“Sulla Hacıkiriaku’ya Baf 1964 olaylarıyla ilgili belgeselinde yardım etmiştim…”

Sevgül Uludağ

Ulus Irkad

(Değerli Araştırmacı-yazar Ulus Irkad, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Kıbrıslırum gazeteci Sulla Hacıkiriaku’ya Baf 1964 olaylarıyla ilgili belgeselinde nasıl yardım ettiğini yazıyor… Yazısını teşekkürlerimizle paylaşıyoruz… S.U.)

Sulla’yı 2003 sonrasında tanıdım. Lefkoşa’da Yeşil Hat üzerinde, Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği’nin Dayanışma Evi’nde gene bir hafta sonu etkinliğine katılmış, bir konferans veya panel arasındaydı ki yanıma yaklaştı ve bana şöyle dedi:

“Ben PIK’te (Kıbrıslırum Radyo Televizyon Kurumu) çalışıyorum, Baf’taki 1964 olayları üzerinde bir belgesel film hazırlamaktayım. Kuzey’den de konuşacak insanlar aramaktayım. Bana yardımcı olabilir misin?”

“Elbette” dedim. Ve temasımız bu şekilde başladı.

ANNEMLE TANIŞTIRDIM…

Sonra birgün Kuzey’e geçti ve Mağusa’da beni buldu.. Onu 9 Mart 1964 olaylarını bizzat yaşayan annemle tanıştırdım. Annem Sulla’ya o Baflıların çok zor anları hakkında bilgiler verdi. O ölüm dolu günde Baflı Kıbrıslıtürkler kafalarına binlerce bomba yemişlerdi. Sulla’nın çok iyi bir film yapımcısı olduğu belliydi. Çünkü sadece annemle değil Omorfo-Güzelyurt’ta da yaşayan Kıbrıslıtürkler’le de röportajlar yapmıştı. 9 Mart 1964 tarihinde saldırıya katılan Baflı Kıbrıslırumlar hatalı olduklarını kabul ediyorlardı.

Sulla onlara “Aynı olay bir defa daha olsa yapar mıydınız?”, diye sorduğunda bunu yapmayacaklarını ve hatalı olduklarını söylüyorlardı. 7 Mart 1964 olayları da daha öncesinde olmuştu ve o tarihte de acı olaylar yaşanmıştı. Sanırım Sulla bu filmde daha fazla kendi toplumu açısından bu acı olaydaki yanlışları bulmaya çalışmıştı.

“ANAVATAN UĞRUNA…”

Kısa bir müddet sonra Sulla’nın “Anavatan Uğruna” adını verdiği bu film Güney Kıbrıs’ta birçok tepki çekti ve film yayından da kaldırıldı. Aslında Sulla kendi toplumu açısından bir özeleştiri yapmış ve yanlışları gün yüzüne çıkarmıştı.

Sulla’ya Dayanışma Evi’nde birçok defa karşılaştım. Bu filmdeki duruşu ve gerçekleri ortaya koymak istemesiyle gerçek bir barış gazeteciliğini yapmış ve barış içinde diyaloğa hizmet etmişti.

Geçen hafta ölüm haberini aldık. Üzüldüm… Gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışan ve barışa hizmet eden güçlü bir arkadaşımız daha bu dünyadan çekip gitti. Yaptığı filimle kendi toplumunun özeleştirisini ortaya koydu. Zaten her toplum bunu yapsa dünyada savaşlar olmazdı.

Dünyanın gene çok karışık bir döneme girdiği ve de Sulla gibi gazetecilere her iki toplumda da çok ihtiyaç olduğu bir dünyaya veya bir döneme giriyoruz.

Ona veda ederken, barışa her zamandan da daha fazla ihtiyacımız olduğu bu günlerde ona, hep barış ve huzur içinde bir dinlenme diliyorum. Elbette barış geldiğinde Sulla gibi barışçıları gelecek nesiller unutmayacaktır.

AKEL’İN AÇIKLAMASI…

AKEL Türkçe sayfasında yayımlanan açıklamada ise Sulla Hacıkiriaku ile ilgili şöyle denildi:

“AKEL barış ve yeniden birleşme mücadelecisi Sulla Hacıkiryaku’yu sonsuzluğa uğurluyor…

AKEL, Kıbrıs gazeteciliğinin önde gelen isimlerinden, yurdumuzda ve dünyada barışın yanı sıra vatanımızın ve halkımızın yeniden birleşmesi mücadelesinde yıllarca aktif olarak yer alan Sulla Hacıkiryaku’ya üzüntüyle veda ediyor.

Sulla Hacıkiryaku uzun yıllar boyunca yer aldığı devlet televizyonunun yanı sıra Kıbrıs Haber Ajansı, Avrupalı Gazeteciler Birliği ve Kıbrıs Sinema Hareketi'nin Yönetim Kurulları’nda gazetecilik görevine tutarlılık ve benzersiz bir etik anlayışla hizmet etti. Araştırmacı bir gazeteci olarak, uluslararası şahsiyetlerle ve çeşitli ülkelerde yaptığı röportajların yanı sıra, gerçekleştirdiği araştırmalarla belgeseller ve özel programlar hazırlayarak 1974 trajedisi hakkında tarihi gerçeklerin vurgulanmasına özel katkılarda bulundu. Sulla Hacıkiryaku aynı zamanda Kıbrıslırumlar’ın ve Kıbrıslıtürkler’in barış, federal çözüm ve Kıbrıs'ın yeniden birleşmesi için yeniden yaklaşma mücadelelerinde, iki toplumlu inisiyatiflerde ve eylemlerde aktif bir şekilde yer aldı. Ayrıca iki toplumlu Cinsiyet Eşitliği Teknik Komitesi'nin de üyesi olan Sulla Hacıkiryaku Kıbrıs-Küba Dostluk Derneği'nin de üyesiydi ve aynı zamanda 2016 Milletvekilliği seçimlerinde AKEL’in aday listesinde yer alarak partimizi onurlandırdı.

Tarihsel gerçeklerin savunulması, yurdumuzun yeniden birleşmesi, dünyada barış ve adalet için verilen mücadelelerde Sulla Hacıkiryaku’nun anısı ve katkısı daima mevcudiyetini sürdürecektir. AKEL olarak, ailesine ve yakınlarına en derin taziyelerimizi sunarız.”

UNITE CYPRUS NOW’DAN AÇIKLAMA…

Unite Cyprus Now örgütü ise sosyal medya sayfasında Sulla Hacıkiriaku’nun örgütün düzenlediği çeşitli barış eylemlerinden resimlerini paylaştı ve şöyle yazdı:

“Hayatını barışa, yeniden birleşmeye ve birleşik bir ülkeye adadı… Bu adanmışlığına, kararlılığına ve bağlılığına çok teşekkürler Sulla Hacıkiriaku… Huzur içinde yat…”

Sulla Hacıkiriaku beklenmedik biçimde hayatını kaybetti...


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KIBRIS’TAN YAZILAR…

“Öteki 15 Kasım: Geçitkale-Boğaziçi (Köfünye-Aytotoro) olayları…”

Hasan KAHVECİOĞLU

15 Kasım haftası geldiğinde, hamaset tavan yapıyor…

Hoyrat milliyetçilik kontrolü kaybediyor…

Bu “zehir dumanlı” hava içinde hiç kimse, Kıbrıs’ın kuzeyinde “ayrılıkçı” devlet ilan etmenin, bize nelere mal olduğunu konuşmuyor.

Aradan geçen 41 koca yıl içinde neden “bir arpa boyu yol” gidemediğimizi, sorgulamıyor.

Elbette; 2020’den sonra, BM’ye ve tüm dünyaya meydan okuyan “iki devlet” hayalleriyle, Kıbrıslı Türkleri AKP’nin kuyruğuna “maşrappa” yapanlar bu hafta çok konuşacak…

Tabii “boş” konuşacak…

Gelin biz bu “hamaset” ortamını terk edelim ve tarihi gerçeklere bir göz atalım…

Toplumsal var oluşumuz bakımından büyük bir “dönüşüm”e yol açan bir başka 15 Kasım’a bakalım…

15 Kasım 1967; Grivas’ın komutasındaki Rum silahlı güçlerinin Geçitkale (Köfünye) ve Boğaziçi (Aytotoro) köylerine saldırdığı, 24 Kıbrıslı Türk’ün şehit edildiği kapkara bir gündür…

Ailem; o günlerde, Kıbrıs’ın güneyinde Lefkoşa-Limasol anayolunun tam da ortalarında yer alan Köfünye’de (Geçitkale) yaşıyordu…

Oraya Lefkara’dan göç etmiştik…

2 Ocak 1964 sabahı, dört yüzü aşkın köylü; sekiz-on saatlik maceralı bir yürüyüşle, sarp dağları aşarak köyümüzden oraya vardığımızda, henüz ilkokulu bile bitirmemiştim…

Köfünye; etraftaki köylerden oraya göç edenlerin oluşturduğu bir “getto”nun merkezi haline gelmişti.

Köyün hemen güney batısında karma bir köy olan Aytotro (Boğaziçi) yer alıyordu.

15 Kasım 1967’de, Rum Milli Muhafız ordusu, askeri araçlarla Boğaziçi’ne giriş yapmak istedi.

5000 dolayında Rum-Yunan askeri, başlarında General Grivas olduğu halde, Köfünye ve Aytotro’nun etrafını sardı, günlerce yığınak yaptıktan sonra her iki köyü “işgal” etti ve sivil halkı da esir aldı. Grivas, bölgede “yörük”lerden oluşan bir profesyonel ordu olduğunu sanıyordu…

Oysa köyün etrafındaki tepelerde yer alan mevzilerde çocuk yaşta “mücahit”lerden başkası yoktu…

Zaten toplam mücahit sayısı da 313 idi. Hemen tümünü yakından tanıdığım tam 24 kişi, bu saldırılarda şehit oldu…

O günlerde bölgenin Türkiyeli Komutanı’nın Yardımcısı olan İsmail Bozkurt, Boğaziçi köyü girişindeki Türk barikatının Rum askeri araçlarına “kapatılması” ile ilgili olarak Larnaka Sancağı’ndan gelen “emir”leri, bir felakete yol açmamak için uygulamadığını, “Zirköy’den Mermertepe’ye” adlı kitabında detaylı biçimde anlatıyor. (Sayfa 528)

Bozkurt; 15 Kasım 1967 günü Köfünye’de Mücahit Karargâhı’nda Türkiyeli Komutan Deniz Bey’in telsiz başında beklediğini, TC Lefkoşa Büyükelçiliği’nden Candemir Önhon ile Ünal Ünsal’ın da yanında olduğunu, Deniz Bey’in, “Ne yapalım?” anlamında Candemir Önhon’un yüzüne baktığını ve Önhon’un “evet” anlamında başını sallaması üzerine barikata gelen Rum araçlarına “ateş” emri verildiğini anlatıyor… Bozkurt ayrıca bu “ateş” emrinin verilmesi ile “kıyamet koptuğunu” Beştulum Vadisi’nin cehenneme döndüğünü, ateş çemberinin her iki köyü sardığını; olayların içinde yer almış biri olarak bu kitabında etraflıca anlatıyor…

Geçitkale-Boğaziçi köyleri Rum silâhlı güçlerinin kontrolüne geçtikten sonra, Türkiye sert bir ültimatom vermiş, adadaki Yunanlı askerler ve Grivas Yunanistan’a dönmek zorunda kalmıştı.

Bu olaylardan sonra, Rum idaresi 1963’ten beri yollarda kurduğu barikatları kaldırmış, iki toplum arasındaki gerginlik azalmış, bir “yumuşama” dönemine girilmişti. Arkasından Türk-Rum tarafları arasında görüşmeler başlamıştı.

Geçitkale gettosu yıllarca bölgede adeta bir “çıbanbaşı” gibiydi… Bölgeyi, Türkiye’den gönderilen komutanlar yönetiyordu ve bazıları “kontrolsüz bir güç” sergiliyordu… 15 Kasım çatışmalarının hemen öncesinde bölgede Komutanlık yapan “Çetin” kod adlı TC’li subay, bölgenin altını üstüne getirmiş, adeta bir “korku imparatorluğu” kurmuştu… Bölgedeki Rum köylerine sürekli tacizlerde bulunuyor, bölge halkını riske atıyordu. Komutanın bazı eylemleri yüzünden Rum polisi “misilleme”ye başlamış, yollarda masum insanları tutuklamaya, rehin almaya, cezalandırmaya başlamıştı…

Eylül 1967’ye kadar görevde kalan bu Komutan’ın döneminde bölge adeta bir “cehennem”e dönüşmüştü. Bubi tuzakları, yol kesmeler, alıkoymalar yaşanıyordu… Köylüler bu Komutana “Deli Çetin” diyordu… Aslında bu “sert”liğin altında, Geçitkale olaylarından tam bir yıl önce 15 Kasım 1966’da, bölgeye gelen ilk Türkiyeli Komutan Günay Bey’in, Geçitkale’deki “Ağalık” düzenini yıkmaya çalışırken, örgütlü bir cinayete kurban gitmesi yatıyordu. Komutan’ın öldürülmesi üzerine, Larnaka Sancaktarlığı çok sert önlemler almış, köyde çok ağır “Sıkıyönetim” koşulları uygulamaya başlamış, insan avına çıkılmıştı. Cinayetle ilişkili görülen bazı köylülerin bir bölümünün akıbetleri bugün bile bilinmemektedir. 15 Kasım 1966’da yaşanan cinayetin derin izleri silinmeden, tam bir yıl sonra 15 Kasım 1967’de bölge insanının yaşadıkları, özellikle ailesinden şehit verenler, arkadaşlarını kaybedenler, yıllarca bu derin “travma”nın pençesinde yaşamışlardır…

“Geçitkale olayları”nın yakın tarihimize etkilerini bilmeden, Kıbrıslı Türkler’in buralara nasıl geldiğini anlamak mümkün değildir.

(NOKTA KIBRIS – Hasan KAHVECİOĞLU – 11.11.2024)