Türkiye’den ülkemize denizaltından taşınacak suyun etkin kullanımına ilişkin ciddi bir hassasiyet vardır. Mevcut sistemimizin birtakım yatırımlarla geliştirilmesini gerektiren bu durumun alım gücümüzü düşürmesini engellemek ise bizim elimizdedir. Bunun için belli ilkelerle çerçevesi sınırlandırılmış bazı kararlar alma aşamasındayız.
Kuşkusuz, konunun demokratik zeminde tartışılması, farklı kesimlerin önerilerinin her yönüyle değerlendirilmesi gerekmektedir.
CTP bu alanda atılacak her adımın AB Su Çerçeve Direktifi ile uyumlu olmasını hem siyaseten hem de su kaynaklarımızın doğru yönetilmesi açısından bir şart olarak algılamaktadır.
AB Su Çerçeve Direktifi suyun ticari bir ürün olmayıp, korunması gereken bir doğal kaynak olduğu düşüncesini temel alır. Bu direktif ile AB tüm üye ülkelerdeki suların korunmasını ve durumlarının iyileştirmesini amaçlar. Hedef, 2015 itibariyle AB sınırları içindeki tüm yeraltı ve yerüstü sularının “iyi durum” seviyesine getirilmesidir. Aday ülkelerin tam üye olmadan bu direktifi yürürlüğe koymaları şarttır.
44 yıllık birikimlerimizden ve Su Çerçeve Direktifi’nden hareketle, CTP de, “su kamu malıdır ve kamu menfaatleri doğrultusunda kullanılmalıdır” politikasını benimsemektedir.
Bize göre devlet, kamuya (halka) ait olan doğal kaynakları korumak, eşitlik ve adillik ilkeleri çerçevesinde en verimli şekilde kullanımını sağlamakla yükümlüdür.
Suyun adil ücretlendirilmesi de CTP için olmazsa olmazdır.
Su Çerçeve Direktifi’nin dokuzuncu maddesi konuya gereğince açıklık getirmektedir. Burada, suyun diğer şeyler gibi ticari bir mal olmadığını tespit edilmekte, su hizmetlerinin maliyetlerinin karşılanması ve sürdürülebilir kullanımı için ücretlendirilmesi gerektiği üzerinde durulmakta, “kirleten öder, kullanan öder, su giderleri su gelirlerinden karşılanır” denilmektedir.
Atacağımız adımlarla biz de AB Direktifleri ile uyumlu yeni bir dünyaya yelken açacağız.
Asrın Projesi’nin Kıbrıs sorununun çözümüne katkı yapma ihtimaliyle birlikte düşünüldüğünde, bu heyecan katlanarak büyümektedir. Ancak en önemlisi, gerek içme ve kullanım suyu gerekse tarımda kullanılacak su kaynaklarına ilişkin halkımıza sunulacak hizmetlerin kalitesi bakımından Avrupa standartlarına ulaşacak olmamızdır.
Burada tüm paydaşların aktif katılımına ve desteğine ihtiyaç vardır.
AB Su Çerçeve Direktifi ile uyumlu olmayan mevcut yapımızda en kritik görevi bugüne kadar belediyelerimiz üstlenmiştir.
Kalitesinden çok hoşnut olmasak da, 7/24 çeşmelerimizden temiz, içilebilir su akmasa da, kendi aralarındaki adalet tesis edilememiş olsa da ve gelmiş geçmiş bazı belediye başkanları suyu gelir elde etmek adına ticari bir mal gibi ele alsa da, belediyelerimiz bugüne kadar çok önemli bir hizmeti yerine getirmişlerdir. Dolayısı ile söz söyleme hakları vardır.
Diğer yandan hizmetlerin kalitesini artırmak için yeni altyapı ve pompa istasyonu yatırımlarına ihtiyaç duyulacaktır. Enerji sarfiyatı artacaktır. Elektrik alanında maliyetleri düşürecek reformların önemi bir kez daha gündeme gelirken, suyu belediyelerin bütçelerindeki açıkları azaltma enstrümanı olarak değerlendirme lüksümüz de ortadan kalkmaktadır.
Su ve enerji konularını kamunun (halkın) menfaatleri doğrultusunda ele almamızı gerektiren yeni bir durum şekillenmekte, siyasetin başarısızlığı halinde ise halkımızın alım gücünün ciddi şekilde düşmesi tehlikesi gelişmektedir.
Bu alanlardaki reformlarla belediyelerimizin sırtında kambura dönüşen borçlarının azaltılması ve yeni düzenlemelerle tüm belediyelerin su ve aydınlatma gibi konularda üstlenecekleri sorumluluklar karşılığında düzenli gelir elde etmeleri gözetilirse, yeni durum, belediyelerimizin idari ve mali yönden sürdürülebilir yapılara kavuşmasını da kolaylaştıracaktır.
“Su geliyor, elektrik de gelecek, yönetim modelleri de gelsin, bizim kafamız rahat olsun” kolaycılığının aksine, pahalılığa sebebiyet vermeyecek biçimde her alandaki mevcut hizmetlerimizi AB standartlarına ulaştırmak için elimizi taşın altına koymamız gerekmektedir.
Sanılanın aksine et de bıçak da bizim elimizdedir.