Son dönemlerde dostça uyarılar arttı.
"Aman" diyorlar, "Çok doğru yazıp söylüyorsun ama..."
'Ama'sı ne?
"İşte bilirsin..."
Neyi bilmem gerek?
Klasik, "Başına bir şey gelmesin" muhabbeti...
Çok da 'normal olmayan' bir memlekette yaşıyoruz ya...
O yüzden olmalı, sevip değer verenler uyarmak ihtiyacı hissediyor.
Gülüyorum sadece...
"Ellerinden ne gelirse, artlarına koymasınlar" diyorum.
* * *
Eminim ki bu tür kaygılar yalnızca benim için dile getirilmiyor.
Memlekette olup bitenleri eleştiren, eleştirirken de parmağının arkasına
saklanmayan herkes aynı durumdadır muhtemelen.
Belki 20 sene, 30 sene önceki kadar tehdit algısı yok sol, ilerici, barış
yanlısı kesimlerde...
Ama bugün şekil değiştirerek, yakın coğrafyadan da feyz alarak etrafı
tehdit edebilme potansiyeli yüksek kimi oluşumlar da rolünü oynamaya hazır
görüyor.
Basını, sivil toplumu, siyaseti 'mahalle baskısı' ile olmazsa 'topuz' ile
kendilerinin istediği çizgiye getirmek istiyorlar.
Utku Karsu'nun aylar önce çizdiği karikatürü bahane ederek, Türkiye'yi
yönetenlerle hiçbir konuda karşı karşıya gelmemek için ön sayfasını dahi
reklama açabilecek kadar ilkesiz bir tavra evrilen Kıbrıs Medya Grubu'na
'ayar vermek' isteyen güruhun yaptığı tam da budur.
O hareket TC Lefkoşa Büyükelçiliği'nin etrafında şekillenen 'toplum
mühendisliği' projelerinden asla bağımsız, kopuk değildir.
* * *
Sokaktaki her 3 kişiden 2'si Türkiye'yi tek başına yöneten Erdoğan'ın
siyasetine, özellikle de modern ve laik yaşam tarzını değiştirmeye dönük
faaliyetlerine karşıdır. Sadece Kıbrıs kökenli insanlar değil, Türkiye'de
doğup burada büyümüş ya da daha sonra gelmiş insanların da önemli kısmı
'tek adam' yönetimine içten içe karşıdır.
Zaten TC yurttaşlarının katıldığı referandumdan burada ciddi bir 'hayır'
sonucu çıkması da bunun önemli bir kanıtıdır. Onca reklama, propagandaya,
TC-KKTC devlet ve hükümet yetkililerinin aktif çabalarına rağmen KKTC'de
yaşayan TC'li seçmenler Erdoğan ve AKP'ye 'Yeter artık' mesajı vermişti.
Bununla birlikte sokaktaki yurttaşın bu eğilimi giderek sadece 'söylenme'
ve 'karnından konuşma' şekline evriliyor.
Kıbrıs'ın kuzeyinde gittikçe artan Şeriatçı faaliyetlere karşı insanlar
sesini çıkarmamayı, sinip kalmayı tercih ediyor.
Buradaki seçilmiş ve atanmış yetkililerin devre dışı bırakılıp Ankara'nın
AKP çizgisindeki elemanlarının 'asıl hükümet' gibi davranmasını tepeden
tabana herkes gözlemliyor, lakin gıkını çıkarmıyor.
Genelin tavrı 'ses çıkarırsak sonumuz gelebilir' şeklinde özetlenebilir.
Kimi 'Fetöcü' ilan edilmekten çekiniyor, kimi de Ankara'nın mali
kaynaklarından yararlanamama olasılığını göze alamıyor.
* * *
Bu ahval ve şerait içerisinde 'kral'ı çıplak gösterince, insanlar bir
yanıyla memnun oluyor ama bir yandan da endişe duyuyor.
'Acaba' mı diye...
İçtenlikle kaygı duyuyor insanlar.
Eğer benim için, yani uzaktan tanıdıkları, medyadan gördükleri biri için
'Aman başına bir şey gelmesin' diye düşünüp, kimileri bunu dile
getiriyorsa, kendileri ve yakınları için ne kadar endişeli
olabileceklerini varın siz hesaplayın.
Yaratılan düzen bu işte!..
İnsanlar sussun, konuşmasın, görsün ama tepki vermesin.
'Korku İmparatorluğu' egemen olsun.
İstenen bu maalesef...
Ve bu ortamın oluşmasına en fazla katkıyı da korkup sinenler koyuyorlar.
Belki farkına varmadan...
Sindikçe biz ensemize çıkacaklardır çünkü...
'Susturmak' niyetinde olanlar varsa eğer, onu bilemem.
Uyarılar, kaygılar için teşekkürler...
Lakin 'korkup susmak' kitabımda yazmadı hiç.
Not: Şimdi sadece bir haftalığına susuyorum. Yok, korkudan falan değil.
Yaz geldi, bitti, bir tek gün izin yapamadım. Sonbahara adım atarken, bir
haftalığına 'kaybolma' hakkımı kullanacağım. Görüşmek umuduyla...