Kuzey Kıbrıs’ta pek de alışılmamış bir hafta yaşandı; şiddetli yağmur, fırtına, sel, su baskınları ve en acısı yitirilmiş dört genç…
Açıklamalar, yorumlar, fikirler bol… Neyin neden olduğunu ve nasıl önleneceğini de biliyoruz hep… Yazılı, görsel ve sosyal medyada paylaşılanlara bakılınca yaşananları aslında önleyebilecek bilgi birikimi var; suç ve suçlular da tanımlanıyor… Sorun nerde, niye bu felaketler yaşanıyor?! Cevabı çok kestirmedir: “Aha onlar”…
Kim onlar?!... İşe yaramayan siyasetçi, beceriksiz hükümet, iş bilmez belediye, arsız müteahhit… Benzeri her felaketten sonra aynı durum, aynı sözler, aynı suçlamalar ve aynı bilgiç tavırlar; tepkili öfke çelik kesecek kadar keskin… Doğaldır ama şimdiye kadar sonuç üretmedi, fayda etmedi; çünkü odak kaçık…
Gerçekten bilgiye sahip bir halk; birçoğu dış ülkelere seyahat etmiş, başkalarının neyi – nasıl daha iyi yaptığını da gözlemlemiş bir halk… Ama bu değerler felaket yaşanınca belirgin oluyor; felaket geçtikten sonra yaşam olağan düzeyine ve düzlemine geçiyor… O ‘işe yaramayan siyasetçi’ var ya, işimizi yapacak, işe aldıracak, terfi ve makam verecek, kırsal kesim arsası verecek, kamu bankasından kredi sağlayacak - borç erteletecek, vakıflardan düşük bedelli ev ve dükkan bulmaya yardımcı olacak, teşvik verecek, trafik cezası sildirecek; yani ne istersek, uysa da uymasa da biz isteyince yapacak… Yapmazsa, seçimlerde görürü gününü…
O ‘beceriksiz hükümet’ var ya, statükomuza dokunmazsa ve hatta statükomuzu sağlamlaştıracak tutum içinde ise bin yaşasın. Bütçeye ne gelir girerse, maaş diye dağıtsın, maaşları gününde ödesin, fazla mesailer artsın eksilmesin – taşsın dökülmesin… Hayat pahalılığı ödeneğine dokunmasın, kamu görevlisini mesai saatleri içinde rahatsız etmesin, ikinci işimize zinhar takılmasın… Da ne yaparsa yapsın… Böyle yapmazsa, yapabilecek gelsin…
O ‘iş bilmez belediye’ var ya, benim çöpü almış, suyumu vermişse, kaldırımımı yapmışsa tamamdır… Bu hizmetlerin karşılığını ödemedim diye suyumu kesmesin, kaldırımlara köpeğim pislemişse temizlesin, inşaatımda kural dışılıklar yapmışsam gözünü kapasın, iş yerim izinsiz ise takmasın, hijyene uymadım diye rahatsız etmesin… İnşaatıma izni verirken kılı kırk yarmasın, inşaatı izinlenmiş projeye göre yapmamışsam nihai tasvipte sorun çıkarmasın… Da ne yaparsa yapsın… Şansını zorlarsa ilk seçimde gidicidir abbas…
O ‘arsız müteahhit’ var ya; ah o müteahhit?!. Arsa verdik bize karşılığında istediğimiz kadar daire ve dükkan vermedi; kurtarmazmış, kurtaracak gibi yapsana…. Proje üstünde daire satın aldık, fiyat çok iyiydi; ne bilelim kaçak inşaat olduğunu, malzemeden çalacağını ve nerden tahmin edelimdi ki binayı bitirmeden memleketten kaçacağını… Fiyat çok ucuzdu, aldık işte… Dikey yapılaşmaya karşıyım ama benim arsaya dikey yapılaşma yakışır; müteahhit bana daha fazla daire ve dükkan verebilir o zaman, arsamın fiyatını rüyamda bile görmemiştim…
Bu suçlular grubuna dair daha çok şeyler anlatılabilir… Suçsuz gibi görünüp de gerçekte suç payına sahip olan Şehir Planlama Dairesi ise gözden hep uzak olur… Onlar planlı kentleşme için emeğini ve göz nurunu verenlerdir ve bu işi en iyi bilenlerdir; bu konuda diplomaya sahipler… Mal ortada; Lefkoşa İmar Planı ne kadar başarılı; Girne Emirnamesi kimin teknik veri tabanı ile çıkarıldı?… Yollar yapılıyor, dere yatakları değişiyor, kimin veri tabanı ile?… Barajlar yapılıyor, çöp toplama alanları belirleniyor; kimin veri tabanı ile? Sanayi Bölgeleri, esnaf bölgeleri açılıp yapılaşıyor; kimin veri tabanı ile… Şehir ve kasabaların ne belirli bir profili, ne de düzgün silueti var; neden?!
Ve yurttaşlar… Tüm olumsuzluklarda kendini sabi suçsuzluğunda görüp yorum yapan ama aslında suçun altın hissesini elinde tutan tüm yurttaşlar… Bizler… Felaket anında bilgiç ve kararlı, felaketten sonra unutkan ve omurgasız… Siyasetçiyi, hükümeti, belediyeyi, yani ülkeyi yönetenleri bugünkü kılıfına sokanlar… Ve kılıfa girenleri üst üste seçip de girmeyenleri eleyenler… Yirmi yıl başbakanlık yapan siyasetçiyi yerden yere vurup gene de seçenler; beş dönem belediye başkanlığı yapmış ama beldesinde çivi çakmamış başkanı her defasında seçenler… Düğün ve cenaze abonesi olmaktan öte bir yararı görülmeyen milletvekilini her seçimde seçip, yenilikçi ve kapasiteli milletvekilini ilk seçimde eleyenler… Siyasi ahlaksızlığının dedikodularını yaptıkları siyasetçiyi seçerek onurlandıranlar… Ülke doğrularını anlatmakta mangalda kül bırakmayıp, kendi çıkarlarına gelince ülke doğrularının uygulanmasına karşı çıkanlar… Doğanın insana hediyesi olan yağmuru, zehir edenler…
Dahasını örneklemek gerekmez… Yaşanan felaketlerin ve yitirilen canların sebeplerinin en önemlisi, kendi suç payını inkar eden ve kendi hataları ile yüzleşmeyenlerdir… Ne zaman ki suçlu hep başkaları görülmeyecek, “benim payım nerde ve nasıl düzeltirim?” tavır ve gayretine girilecek, toplumsal akıl, bilgi ve birikimler bir potaya girip birlikte eritilecek, yeni ve doğal felaketlerin zarar vermesini asgariye indirebilecek bir yapı ortaya çıkacaktır. Suç odağı aramak yerine, suçun genele yaygın olduğunu kabullenmekle işe başlamakta yarar var…
Ölen dört gencimiz bize bunu öğretebilsin ki başka canlar yitmesin… Onlar “Suçlu ayağa kalk” derse, oturan kimse olmamalı…
Sevgili çocuklarını kaybeden ailelere başsağlığı ve metanet diliyorum; gençler ışıklar içinde uyusun; böylesine acıyı kimseler daha yaşamasın…