi. Türk resmi haber ajansı ertesi gün Struma’nın bir patlama sonucu Karadeniz’de battığını ve sağ kalan kimsenin olmadığını bildirdi. Ajans tarafından, “Bazı kurtarma gemileri olay yerine ulaşmaya çalıştı ancak çok dalgalı deniz yüzünden bölgeye ulaşamadı” denildi. Ama gemiden sağ olarak tek bir kişi kurtulmuştu ve geminin batmasından sonraki 24 saat boyunca denizin son derece sakin olduğunu, zaten bu sayede hayatta kaldığını söylemişti.
KURTULUŞA CEZA!
Ertesi sabah Şile Feneri’nden içinde dört kişi bulunan bir sandal olay yerine geldi. Sulardan ölü halde olan ikinci kaptanı, enkaz arasından bir başka cesedi ve hayatta kalan tek kişiyi, David Stoliar’ı çıkardı. Stoliar’ı fenere götüren balıkçılar ona yemek, giyecek ve yatak verdi. Ertesi sabah gelen polis Stoliar’ı alarak İstanbul’da askeri hastaneye götürdü. Tek yataklı bir odaya konuldu, kapısında polis bekledi, doktor ve hemşireden başka kimse odasına girmedi. Gazeteler bir yolcunun kurtulduğu haberini almışlardı ve hastanenin kapısında beklemeye geçmişlerdi. Hastanede birkaç gün yattıktan sonra Stoliar İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Polis Stoliar’ı üç hafta orada tuttu, zincire vurulmamıştı ama her akşam tek kişilik bir hücreye konuluyor, sabah çıkarılıp ortak alanda durmasına izin veriyorlardı. Birçok defa sorgulamaya alındı, tekrar tekrar nereden geldiğini, gemiye ne olduğunu soruyorlardı. Neden hapiste tutulduğunu sorduğunda, “Bir Türk vizesine sahip olmayıp, Türkiye’de yasa dışı kalıyorsun” diyorlardı. Yahudi cemaati her gün yakında olan bir lokantadan Stoliar’a yemek gönderiyordu. En nihayet cemaatten biri olan ve Struma olayında insanüstü varlık gösteren Simon Brod, Stoliar’ı emniyet müdürlüğünden aldı ve evine götürdü. Simon Brod, “Struma enkazından sağ kurtulmanın bir mucize olduğunu, ancak bu trajedinin tek tanığı olarak Türk resmi makamlarından sağ kurtulmuş olmasının ise daha büyük bir mucize olduğunu” söylemişti Stoliar’a.
David Stoliar uzun bir yolculuktan sonra Tel-Aviv’e gitti. Denizde kaldığı saatler boyunca, soğuk suyun el ve ayak parmaklarına verdiği hasar tüm yaşamında onu bırakmadı. Stoliar 2002 yılında, yıllar önce yerleştiği Oregan’da (Amerika) yaşama veda etti.
İSTENMEYEN GEMİ
Bugün Struma'yı oluşturan o kurbanları, o insanları da tek tek hatırlayan hiç kimse yaşamıyor,
Artık Struma’dan sadece bir gemi gibi bahsediyoruz, içinde ölen 768 kişi de sadece birer rakam sanki.
Ama Struma insanlarla dolu idi; kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar, çaresiz, yalnız, ama ümitle yaşamak isteyen insanlarla dolu idi. O insanlar sadece Struma diye anılıyorlar. Batmadan önce son 15 yılını Tuna nehri üzerinde hayvan taşımak için kullanılmış olan 46 metre bir hurda geminin adı ile "insanları " anıyoruz.
Struma denildiğinde benim hatırladığım, yaşı 80’ lerinde koca koca büyüklerimin bu ismi duyduklarında hıçkıra hıçkıra ağlayışlarıdır.
Henüz genç bir delikanlı iken, gece yarıları yetkililerin göz yumması ile kayıklara evlerinden topladıkları yiyecekleri doldurup Struma’ya Kızılay ile birlikte erzak taşıyan ve o insanların çaresizliğine bizzat şahit olmuş olan insanları tanıdım ben.
Struma bırakılmıştı; yalnızdı, sahipsizdi, önemsizdi, çaresizdi, herkesin kurtulmak istediği bir dertti, ortadan kalkması dilenen, hiç yaşanmamış olması tercih edilen bir musibetti. Ne yazık ki, yalnız Türkiye'nin değil; İngiltere'nin, Rusya'nın, Romanya'nın ve belki de diğer bütün Avrupa devletlerinin hiç olmamasını diledikleri gemilerden biriydi.
İyi ki anılıyorlar, çünkü tarih ötekileştirme ve nefret yüzünden yok edilip, anılmayan kim bilir ne kadar çok benzerleri ile dolu.
Bugün olaydan 73 yıl sonra, o dönemin yetkililerini, diplomatlarını, devlet adamlarını adalet terazisi ile ölçmek mümkün değildir. Zaten suçlanacak hiç kimse yok ise; demek ki herkesin OLAYDA BİR SORUMLULUK payı vardır. Ama yapılacak olan şey, dün olanların ışığında bugünü yeteri kadar açık görebilmektir. Geçmişin yanlışlarından tüm insanların geleceği adına doğruları çıkarabilmektir.
Eğer bu yapılmaz, yapılamaz ise; görülen odur ki, dünya daha çok Struma’ lar anacak ve Struma’ların sorumluluğunu taşıyacak.
73 YIL SONRA
Yaşam hakkı kutsaldır. Bütün Semavi dinlerde bir hayat kurtarmanın tüm insanlığı kurtarmak ile eş değer olduğu vurgulanmıştır. Kurbanlar ve "fikir ve söylem sahipleri" değişmiştir ancak ne yazık ki Struma olayından 73 yıl sonra bile nefret dolu söylemler devam etmektedir.
Struma; Söylemlerin menfaatlere, menfaatlerin eylemlere dönüşebileceği noktada çaresiz insanların yalnızlığa nasıl terk edilebileceğinin tipik bir hikâyesidir.
Bütün gelişmelere ve zaman zaman ötekileştirici söylemleri kullanmanın çeşitli nedenlerle çok cazip göründüğü dönemlerde bile, insanların ve inanç sahiplerinin hayat haklarına ve hassasiyetlerine yönelik sonuçların bilincinde olabilmeliyiz.
Ve…73 yıl sonra, 24 Şubat 2015’de Sarayburnu’nda, Struma’ da ölenler için ilk defa bu yıl Türkiye’de resmi bir anma töreni düzenlendi.