Bu söyleşi Özgül Saygun arkadaşımızın FEMA aktivistlerine yönelttiği sorulara verilmiş cevaplardan oluşuyor. Gaile dergisi içerisinde sayfa sayısı kısıtlı olduğu için verdiğimiz cevapları FEMA sayfasında yayınlıyoruz. Bu konuda gösterdiği anlayış için ve sorduğu sorularla sürecimizi anlatma fırsatı verdiği için Özgül Saygun arkadaşımıza teşekkür ederiz.
1. Kıbrıs'ın kuzeyinde LGBTİ hareketinin ilk görünürlüğü açısından Ceza Yasası Değişikliği çok önemli bir yerde duruyor. Bu süreçte Homofobiye Karşı İnisiyatif, YKP-Fem ve FEMA büyük ölçüde beraber çalıştı. Bu süreci kısaca anlatır mısınız? Örgütünüzde bu gelişme nasıl oldu?
Doğrudur, 27 Ocak 2014 tarihinde Meclis’te kabul edilen Ceza Yasası Değişikliği Kıbrıs’ın kuzeyindeki LGBTİ hareketinin görünürlüğü açısından çok önemli. Ancak bu tarihe gelinceye dek yaşadığımız süreçleri kısaca anlatmazsak 27 Ocak 2014 tarihinin neden önemli olduğu anlaşılmayabilir. Her şeyden önce Homofobiye Karşı İnisiyatif’in kurulması ülkemizdeki heteronormatif sistemin deşifre edilmesi açısından oldukça önemliydi. Toplumdaki yaygın homofobi dolayısı ile LGBTİ bireylerin haklarının görünür olması uzun süre ertelenmişti. Biz 2008 yılında FEMA’yı kurarken, LGBTİ dostlarımızdan birkaç kişi de damgalanma, aşağılanma ve ötekileştirilme riskini göze alarak HOKİ’yi kuruyordu. Karşı çıktığımız ataerkil ve heteronormatif düzen ortak idi ve işbirliği yapmak kaçınılmazdı. 2009 yılı ile birlikte FEMA ve HOKİ olarak birçok konuda işbirliği yaptık. Mesela 2009 yılının 9 Kasım’ında Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu’nun “One Day One Struggle” eyleminin bir parçası olarak düzenlediğimiz etkinliğe HOKİ’yi de davet ettik. Daha sonra ülkemizde uzun süreden beridir hep salon toplantılarına sıkışan 8 Mart’lara itiraz ederek, ilk defa 8 Mart 2010’da FEMA ve HOKİ birlikte sokağa çıktık. Bu eylemi aynı yıl organize ettiğimiz yuvarlak masa tartışmalarımız izledi. Bu süreçte FEMA aktivistleri olarak bizim için önemli olan iki husus vardı: Bunlardan bir tanesi HOKİ’nin dernekleşme sürecinde görünürlük sorunu yaşayan LGBTI arkadaşlarımızın bu sıkıntısını aşmak için görünür olunması gereken yerde dayanışma göstermekti. ( Örneğin, Dernek kurucuları arasında adını yazdırmaktan çekinenlerin yerine adımızı yazdırmak gibi) Bir diğer nokta da Ceza Yasası’nın değişmesi için farklı örgütlerin katıldığı geniş tabanlı bir Platform oluşturmaktı. Uzun süren istişarelerden sonra 2010 yılın 8 Mart’ında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu’nu ilan ettik. Platformun kurulması hareket açısından önemliydi, çünkü kolektif bir yerden Ceza Yasası’nı sorunsallaştırıp kamuoyu gündemine taşımamıza yardımcı oldu. Ayrıca yine 2010 yılında AB sivil toplum destek ekibinin desteği ile İngiltere, İspanya ve Türkiye’deki Ceza Yasası uygulamalarını tartıştığımız büyük bir konferans düzenlendi. Bu konferans “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Yolunda” ismi ile kitaplaştırıldı. 2010’dan Ceza Yasası’nın değiştiği 2014 tarihine gelinceye kadar hem düzenlediğimiz etkinlik ve konferanslarda, hem katıldığımız televizyon programlarında, hem haftalık yayınladığımız FEMA sayfasında hem de yurt dışında dâhil olduğumuz LGBTI hakları ile ilgili çalışmalarda homofobi, transfobi meselelerini sıkça işledik. FEMA aktivistleri olarak bizim Ceza Yasası ile ilgili taleplerimiz sadece erkekler arası eşcinsel ilişkiyi suç sayan maddenin kaldırılmasından ibaret değildi. Tecavüz ve Taciz suçları başta olmak üzere, cinsel şiddet ile ilgili suçları düzenleyen birçok maddenin düzenlenmesi gerekiyordu. Bu yüzden 2011 yılında 4000’den fazla imza toplayarak KKTC meclisinden geçmesini sağladığımız İstanbul Sözleşmesi’nden de hareketle 2012 yılında Ceza Yasası’nın “Ahlaka Aykırı Suçlar” bölümünde köklü değişiklikler öngören madde önerilerimizi hazırladık. Hemen akabinde de önerilerimizi dönemin Meclis Başkanı Hasan Bozer’e ilettik. Tabii bu arada Avrupa Parlamentosu milletvekili Michael Cashman’ın Kıbrıs’a gelip Ceza Yasası’nın değişmesi ile ilgili yaptığımız görüşmelere destek vermesi için de girişimlerde bulunduk ve sonuç aldık. Bu süreç elbette önemli bir deneyimdi ve öğretici idi. Düşünsenize 2009 yılında başlayan bir süreçten bahsediyoruz. 5 yıl boyunca düzenli olarak bu konuda çalıştık, ısrar ettik ve başladığımız günden 5 yıl sonra sonuç alabildik. KKTC bazı şeylerin değişmesi konusunda zor bir diyar… Bu arada toplumsal önyargıların derinliğini daha yakından görmek yanında, örgütsel dayanışmanın ne kadar dönüştürücü olabildiğini yaşadık.
2. Bu süreçte nasıl tepkilerle karşılaştınız? Özellikle gazetelerde ve sosyal medyada bu değişim büyük tepkilere yol açmıştı, bundan nasıl etkilendiniz biraz bahseder misiniz?
Ceza Yasasının Değişikliği süreci bizim için sadece 2014 kampanya dönemini değil, 2009’dan beri geçen süreci kapsadığı için tüm tepkileri buraya sığdırmak zor. Ancak tepkilerin politik güzergâhlarını kısaca şöyle ifade edebiliriz. Birinci düzeyde toplumun geneline yayılmış homofobiden dolayı LGBTI bireylerin “hastalıklı, sapkın, sorunlu” insanlar olarak görülmesi vardı. LGBTI hak ve özgürlüklerini savunanlara “toplumu ahlaki yönden dejenere etmeye çalışan” insanlar muamelesi yapılıyordu. Bundan biz de nasibimizi ziyadesiyle aldık. Zaten bu yüzdendir ki HOKİ’nin ilk 2-3 yıllık söylemi de eşcinselliğin bir hastalık olmadığı üzerine biçimlenmek zorunda kaldı. İkinci düzeyde sekter sol gruplar vardı. Bu gruplar sınıf indirgemeci bir yaklaşım izledikleri için eril tahakküm ve ataerki dediğimiz sistemsel yapılanmaları dönüp dolaşıp sadece kapitalizme indirgemeye ve LGBTI haklarını savunan insanları “post-modern veya liberal” diye yaftalamaya çalışıyorlardı (hâlâ yaftalıyorlar). Ataerkinin kapitalizmden önce de var olduğunu görmezden gelen bu gruplar, bizim ataerkinin yeniden üretiminde faktör olan ve çağlar boyunca dayanıklı bir yapı olarak kendini yeniden üretmesinde rol oynayan dil, din, sınıf, etnisite, kültürel kodlanmalar vb. noktalardaki ilişkiselliğe/bir aradalığa yaptığımız vurguyu okuyamıyorlardı (hâlâ okuyamıyorlar). Hem kadınlar hem de LGBT bireyler üzerinde kurulan iktidar kalıplarını ve şiddeti sadece ekonomik ilişkilere bağlayıp, Ortodoks Marksist yaklaşım ile sosyalist yönetimlerde ve örgütlerde de hüküm süren cinsiyetçi politikaların üzerini örtme yolunu seçen bu sol gruplar, ikili (binary) karşıtlıklar üzerinden konuşmayı tercih ediyorlardı. Üçüncü düzey özellikle kampanya döneminde korkunç boyutlara varan muhafazakar/sağ/İslamcı tepkilerdi. Kampanya döneminde meseleyi sadece “eşcinseller arası cinsel ilişki”ye indirgemeye çalışan, hatta Yasa’dan “İ’nelik Yasası” diye bahseden homofobik çevreler hortlamıştı. Ceza yasası değişikliği, tecavüz, cinsel taciz, cinsel saldırı, cinsel yönelimden dolayı zem ve kadih, idam cezasının kaldırılması gibi çok önemli meseleleri içeren 44 maddelik bir reformasyon getiriyordu ve bu görünmez kılınmaya çalışılmıştı. Başta Kuir Kıbrıs, FEMA, KTÖS, YKP-Fem olmak üzere birçok örgütün dâhil olduğu “FARK ETMEZ ADALET HERKES İÇİN” kampanyasını başlattık, değişikliğin neleri kapsadığını kamuoyuna aktarmaya çalışıp, bilgi kirliliğini engellemeye çalıştık. Bu dönemde her örgütten hepimizin hem örgütsel olarak hem de ayrı ayrı bireysel olarak taciz edildiğimiz zamanlar olmuştu. Bunların bizi üzdüğü ve yıprandığımız zamanlar olsa da, neyi gerçekleştirmek istediğimizden çok emindik ve başladığımız yoldan dönmemekte kararlıydık. Zaten bu yüzden de tüm örgütler dayanışmamızı çoğalttık. O dönem Kıbrıs Türk medyası açısından da bir sınav gibiydi çünkü bazı gazeteler nefret söylemi içeren homofobik ilanlar yayınlamışlar ve bunu ifade özgürlüğü olarak sunmaya kalkmışlardı. Bizlerin “ifade özgürlüğü” ile “nefret söylemi” arasındaki farkı anlatmaya çalışmamız da bu sürecin en önemli unsurlarındandı.
3. Geçen 2 yıl içerisinde tepkilerin azaldığı söylenebilir mi? Sizce toplumda homofobi anlamında bir değişim oldu mu?
Homofobi ve eril tahakküm bir biri ile bağlantılıdır, aynı kaynaklardan beslenirler. Maalesef eril tahakküm sonlanmadan, bu tepkiler de bitmeyecek, homofobi de sonlanmayacak. Geçmiş yıllara göre tepkiler azalmasa da daha “utangaç ve temkinli” hale geldi. Artık eskiden olduğu gibi LGBTİ bireyler doğrudan ve kabaca aşağılanmasalar da dolaylı olarak ayrımcılığa uğruyorlar. Bir de LGBTI hak ve özgürlüklerine “postmodernizm, liberal yaklaşım” yaftalamasını yapanlar, bu mücadeleye hala emek ve katkı koymamakla birlikte, sırf “politik doğrucu” görünebilmek için tepkilerini yuvarlama yoluna gitmeye başladılar.
4. Sizce Kıbrıs’ın kuzeyinde LGBTİ hareketinin Ceza Yasası sonrasındaki talepleri ne? Bir sonraki hedefimiz ne olmalı? Bu bağlamda LGBTİ hareketi içerisinde eksikler var mı? Bu eksikleri nasıl giderebiliriz?
Aslında LGBTI hareketi “kimlik politikası” yapmaktan bir adım öteye geçerse daha iyi olur. Ezilen kimliklerin kendini görünür kılması için bir yere kadar kimlik politikası yapması anlaşılabilirdir. Lakin Kıbrıs’ın kuzeyindeki LGBTI hareketi kendi kabuğunu bu açıdan henüz kıramıyor. Mesela feminist politikanın sorunsallaştırdığı meselelerle daha çok eklemlenebilseler, hep birlikte daha güçlü olacağız. Ataerkil yapıları, eril tahakkümü sorgulamak konusunda yetersiz kalan bir LGBTI hareketi kendi kendini daraltır. FEMA aktivistleri olarak biz eril tahakkümü sorunsallaştırırken bunun kapitalizmle, militarizmle, ekolojik yıkımla, milliyetçilikle, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğüyle ilişkisel olduğunu görerek konuşmaya çalışıyoruz. Bu yüzden kendimizi anti-kapitalist, anti-militarist, ekolojist ve federalist olarak da tanımlıyoruz. Mesela özelleştirmelere, neoliberal talana, AKP’nin Kıbrıs’ta yürüttüğü kültürel ve ekonomik asimilasyona itirazımız var. Bu konuda hem söz üretiyoruz hem eylemlilik içindeyiz. Veya anti-militarist olduğumuz için vicdani ret mücadelesi içindeyiz. AKSA, taş ocakları başta olmak üzere ülkemizde eko sistemi darmadağın eden politikalara dair bir tavrımız var. LGBTI hareketinin de artık söylemsel ve eylemsel alanını genişletmesi gerekiyor bize göre. Talan edilmiş bir ülkede, talan edilmiş bir dünyada sözümüzü sadece beden politikası ile sınırlı tutarsak, o bedenler bir gün gelir zindanlarımız olur.
-------------------------------------------------------------
MOR KİTAPLIK
Cinsellik, Şiddet ve Hukuk
Alev Özkazanç’ın cinsellik, şiddet ve hukuk konusunda yazmış olduğu yazıları bir araya getirdiği bu kitapta yazar cinsel şiddet ve hukuk ilişkisine dair öz-eleştirel bir politik perspektif geliştirmeye çalışıyor. Bunu da, Hüseyin Üzmez’den Julian Assange olayına, cinsel tacizle suçlanan feminist Jane Gallop’un öyküsünden üniversitelerde cinsel tacize karşı çıkarılan politika belgelerine, katliama dönüşen kadın cinayetlerinden, Türkiye siyasetini sarsan seks kasetlerine, AKP iktidarındaki muhafazakarlaşmaya kadar geniş bir kapsamda yer alan yerel ve küresel olaylar zinciri üzerine düşünerek yapıyor. 2013 yılında Dipnot Yayınları’ndan çıkan bu kitap, cinsellik, şiddet ve hukuk konuları üzerine tartışmak, alternatif üretmek adına yol gösterici bir kaynak sunuyor.