Uluslararası hukukta suçluların iadesi, bir devletin diğer bir devletin talebi üzerine, talep eden devletin yasalarına göre cezalandırılabilen ve talep edilen devletin sınırları dışında işlenen bir suçtan dolayı yargılanmak üzere bir kişinin yakalanıp iadesinin gerçekleştirdiği süreç olarak tanımlanabilir. İadeye tabi kişiler, bir suçla itham edilen ancak henüz yargılanmamış olanları; yargılanmış ve hüküm giymiş olup ülke dışına kaçmış olanları ve gıyabında hüküm giymiş olanları kapsar.
Tarihsel süreçte, devletlerin birbiri arasında suçluların iadesi konusunda yaptığı anlaşmalar, 13. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Suçluların iadesine dair ilk anlaşmanın Mısır Firavunu 2. Ramses ile Hitit Kralı 3. Hattuşili arasında yapıldığı öngörülmektedir.
Devletler genellikle “ceza hukukunun ülkeselliği” ilkesine göre, özel ulusal çıkarlarının korunması haricinde, ceza yasalarını kendi devlet sınırları dışında işlenen fiillere uygulamazlar. Bununla birlikte, suçlarla mücadeleye yardımcı olmak amacıyla, suçluların adalete teslim edilmesinde devletler iş birliği yapmaktadır. Çıkardıkları yasalarla, diğer devletlerle yaptıkları ikili ve çok taraflı anlaşmalarla, ülkelerinde bulunan ve diğer bir devlet tarafından istenen suçluları, iş birliği esasına uygun olarak, iade etmektedir.
Bir suçlunun, suçluların iadesine ilişkin anlaşma ve bu alandaki uluslararası teamüller göz ardı edilerek, sığındığı devlette başka bir devletin ajanları veya onun adına hareket eden kişiler tarafından yakalanması ve zor kullanılarak ülke dışına çıkarılması uluslararası hukuka aykırıdır. Ancak yine de zaman zaman bu tür eylemlerin gerçekleştirildiği görülmektedir.
İadeyi istemek yerine, aracılar kullanarak ülke dışına zorla kaçırma yönteminde, uluslararası hukuk literatürüne girmiş ünlü bir örnek de bulunmaktadır: Adolf Eichmann.
Adolf Eichmann, İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere karşı bir soykırım gerçekleştirmek amacıyla, “Yahudi Sorununa Yönelik Nihai Çözüm” planını hazırlayan ve bu planın uygulanmasında önemli bir rol üstenen yüksek rütbeli bir Nazi subayıdır. Savaşın bitiminden sonra, Arjantin’e kaçmayı ve burada kimlik değiştirerek yıllarca yaşamayı başarır. Eichmann’ın kaderi 1960 yılında dramatik olarak değişir. Oğlunun gönül verdiği bir Yahudi kızın ve ailesinin radarına yakalanır. İsrail’e haber iletilir. İsrail, Eichmann’ın yakalanıp İsrail’e getirilmesini, iki amacı birden gerçekleştirmek için büyük bir fırsat olarak görür. Zorluk derecesi yüksek böyle bir operasyonla, İsrail, bir devlet olarak gücünü ve kudretini uluslararası kamuoyuna bir kez daha kanıtlanmış ve hasımlarını caydırmış olacaktır. İkinci ve en önemlisi ise, Yahudilere yanlış yapanın nerede olursa olsun ve üzerinden ne kadar yıl geçerse geçsin cezalandırılacağını dünyaya kanıtlayacaktır.
İsrail, Eichmann’ın yakalanıp zorla Kudüs’e getirilmesi için bir ekibi Arjantin’e gönderir. Ekip günlerce Eichmann’ı izler, kimliğini doğrular ve bir akşamüzeri işten dönerken yakalayıp araçlarına yerleştirir. Eichmann, birkaç gün sonra, havaalanında bekleyen özel bir jete bindirip İsrail’e getirilir. Olay duyulunca, uluslararası bir skandalın kapısı açılır.
Arjantin, Eichmann’ın dost bir ülkenin görevlileri tarafından ülkesinden zorla kaçırılmasının, egemenlik haklarının ihlali olduğu iddiasında bulunur. Tel Aviv’deki büyükelçisini geri çağırır ve İsrail ile bütün diplomatik ilişkilerini kesme tehdidinde bulunur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırarak, İsrail’in bu eylemi için tazminat ödemesine dair bir karar çıkarmasını talep eder. İsrail, gerçekleştirdiği eylem nedeniyle Arjantin’den özür diler. Amerika, Fransa ve İngiltere bu özrün tazminat yerine geçmesi gerektiği iddiasında bulunur. BM Güvenlik Konseyi, gerçekleştirilen eylemin uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden bir eylem olduğuna ve Birleşmiş Milletler Anlaşması’na aykırı olduğuna yönelik bir karar alır. (UN Security Council Resolution 138 (1960))
Eichmann Kudüs’te yargılanır ve II. Dünya Savaşı sırasında işlemiş olduğu suçlardan dolayı idamına karar verilir. Yakalanmasını ve Kudüs’e kaçırılmasını konu alan ve gerçek olaylara dayalı “Operation Finale” adındaki film Netflix’te izlenebilir.
Sözün özü: Çağdaş hukuka göre, devletler başka devletlerden insan kaçırmaz. Devletler aradıkları bir suçlunun başka bir devlette olduğunu tespit ederse, ikili veya çoklu iade anlaşmaları ile suçlunun iadesini talep eder.
Kuzey ile Güney Kıbrıs arasında süregelen durum adeta “suça açık” bir alan yaratmıştır. Bir tarafta suç işleyen kolayca diğer tarafa geçiyor ve resmi bir iade anlaşmasının yokluğunda “Güvenli Sığınak” (Safe Haven) sağlıyor. Bundan iki tarafın halkı da zarar görüyor.
Son yıllarda “İki Toplumlu Suç ve Suçlara İlişkin Konular Teknik Komitesi”nin oluşturulması neticesinde, suçluların iadesi konusunda çok önemli işler başarıldı. Taraflardan birinde suç işleyen ve diğer tarafa kaçan suçluların yakalayıp BM aracılığıyla geri verilmesi durumunda, bir tarafın statüsün yükselmediği, diğerininkinin alçalmadığı görüldü. Ama bu iş birliği yöntemi suçlular için caydırıcı bir araç oluyor.
En sonuncu olayda görüyoruz ki, iş birliği yöntemi yerine, bazı “kahramanlar” aracılığıyla zorla yakalama ve getirilme yöntemi deneniyor. Fakat bu yöntem, çok ciddi tehlikelere ve daha önce hiç yaşanmamış acı olayların yaşanmasına da kapı açıyor.
Yarın başka “kahramanlar” da aynı yöntemi denerse ne olacak?
Hala 13. yüzyılda bile başvurulmayan bu ilkel yöntemlere mi başvuracağız?
Çağdaş hukukta olduğu gibi, iş birliği yapsak olmuyor mu?