BRT-tv programcılarının whatsApp grubuna bir mesaj düştü Pazartesinin sabahında. Süleyman Ergüçlü abimiz yaşama veda etti diye. Bir anda yüreğim burkuldu. Bizim yaştaki basın mensupları için bir abi, birlikte çalışma ortamını paylaştığımız bir yol gösterici, basınımızın duayenlerinden. Müthiş bir espri yeteneğine sahip, ciddi ama ciddiyetinde hiçbir zaman kırıcı olmayan, hani eskilerin deyimiyle; “tane tane konuşan” Süleyman abimiz.
Bulunduğu ortamlarda birçok kişiyi özçekimle (selfi) anılara taşıyan güzel insan.
Zaman zaman yayınlamış olduğu kitaplarıyla, bu alana ve dolayısıyla toplum belleğimize not düşen Süleyman abiyle pandemi öncesi, o günlerde BRT-tv’de yer alan Söz ve Yazı programımızda bir araya gelmiştik. Konumuz, yeni yayınladığı “Bir Dakika Bir Ömür” isimli kitabıydı. Bu söyleşiden yaptığım bazı alıntılarla kaleme aldığım yazım ise, 1 Eylül 2019 tarihinde Yenidüzen gazetemizide yayınlanmıştı. Bu söyleşimizi bir kez daha sizlerle paylaşırken, Süleyman abiye, o güzel insana Allah’tan rahmet, tüm aileye de başsağlığı diliyorum...
“Basın camiamızın çok değerli isimlerinden, gazeteci Süleyman Ergüçlü'nün dördüncü kitabıdır "Bir Dakika Bir Ömür". Bundan önce, "Hektor İle Eşşek Muhabbetleri"(2009), "Rauf Denktaş'ın Kaleminden 20 Temmuz'a Doğru"(2015) ve "Lefkoşa Surlariçi Esnafı, Lefkoşa'nın Sahipleri"(2017) isimli kitaplarını okurla buluşturmuştu.
Kendisini Nisan 2019'da BRT-TV'de yer alan Söz ve Yazı programımıza konuk almış, diğer yayınlarıyla birlikte dördüncü kitabını da konuşmuştuk. Bu yazımızda "Bir Dakika Bir Ömür" kitabıyla ilgili sohbetimizden bazı alıntıları sizlerle paylaşacağız.
"Bir Dakika Bir Ömür" kitabında 14 başlık yer alıyor. Ama giriş yazısının ardından bir öyküye başlıyor Ergüçlü. Uzun bir öykü oluyor bu. Bölüm başlıkları olsa da bunu okudukça aslında tüm bunların tek bir öykü içerisinde yer aldığını görüyor okur. Ve bu öykü içerisinde de sürekli geçmişe gidip güne, o "Bir Dakika"ya geliyorsunuz siz de yazarla birlikte. Kitapta ilk bölüm başlığı "15 Temmuz Yunan Darbesi"...
15 Temmuz'da Küçük Birlik Lider Kursu dedikleri kurstaydım. Yani o kursu bitirip on başı olacaktım. O kursta bir de subayımız vardı Allah rahmet eylesin İbrahim Latif komutan, o da şehit oldu, bize ders veriyordu. Sabah saat sekiz filan, makineli tüfek sesi duyuldu. Allah Allah dedik. Eski Lefkoşa'nın içindeyiz, şimdiki Turizm Bakanlığı'nın olduğu yer. Hepimizi bir telaş aldı, komutanımız "Siz önünüze bakınız dersimize devam ediyoruz." dedi. Tam yine komutanımız birşey anlatmaya çalışırken tekrar makineli tüfek sesleri duyulmaya başlandı. O zaman komutanımız dersin bittiğini ve hemen herkesin en hızlı bir şekilde birliklerine gitmesini emretti. Ve ben oradan koşa koşa şimdi Meclis binası olan eski Dianellos Sigara Fabrikası'na, çünkü orası bizim bölük karargâhımızdı, oraya gittim.
Bizim bölük ağır silah bölüğü olduğu için biz Lefkoşa'nın değişik yerlerine dağılıyorduk. Ve bölük çıkmaya hazır. Cephaneliğin sorumlusu da ben idim. Herkese silahını yükleyerek araçlarla birliklerine gönderdik. Ben de Geri Tepkisiz topçusuydun o zamanlar ama cephaneliğin sorumlusu olduğum için ve o anda herhangi bir yerde somut bir ihtiyaç olmadığı için karargâhta kaldım. Ondan sonra beş gün boyunca işim, bizim bölüğün askerlerinin bulunduğu mevzileri teker teker gezerek günde iki defa, öğleyin ve akşamleyin yemek dağıtmak oldu. Tabii bu ne kadar sürdü işte üç gün dört gün. Çünkü 19 Temmuz gecesi daha doğrusu 20 Temmuz'un çok erken saatlerinde beni de göreve gönderdiler ve o darbe olayı, 15 Temmuz darbesi olayını da böyle yaşadık.
20 Temmuz'un sıcaklığına barut kokusu da karışmaya başlamıştı. Ergüçlü'nün bulunduğu mevziyle Rum mevzisi arasında küçük bir ağaç yer alıyordu. Bu ağaç hem kendilerinin hem de Rumların hedefini engelliyordu. Ve bu ağacın bir şekilde ortadan kalkması gerekiyordu.
İşte orda tam bir Kıbrıslı operasyonu oldu. Gerek bizim tarafta gerekse Rumların tarafında. Birbirimize rahat ateş edebilmemiz için o ağacın hatta küçük fidancığın diyelim, ortadan kalkması lazımdı ve onu yakmaya çalıştık. Rumlar da seyrediyor ateş etmiyor bizlere çünkü onların da işlerine yarıyor yakılması. Başaramadık ve gidip üzerine gazyağı döktük, Rumun gözünün önünde yaktık. O fidancık ortadan kalktı döndük mevzimize tekrar birbirimize ateş etmeye başladık. Yani bu tam Kıbrıs usulü savaş (gülüyor).
Esas bu kitabın sürecini başlatan bir olay, yaşanmışlıktı o barut kokan anlarda. 2. Harekât'tan sonra Ergüçlü'ye bazuka-roketatar görevlisi olarak bir Rum mevzisini etkisiz hale getirmek için görev veriliyor. O andan itibaren aslında bu kitabın gelişimi de birbirine bağlanarak ve kendisini anılara götürerek başlıyor...
Şimdi şöyle, gidiyorum gönderildiğim mevziye ve beraberimde bir roketatar, "bazuka" dediğimiz. Nişancı yardımcısı Ersin arkadaşla birkaç tane de roket yanımızda. Geldiğimizde karşıdaki Rum mevzisine bakıyoruz mesafe çok yakın. Çünkü Surlariçi Lefkoşa yani, en uzak mesafe 30 metreliktir birbirine. O nedenle gidiyorum kum torbalarının arkasında yarı yıkık bir kerpiç bina içerisinde kuruluyoruz biz Ersin'le. Sonra roketi bazuka'ya yüklüyoruz ve mesafe çok yakın olduğu için çok hızlı hareket edip hemen ateş etmem gerekiyordu. Şimdi şunu da hesaplamak lâzım; bazuka ateş ettiğinizde arkasından da basınç atar onu da hesaplıyoruz, arkada yıkık bir pencere var tamam diyoruz basınç burdan çıkabilir ve omzuma alıyorum roketatar'ı kalkıyorum nişan alıyorum. Ateş edebilmek için de belden yukarı açıkta olmanız lâzım. Nişan alıyorum ki yakın mesafede olduğumuz için nişan almak da çok önemli bir olay değildi aslında, tetiği çekiyorum "trak", ateşlenme yok. Yapılacak şey birkaç saniye bekleyip tetiği bir daha düşürmek. Bir aksilik olmuş olabilir diye. Onu yapıyorum bir daha düşürüyorum gene ateşlenmiyor. Şimdi talimnameye göre geç ateşlenme olabilir, nişancı pozisyonunu hiç bozmadan olduğu şekilde 1 dakika durması gerekir. Çünkü roket her an ateşlenebilir ve eğer roketatarı aşağıya indirirseniz kendiniz de arkadaşlarınız da ölebilir. Dolayısıyla o şekilde durmak zorundasınız.
1 dakika aslında kimi durumlarda çok uzun süre gibi gelebilmektedir insana. Bu yaşadığınız o anla bağlantılı olarak ya çok uzun ya da çok kısa olarak algılatabiliyor kişiye...
O ortamda çok uzun bir süreydi benim için 1 dakika. İşte kitabın adı ordan geliyor. "Bir Dakika Bir Ömür" kadar uzun geliyor insana. Ve ben belime kadar mevziden çıkmış kımıldamadan bazukanın ateş almasını bekliyorum Rum mevzisine dönük. Gözümün önünden bütün hayatım geçiyor. Kitaba belli dönüm noktası olabilecek anılarımı aldım, aklıma gelen o bir dakikalık süre içerisinde gözümde canlanan anılarımdan.
Her anı anlatışından sonra tekrardan o ana dönüyor Ergüçlü. Omzunda bazukası, yarı beline kadar mevzinin dışında durmak, her an vurulabileceğinin ihtimaliyle...
Sürekli geçmişe dönüyorsun çünkü küçük birşey oluyor. Ne bileyim yani terliyorsun anlını silme ihtiyacı hissediyorsun o durumda, bir şey oluyor. Gerçek dünyaya dönüyorsun ve korkuyu yaşıyorsun. O anda vurulmanız da söz konusu olabiliyor. Ama orda şu var; ilk ben ateş etmek için çıktığımda karşıdan bizim yanımızdaki mevziye ateş ediliyordu Rumlar tarafından. Bir süre daha devam etti ateş, sonra sustu ve hiç ateş edilmedi. Benim düşüncem ve umudum ki inşallah öyle olmuştur karşıdaki mevziler görünce bir bazuka atılıyor kendilerine diye korkup terk etmişlerdir orayı. İnşallah öyle olmuştur. Ve bir dakika bu şekilde yaşanıyor, kitapta onu anlatıyorum. İşte o anda aklıma gelen anılar.