SU PARASI / HAYSİYET YARASI

Asım Akansoy

 

Eğri oturup doğru konuşalım ve soğukkanlılıkla ne yapacağımız üzerinde duralım…

19.07.2010 tarihinde Başbakan İrsen Küçük, "Su Andlaşması" ile büyük bir felakete imza attı. Ülkenin tüm su kaynaklarını, hatların geçtiği toprağın mülkiyeti ile birlikte devretti. Bu olayın Ercan'ın özelleştirilmesi, KTHY'nin batırılması, DAİ-DAK'ın batırılıp peşkeş çekilmesi örnekleri ile benzerliği üst düzeyde...

İrsen Küçük döneminde TC ile yapılan protokoller, bir sonraki hükümet döneminde, "tabu" olarak algılatılıp, ‘uluslararası antlaşmadır, dokunamayız’ diyerek ve mağdur bir otorite görüntüsüne bürünülerek, öngörülen düzenlemelere onay veren bir duruş sergilendi. Protokollara bağlı olası tahribatların "siyaseten" ele alınması, düzenlenmesi, değerlendirilmesi, yeniden yapılandırılmasına dair girişim yapılmadı, hatta aslında uygulanan protokolün doğru, uygulayıcısı olan Küçük Hükümetinin sorun olduğu ifade bile edildi. Dolayısıyla, "denk bütçe" gibi abartılı farklı saikler üzerinden toplumun ekonomik gündemi, sorunlu bu protokollerin varlığından ısrar ve inatla kaçırıldı.

Demokratik tezahür ve siyasi iradenin nasıl şekillendiğine dikkat edilmedi.

BUNU BİR YIL ÖNCE YETKİLERE DE SÖYLEMİŞTİM!

Neredeyse bir yıl önce, 2015 yılı Tarım ve Enerji Bakanlığı’nın bütçesinin görüşüldüğü Komite toplantısındaydık. Bakanlığa bağlı Su İşleri Dairesi’nin öngörülen bütçe kalemlerini incelediğimde, bir önceki yıla göre hiçbir değişiklik olmadığını görerek ve şunu ifade etmiştim:
"Gördüğüm kadarıyla şu anda gündemde olan Su Projesine dair en küçük bir öngörünüz yok. Oysa gelecek olan Su'yun tarafımızdan yönetilebilmesi için, Su İşleri Dairesi’nin yeniden yapılandırılması, yeni teknik kadrolarla desteklenmesi ve hazırlanması gerekmektedir. Ben bugün gördüğüm tablo karşısında, hükümetin gelecek olan Su'yu kendimizin yöneteceğine dair herhangi bir politikası olmadığını düşünmekteyim. Bu durum kabul edilebilir değildir. Bu konuda mutlaka ilgili birime katkı yapılmalıdır."

Maliye Bakanlığı temsilcisinin yanıtı ise şu olmuştu:
"TC ile yapılan 2013-2015 Ekonomik ve Mali protokole göre, bahsettiğiniz çerçevede herhangi bir düzenlemeye gidemeyiz, kadro sayısı sınırlıdır, bellidir. Bu sayı da sağlık, eğitim gibi zorunlu olan alanlarda kullanılacaktır, dolayısıyla bir şey yapamayız."  (Bu diyalog Meclis tutanaklarından da okunabilir.)

Akıl alır gibi değil! Çünkü bir yanıyla sosyal ve ekonomik anlamda memleketi biz yönetecektik ama diğer yandan da çok önemli bir proje olan Su konusunda resmen gölgeye yatmıştık, bunu tercih etmiştik! 

Yani kısaca hikayemizde, perşembenin geleceği, çarşambadan belliydi…

AÇIĞI ŞİMDİKİ HÜKÜMET KAPATTI

Şimdiki hükümet ise bu kısa sürede konu ile ilgili ciddi bir çalışma başlatarak hem konusunda uzman yeni elemanların sağlanmasını ileri taşıdı hem de hazır duruma gelmesi için yoğun bir çabaya girişti.

Hizmet içi eğitimlerini yerel ve TC kaynaklarını kullanarak sağladı. Bunun yanında hükümet programında yer alan Özerk Su Yönetimi Yasası ile ilgili taahhüdünü de süratle yerine getirmek için, yasanın Meclis’e sunulmasını sağlayacak adımları süratlendirdi.

Yani dünden kalan eksiklikler ciddi anlamda giderildi.

PEKİ KKTC NE DİYOR, TC NE İSTİYOR?

Gelinen durum aslında çok açık...

TC hükümeti, gelecek olan Su'yun yatırım maliyetini istemiyor. Sadece işletme giderlerinin haklı karşılanmasını şart koşuyor. Sürdürülebilir bir durum yaratmak istiyor ki bu çok anlaşılır bir durum.

KKTC hükümeti ise, bu giderin karşılanacağını ve gelen Su'yun verimli çalışması için gerekli adımların atılacağını belirtiyor. Bu çerçevede 26 belediye vatandaşa dağıtılacak olan Su için yeni bir girişim başlatarak BESKİ şirketini kuruyor. Gelen su devlet tarafından BESKİ'ye satılacak, BESKİ sattığı Su'yu devlete ödeyecek ve devlet de giderlerini karşılayacak. Ve adaya gelecek su bu çerçevede yönetilecek.

TC bürokrasisi, İrsen Küçük'ün zamanında attığı imzayı gerekçe göstererek hükümetin projesini kabul etmiyor ve süreç TC bürokrasisinin engeline takılıyor. TC bürokratları, gelecek olan Su'yun tüm işletmesinin özel tarafından yapılmasını istiyor. Ve KKTC tarafının Küçük zamanında attığı imzaya sadık kalması gerektiğini ifade ediyor. Bizim bazı siyasilerimiz ve kanaat önderlerimiz de, ‘canım adamlar bu kadar para vermişler elbette istediklerini yaparlar’ gibi adeta ezik bir duruş içerisine giriyor. Çünkü onlar Türkiye'yi bir holding, KKTC'yi de ona bağlı bir şube olarak görüyorlar. Siyasetin tüccar mantalitesi!

Anlaşılan o ki, TC bürokrasisi, ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya olan KKTC'nin topladığı su parasının üzerine bir şekilde yatmasından korkuyor. Ben başka bir açıklama bulamıyorum!

TİCARET ODASI’NIN ÇIKIŞINI HAYRA YORMUYORUM!

Bu noktada elbette Ticaret Odası'ndan da bir yorum beklenirdi ki o da tam zamanında gelmiş bulunuyor! Su yönetimi için kamu-devlet ortaklığı öneriyorlar. Öneremezler mi, elbette önerebilirler.

Ancak kamuoyuna açıklama yaparak "siyasi taşeronluğa" girişeceklerine önerilerini önce kendi siyasi otoritelerine yapmaları gerekirdi. Bu ülkede demokrasiyi sonuna kadar savunmak ve halkın siyasi iradesi ile şekillenen ve Meclis’te onaylanan Hükümet programına saygı duymaları gerekirdi. Tabii eğer mesele üzüm yemek ise... Yoksa bu ülkede dönen oyunlar, algı operasyonları, kimin kime ne söyletmeye çalıştığı, artık ‘KKTC'de Siyasete Giriş’ derslerinde okutuluyor. Oda yetkilileri bunu toplumun bildiğini bilmiyor demek ki.

Uzun lafın kısası, bugünkü hükümet geç de olsa, yasası ve kadrosu ile Su yönetimine hazırdır. Bundan sonra atılacak adımların bu çerçeve üzerinden sürdürülmesi gerekir. Bu çerçeve de Türkiye ile her zaman söylediğimiz "sağlıklı" ilişkilerin bürokrasi değil, siyasi otorite üzerinden ileriye taşınmasının önemi bir kez daha ortaya çıkarmaktadır.

SON OLARAK…

Kıbrıs Türk halkı çözüm masasında, iddialı bir şekilde siyasi eşitlik üzerinden gelecek kurma çabasında… Memurlarımızı, bürokratik yapımızı geleceğin yeni yapılanmasında konumlandırıyoruz.
‘Yapacağız, yapabiliriz tabii ki’ diyoruz. Peki, tüm bu olup biteni gören masadaki muhataplarımız yarın kalkıp bize,  ‘Türkiye sana gelecek suyun yönetiminde bile güvenmiyor, Ticaret Odanız da buna paralel şeyler söylüyor’ demez mi?
Tabii ki der!
Peki buna cevabınız ne olur beyler?