Su konusu bir noktaya bağlandı. Evet, işte bu noktadan başlayarak dünden ders çıkartmak ve gelecek için yeni bir bakış açısı geliştirmemiz gerekir.
Çıkarmamız gereken en büyük ders, su gibi temel bir sorunda enine boyuna, ülke gerçeklerine ve insana dönük uzun erimli bir yol haritası çizmemiz oldu.
Bakın haklı olarak pek çok kesim, en temel insan ihtiyacı olan "su özelleştirilmez "demektedir. Çok da doğru.
Ama bu sözü söylerken yaşamda oluşan bir gerçeği de göz ardı ettik. Yani yaşamın gerçeği bize gizli gizli güldü.
SU ÖZEL OLMUŞTU
Çünkü çok uzun bir zamandır, hem de sesiz sedasız ve artık doğallaştığı için göremediğimiz bir gerçekle de iç içe yaşamaktaydık.
İçme suyu çoktan özelleşmişti.
Sayısız işletme, hem yerli, hem ithal, plastik bidonlar yada şişelerde su satıyor. Bizde içme suyu ihtiyacımızı onlardan karşılıyorduk. İster asgari ücretli, ister zengin, isterse orta halli olsun...
Gelirlerimizin bir kısmı, içme suyu için harcanıyor. Bunu da özelden alıyorduk.
Artık çocuklarımız, gençlerimiz; "ağzını musluğa dayayıp", kana kana su içmiyor. Pet şişeyi dayıyor ağzına, yada evlerindeki su sebilinden su içiyor.
70'li 80'li yıllarda bir yerel yönetici adayı, seçmenlerine çeşmelerinden düzenli içilecek su akıtma sözü veriyordu. Ya da bununla övünürdü. Ama yirmi yıldır bu söylenmiyor. Bu akla dahi gelmiyor.
Neden? Çünkü yeraltı su kaynaklarımızı israfla yok ettik. Ayrıca doğal değişiklikten, kuraklıktan ötürü de yer altı su kaynaklarımız çok ciddi ölçüde geriledi.
Üstelikte uzun zamandır evlerimizin çeşmelerinden akan suyun tuzluluğuna alıştık. Aksında, "isterse lamba suyu " olsun moduna girdik.
Bu olağan oldu. İçme suyunu da ağzımıza dayadığımız pet şişelerden kana kana içmeye alıştık.
Bir hesaplayan bakalım, en temel ihtiyaç olan suya aile bütçesinden kaç para ödüyoruz. İçmek için aldığımız bidonlara, Evimize çağırdığımız özel tankerlere ve Belediyelere ödediğimiz, çeşmelerimizden akan tuzlu suya, toplam kaç para ödüyoruz?
Su çoktan özelleşti, hem de sessizce ve hiç bir önerme ve alternatif de geliştirmeden. Bu gerçek yaşamımıza hoyratça girdi ve bizi de esir aldı. Kaç su dağıtım şirketi, tankerci oluştu ve toplam ciroları ne kadardır? Ha,vergi listelerine bakarsanız çok cüzi ödedikleri de açıktır.
ŞİMDİ ÖZELLEŞMEYE KARŞI ve KAYNAKLARIMIZ İÇİN, İŞ YAPMA ZAMANI…
Şimdi gelecek için bir zemin doğdu.
Türkiye'den gelen su ile özellikle yer altı su kaynaklarımızdan çekimin azalması zemini oluştu. Yapılacak ciddi işlerle gelecek için bunların yeniden gelişmesi zemini oluşuyor. Bu geleceğimiz için büyük bir olanaktır.
Ayrıca, çok kahırlı ve usanç veren bir süreç de sonuçlandı. Türkiye ile yapılan görüşmelerle gerçektende olumsuz olan belli maddeler değişti.
Şimdi esas kendimiz için iş üretebileceğimiz bir zemin doğdu.
Belediyelerin su dağıtımını alacak olan işletmeye katılım zorunluluğu ortadan kalktı.
Şimdi işte bu alanda da iş üretme zamanı bu nokta ile başlıyor..
Belli büyük Belediyeler yan yana gelmeli ve ana depolarına kadar gelecek olan bu suyu alıp, kendilerinin bunu dağıtma ve işletmesini yüklenmeleri gerekiyor.
BESKİ düşüncesi bu yeni oluşan durum ışığında ellenmeli ve yeni duruma, yeni oluşan bu imkana göre yeniden şekillenmelidir.
Yani özelleştirme olayına lakırdı temelinde değil, fiili olarak alternatif üretilmelidir.
Bakın müsrifliğimizin ve duyarsızlığımızın yol açtığı acı gerçekler meydandadır.
Su Özelleşemez diyenlerin dahi doğallıkla pet şişeyi ağzına dayayarak kana kana en temel ihtiyaç olan suyu, çeşitli özel firma markalarından karşıladığı bu garabet durumdan çıkmak zorundayız. Lakırdı değil, düşünce ve eylem geliştirmeliyiz. Herkese görev düşüyor.
Üstelikte politik hafızası silinip de her olayda bu hafızadan yoksun ahkam kesmek de sona ermelidir.
AB ile Kum Köyde 2008'de gerçekleşen 19 bin tonluk deniz suyundan arıtma tesisi kurma antlaşması yaptıktan sonra; bunun, 2009 sonrası Eroğlu döneminde iptal edilmesine karşı ses vermeyen. Bu olanağın ucuzca, bir gecede elden çıkarılmasına dönük duyarsızlık şampiyonluğu yaşayan bizler, artık politik hafıza kaybından da kurtulmalıyız. Küçük hesaplarla dünü yok sayan, yeni dese de kendine, yeniyi kuramaz. Üstelik bunu, bu son tartışmalarda akla dahi getirmeyen bir hafıza yoksunluğu ile iş üretmek çok zor olur.
Ama artık SU konusunda gelinen aşamada, bu suyun özelleşmesine karşı çok duyarlı olan tüm kesimler, büyük bir görev yükü altındadır.
Türkiye'den gelecek olan suya dayanarak, ciddiyet ve kararlılıkla yer altı su kaynaklarının korunmasına dönük politika geliştirilmelidir.. Bunu ciddiyetle tavır ve kültürel temelle ele almalı, bu ete kemiğe büründürmelidir.
Çünkü, tartışmalar sonrasında, metinde yapılan değişikliklerle yer altı kaynakları ve su politikasının oluşumu ve sorumluluğunun kamuya, devlete ait olması kesinleşti.
Ayrıca burada ikinci önemli bir değişiklik daha var.
Antlaşmadaki bu değişiklikle, suyun Belediyeler tarafından dağıtımına dönük politika, tavır, organizasyon ve dayanışma geliştirmek olanağı da doğdu.
Çünkü zorunluluk kalktı.
Belediyeler kendi ana depolarına bu suyu alıp işletme ve dağıtma hakkına sahiptir.
Bunun için en başta büyük Belediyeler olmak üzere bu yeni durum değerlendirilmelidir. Bunun için yazdım, BESKİ düşüncesi bu yeni şartlar göz önüne alınarak, bu yeni temelden yararlanıp, yeni arayış üretilmelidir. Belediyeler buna talip olmalıdır.
Eğer bunları beceremezsek; hayatın gerçeğinde gelişeni görmeyen; gelişeni yeni koşullarda halk, insan ve emek için ellemeyen, ona kör kalan, bir durumda oluruz. Yaşama denk cevaplar üretemez oluruz...
Böylece yaşama denk düşmeyen söz ve tepkiler içine girer, bu şekli ile de yaşamın ihtiyaçlarına cevaplar üretemeyen bir hale döneriz.
O zamanda, yaşama dair cevapları biz değil, başkaları bizim adımıza üretir. Bize kalanda bağırıp çağırmak olur. Ama yaşamda bize karşın, başkalarının kendine göre üreteceği siyasetler ve tavırlarla şekillenir...
Şimdi iş zamanı, akıllar, olanaklar yan yana gelsin ve Belediyelerin suyun dağıtımındaki etkisi gelişsin.