Hukukun dar sınırları içerisine hapsolmadan düşünmeye çalışırsak suç, her şeyden önce, normlara aykırı olan bir davranıştır. Ahlak da, din de, hukuk da toplumun düzen içinde yaşamasını sağlamak amacıyla normlar koyar. Bu normları ihlal edenler düzeni bozdukları için çeşitli yaptırımlara tabi tutulurlar. Hukukun diğerlerinden farkı, onun normları ihlal edildiği zaman yaptırım olarak cezanın ortaya çıkmasıdır. Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenmiş bir fiili işleyen kişi, Kanun’da bu suçu işleyenler için öngörülen cezaya çarptırılır. Temel varsayım, suçu işleyen kişinin toplumun düzenini bozduğudur. Ceza, bir yandan bozulan düzenin yeniden tesisini, diğer yandan da düzeni bozmaya niyetlenebilecek olanların caydırılmasını amaçlar.
Örgütlerde de benzer bir durum vardır. Örgütler düzen içinde faaliyet gösterebilmek için, Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenmemiş olsa bile, örgütün düzenini bozan bazı fiilleri disiplin suçu olarak düzenleyebilirler. Bu fiilleri işleyenler, örgütün düzenini bozmuş sayıldıkları için disiplin cezalarına çarptırılırlar. Örgüt, bu yolla, hem bozulan düzeni yeniden tesis etmeye, hem de aynı fiilli işleyebilecek üyeleri böyle bir davranıştan caydırmaya çalışır.
Kendi içinde son derece tutarlı görünen bu mantığın ön kabulü, kanımca, suç teşkil eden fiilin “normal” olmamasıdır. Kanunun ya da disiplin kurallarının korumaya çalıştığı düzenin kurallara tabi olanlar nezdinde bir meşruiyeti varsa, suç istisnai olarak ortaya çıkar. Ancak düzen, kurallara tabi olanlar nezdindeki meşruiyetini yitirirse, suç işleme oranı artacak, suç, tabir-i caizse normalleşecektir. Bu durumda cezanın da kendisinden beklenen işlevi görmesi doğal olarak güçleşir.
Tam da bu nedenledir ki yaygın iç huzursuzlukların yaşandığı, hukuk metinlerince anormal kabul edilen davranışların normalleştiği, bu metinlerin korumaya aldığı düzenin meşruiyetini yitirmeye başladığı dönemlerde, kuralları ihlal edenlerin, yani suçluların cezalandırılması, ne bozulan düzeni yeniden tesis etmeye ne de başka kişileri suç işlemekten caydırmaya yarar.
Sanırım bu tip durumlarda bazı ülke ve örgütlerde düzeni yeniden tesis etmek için suçluların cezalandırılmasından ziyade hakikatlerin ortaya çıkarılmasına ve tarafların barıştırılmasına odaklanılmasının temel sebebi de budur. Normların ihlali yaygınlaşmış ve normalleşmişse, artık ihlalcilerin cezalandırılması düzenin tesisi için yeterli olmayacağı gibi, tam tersine düzenin sağlanmasını imkansız hale getirme riski de taşımaya başlar.
Böyle bir dönemde “suçlu”ları cezalandırmak konusunda ısrarcı olmak, hukuk metinlerinin korumaya çalıştığı düzen bir yana, herhangi bir düzeni dahi sağlayamaz ve giderek toplumu ya da örgütü dağıtma işlevine yönelir.
Bu nedenledir ki suç ve ceza üzerinde düşünürken temel amacın ne olduğunu hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Amaç, birilerini (ve çoğu zaman da kurallar karşısında kendilerini başka yollarla koruyacak güçten aciz küçük suçluları) günah keçisi ilan edip, düzensizliğin intikamını onlardan almak mı, yoksa hakikatleri ortaya çıkarıp, tarafları barıştırıp, yeni ihlallerin yaşanmasını önleyecek düzenlemeleri ve yeni bir düzeni kurmanın yollarını aramak mıdır?
Elinde yetki olanların bu yetkileri kullanırken bir değil on kez düşünmelerini gerektiren temel soru kanımca budur.