Süleyman Saim Tekcan’la Döngüsel Seyir; “Sanatçı, kendisi olan kişidir”

“Sinemanın içerisinde bütün sanatlar var. Müzik, şiir, edebiyat, oyunculuk, heykel, mimari, en önemlisi de ciddi biçimde duygu ve düşünce var. Sinemada geçirdiğim yıllardan öğrendiğim çok şey var.”

Anlatmakla bitmiyor Süleyman Saim Tekcan… Ressam, grafik sanatçısı, sinema oyuncusu, öğretim üyesi… Kısaca hayatı sanatla yoğrulmuş bir insan… Yaşadığı kültürle sanatı harmanlayan, sanatta elli yılı tamamlayan bir isim… Küratörlüğünü Kıbrıslı sanatçı Dilek Karaaziz Şener’in gerçekleştirdiği ‘Döngüsel Seyir’ sergisiyle dünden bugüne soyut ve somut çalışmalarını bir araya toplayan bu değerli sanatçı ve bu muhteşem seri için İstanbul’a gitmeme elbette değdi…  

Süleyman Saim Tekcan yaptığı bir röportajında kendini her şeyden önce bir sanat eğitimcisi olarak tanımlıyor. Bu ifade beni biraz şaşırtıyor. Sanatçı kimliği ile öne çıkmak yerine neden bu ifadeyi tercih ettiğini merak ediyorum.

“Atatürk Türkiye’yi kurduğu zaman üç okul kuruyor. Bu okullardan biri Gazi Terbiye, diğerleri de Mülkiye ve Harbiye. Atatürk Gazi Terbiye’yi kurduğu zaman da bunun içindeki en önemli bölümlerden birisi resim iş öğretmenliği bölümüydü. Eğer biz Türkiye’de sanatı okullarımızda eğitime yönelik yapamazsak Türkiye sanatta ileri gidemez diye düşünmüş. Ben o okulda okudum. Daha sonra sanayi nefise mektebi dediğimiz okul şimdi güzel sanatlar akademisinde ise yetiştim. Orada otuz yıl hocalık, dekanlık yaptım. Daha sonra da Yedi Tepe ve Işık Üniversitesi’nin kurucu dekanlığını yaptım. Bir ömür hocalıkla geçti. İyi bir sanatçı olmak için yeterli bir kültüre ihtiyaç var. İyi bir kültür olmadan da iyi bir hoca olunamaz. O nedenle ben her zaman önce eğitimci olduğumu sonra sanatçı olduğumu söylüyorum. Bununla övünüyorum. Bir insanın sanatçı olabilmesi için de bilgili ve kültürlü olması gerekiyor. Bunlar olmadan da sanatçı olunamıyor. Elbette sanat eğitimcisi de olunmaz diye düşünüyorum.”

ADIYLA ANILAN TEKNİK

Sanatçı Süleyman Saim Tekcan’nın diğer bir özelliği de geliştirdiği yaş üstüne yaş baskı tekniği. Bu öyle bir teknik ki literatüre de ismiyle geçti. Bu farklı tekniğin doğuş hikâyesini de bizimle paylaşıyor.

“Genelde baskı sanatlarında bir renk basılır kurutulur, üzerine ikinci renk basılır kurutulur ve kurutarak her rengi üst üste basarak bir resim oluşturulur. Ben öyle yapmıyorum. Altı tane makineye altı tane renk koyuyorum. Her koyduğum renk ve biçim farklı oluyor. Boyayı kâğıt üzerine bastığımda boya kurumadan ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı renkleri basıyorum. Altı tane rengin içerisinde ise sonsuz renk bulma imkânım oluyor. Kuruduğu zaman o kesin sınırları belli olan resimsel anlatım tarzından çok farklı bir tarz ortaya çıkıyor. Bunu ilk defa ben bulduğum için benim ismimle anılıyor.”

Tüm bu çalışmalar yanında İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi, Türkiye’nin tek grafik sanatlar müzesi de Tekcan’a ait. Kuşkusuz müze açmak çok zor… İnsan neden müze açar diye sormadan edemiyorum.

“Ben Trabzonluyum. Trabzon’da yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğdum. Babam çok çağdaş bir din hocasıydı. Hepimizi okuttu. Sanatçı yaptı. Böyle bir babanın çocuğuyum ben. İmkânsızlıklar içerisinde devlet yatılı okullarında okudum. Meslek edindim. O mesleği yaparken kariyer de yaptım. Bütün bu imkânları devlet bana sağladı. Ben bugün geldiğim yere geldim. Bize bu kadar hizmeti yapan devletin sahip olduğu topraklar içerisinde bizim devlete veya insanlığa karşı bir borcumuz olacak. Devlete olan borcumu ödemek için ben müze kurdum. Birçok insan bunu nedenini soruyor. Hep aynı şeyi söylüyorum. Ben bana verileni geri veriyorum. Birçok kişi hatta bana bu müzeyi sat şu kadar para eder, git keyif yap diyor. Ama müze benim için ibadet yeri. Orada ben üretiyorum. İnsanlarla görüşüyorum. Türkiye’de yeterince müze yok diye de yakınıyorum.”

“DÖNGÜSEL SEYİR, ELLİ YILLIK SANAT HAYATIMIN SINIRLI DÖNEMLERİ”

Elbette bizi İstanbul’da buluşturan Döngüsel Seyir sergisini de konuşuyoruz.  Elli yıllık sanat hayatından bir seçki olarak sanatseverleri karşılayan bu sergi kuşkusuz büyüleyiciydi.       

“Bu retrospektif, dünden bugüne, bir sergi değil. Elli yıllık sanat yaşamım içerisinde çok sınırlı olan dönemlerden bazıları. O nedenle Döngüsel Seyir dediğimiz zaman burada soyut ve somutun olduğu resimler, heykeller var. Bütün bunlar soyut ve somutun birbirinden çok uzak olmadığını düşünen bir sanatçı olduğumu gösteriyor. Doğada herhangi bir şeye bakıyorsunuz, baktığınız şey somut gibi geliyor. Bir insana bakıyorsunuz bu insan diyorsunuz. Ya da bir hayvana bakıp bu hayvan diyorsunuz. Ben resmederken somut şeylerin içine soyut şeyleri de katıyorum. Benim tüm resimlerimde soyut ve somutun bir ilişkisi var.”

“DÜNYADA İKİ GÜZEL YARATIK VAR; BİRİ İNSAN, DİĞERİ DE AT”

Süleyman Saim Tekcan denince akla ilk gelen baskın at figürleri oluyor. Elbette bunun da bir hikâyesi var ve bizimle paylaşıyor. Konu bizi ortak bir noktada buluşturuyor…

“Çerkezler dünyada en güzel at binenlerdir. Atı da en güzel onlar yetiştirir. Benim babaannem de çok iyi at binen bir Çerkez kadınıydı. Babamdan onun hikâyesini çok dinledim. At çok önemli bir yaratık. Dünya kurulduğundan beri at olmasaydı dünyada hiçbir imparatorluk bile olmazdı. Bizim de orta Asya’dan geldiğimizi söylüyorlar. Ön Asya’ya da at sırtında geliyoruz. Bununla ilgili yazılan şiirler de var. At ayrıca çok kutsal, karakteri olan bir yaratık. Tıpkı insanlar gibi farklılıkları olan bir yaratık. İnsanlar gibi isimleri var, karakterleri var. Dünyada iki güzel yaratık var. Biri insan bence diğeri de at. Bu iki yaratığın da bütün sanatçıların kabul ettiği altın kesim dediğimiz, ölçüleri en güzel olan yaratık olma özellikleri var. Ben de çizmek için seçerken bu ölçüleri düzgün yaratığı seçtim. Benim bir çiftlik evim var. Yaklaşık yirmi beş yıldır orada yaşıyorum. Orada pek çok at çiftliği var. Binlerce at deseni çizdim. Bu desenlerden bazen gravürler, bazen yağlı boyalar bazen heykeller yaptım. Değişik malzemelerle, değişik anlatım biçimleriyle bunları yapmaya da devam ediyorum.”

“RESİMLERİMDE BAŞKA SANATÇIYA ÇAĞRIŞIM YAPAN BİR ŞEYLER BULAMAZSINIZ”

Sanatçının eserlerinde sıklıkla karşılaştığımız at figürleri yanında Anadolu medeniyetlerinden de pek çok ize rastlamak mümkün… Çocukluğunun izleri, kültürüne dair birikimlerini daima eserlerinde yaşamaktadır. Nedeni ise aslında gerçek bir sanatçı olmakta saklıdır…        

“Anadolu topraklarında yaşayan uygarlıkların hepsi beni ilgilendiriyor. Bu uygarlıklar üzerine inşa edeceğimiz sanat ancak uluslararası boyutta itibar görebilir. Bir sanatçı eğer Avrupa veya dış ülkelerdeki herhangi bir sanatçıya benzer bir resim yapıyorsa o sanatçıyı kopya ediyor demektir. Benim resmimde böyle bir kopyacılık yok. Ama kendi kültürümüz üzerine oturmuş pek çok şeyler var. Siz eğer Beethoven, Mozart gibi iki dahi sanatçıyı kompozitör kabul ediyorsanız dünyada milyon tane de insan onları çalıyor. Bu durumda onlar icracı oluyor. Sanatçı olan sadece Beethoven ve Mozart oluyor.  Resimde de bu durum böyledir. Sizin resimleriniz için Picasso’ya benziyor dedikleri zaman siz, siz değilsinizdir. Benim tanımımla sanatçı kendisi olan kişidir. O nedenle benim resimlerimde başka bir sanatçıya çağrışım yapan bir şeyler bulamazsınız. Ama bizim kültürümüzden çok şey bulursunuz. Çünkü insan kendi kültürüyle düşünen bir yaratıktır. Devletler de ancak sanatları olduğu sürece var olabilirler. Dünyada milyon tane devlet kuruldu. Biz hangilerini hatırlıyoruz. Sadece sanat eseri bırakan devletler bizim bilebileceğimiz devletler oluyor. Eser bırakmayan devletler yok olup gidiyorlar.”

 

“SİNEMAYLA METİN ERKSAN’I TANIDIM”

Tüm bunlara ek olarak Süleyman Saim Tekcan’ı 1965 yılında Yeşilçam’ da oyuncu olarak görüyoruz. Ses Dergi yarışması sonucunda kendini sinemada bulan sanatçıyla o yıllara gidiyoruz. Rol aldığı Sevmek Zamanı filmi ise sınıfsal farkları çarpıcı bir şekilde ortaya koyan en etkileyici filmlerden biri…

“Sevmek Zamanı filmi ile ben Metin Erksan’ı tanıdım. Türk sinemasının gelmiş geçmiş en büyük rejisörü ve düşünürü… O benim ömür boyu da arkadaşım oldu. Sinemanın içerisinde olduğu yıllarda çok şey öğrendim. Sinemanın içerisinde bütün sanatlar var. Müzik, şiir, edebiyat, oyunculuk, heykel, mimari, en önemlisi de ciddi biçimde duygu ve düşünce var. Sinemada geçirdiğim yıllarda öğrendiğim çok şey var. Metin Erksan’la yaşadığım, tartıştığım çok şey var. Kurduğum tüm okullarda kendisi hocalık yaptı. Temel tasarım dersleri içinde sinema dersi koydum. Çocukların düşüncelerinin, kültürlerinin gelişmesini sağlayan bir derstir bu. Bakmayı, görmeyi, estetiği yakalamayı öğrendiler bu dersle… O nedenle sinema benim için önemli ama kariyer yapmam için uygun değildi. İnsanları zaman içinde, yaşadıkça yok eden bir atmosferdi. Belki sinemada kalsaydım daha şöhretli bir yerde olacaktım ama şimdi yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.”       

 

 

              

 

       

 

 

Dergiler Haberleri