“BM ve Türkiye kadar iradenin ardında uluslararası camia da seziliyor. Bir kere BM sekretaryası Kıbrıs konusundaki muazzam müktesebatına rağmen ağırlığı olan Güvenlik Konseyi daimî üyelerinin rızası olmadan hareket etmez. İkincisi, uluslararası camia soruna konferans formülü ile müdahil olacağa benziyor. Nitekim Genel Sekreter ‘o zamana kadar Kıbrıs sorununun dâhili yönlerinin çözülmüş olmasını bekliyorum ki bunun ardından kısa sürede çok taraflı konferans yönünde ilerleyebilelim’ demedi mi? ‘Dâhili’ sözcüğünün kapsamının yeterince muğlâk olacağını varsayarsak, Ocak ayına gelindiğinde üzerlerinde mutabık kalınan konuların dışında kalan mülkiyet, toprak ve garantiler gibi zor fasıllar konferansa taşınabilir. Türkiye, BM ve dolayısıyla uluslararası camia kolay fasıllarda yeterince yol alınmış olmasını zor fasılların ancak konferansta çözülebileceği varsayımıyla kabul etmiş görünüyor. İşte ‘al-ver’ de tam bu.
Çözümle birlikte Türkiye’nin AB müzakerelerinin öndeki önemli bir engelin kalkacağı ve AB üyeliğinin yeniden gündemin üst sıralarına geleceği açık. Elbette bunun iç politikaya ve asıl Kürt çatışmasının çözümüne etkisi de olacaktır. Eşzamanlı olarak Türkiye’nin Yunanistan ile ilişkilerinin normalleşmesi gündeme gelecektir. Keza adanın güneyindeki gaz-petrol uyuşmazlığının çözümü kolaylaşacaktır. Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile olan sorunları, tüm Kıbrıslılar artık AB vatandaşı olacağından daha kolay çözülebilecektir. Adada yeni devletle birlikte asker dönecek ve bunun Türkiye’deki askersizleşme sürecine büyük katkısı olacaktır. Çalkantılı doğu Akdeniz bölgesinde ise Kıbrıs’ın normalleşmesiyle birlikte bir umut ışığı doğacaktır.
Eğer çözüm yine olamazsa tek alternatif, KKTC’nin bağımsızlığının tanınması hayalini kenara koyarsak artık yönetilmesi giderek zorlaşacak olan KKTC’yi ilhak etmektir. Her bakımdan çok pahalıya mal olacak bir alternatif! Bugün Güney’in içinde bulunduğu zor durum, Yunanistan’ın yaşadığı kaos, Kıbrıslı Türklerin aktörleşmesi ve Ankara’ya kafa tutması, Kıbrıs sorunun bütün özgüvene rağmen Türkiye’nin pek çok yerde önünü tıkamaya devam etmesi ve artık belki uluslararası camianın bu sorundan bezmesi çözümü işaret ediyor.” 4 Kasım 2011.
Yukarıdaki değerlendirmeyi, değerli yazar Cengiz Aktar’ın Vatan gazetesindeki köşesinden aldım. Cengiz Aktar, akademik kariyeri ve AB genişleme süreci konusundaki uzmanlığı yanında çok fazla öne çıkmayan bir başka bağlamda da uzmanlığı olan bir kişidir. BM’de uzun süre yöneticilik düzeyinde görev yapmış olmasından kaynaklanan nedenlerle, gerek BM’nin işleyişini, karar alma yöntemlerini gerekse, müzakere süreçleri ile ilgili beklenebilecek olası gelişmeleri yerinde saptamalarla çok net analiz edebilmektedir.
Bu değerlendirmesindeki her bir cümleyi iyi not etmek gerekir, diye düşünüyorum. Bugünkü yazımda kendisinin hak verdiğim saptamalarına şunu da eklemekte yarar görüyorum.
Kuzey Kıbrıs’taki sürdürülemez durum maliyetinin gerek yerel gerekse uluslararası düzeyde ödenerek sürdürülmesi yani statükonun devam etmesinin, bugünkü Türkiye hükümetinin öncelikleri arasında olabileceğini göz ardı etmememiz gerekir. Dış politikada belirsizliği sürdürmek çoğu kez bir tercihtir. Sıfır sorun diye yola çıkılıp daha da sorun haline dönüştürülen diğer tüm politik ilişkilerde olduğu gibi.
Statüko devam edecekse, sürdürülemez durumun bugüne ve yarına dair, uluslararası ve yerel maliyetini kime ödetmek isteyeceklerini hepimiz çok iyi bilmeliyiz!