Sorduğunuz zaman herkes iki toplum arasında barışın gelişmesini istiyor, çözümün olmasını da istiyor, geleceklerinin güven altında olmasını istiyor, çocuklarının iş sahibi olmasını, ülke ve doğal olarak kendi ekonomilerinin iyi olmasını, pahalılığın, enflasyonun, zamların gündelik işler olarak kalmasını istemiyor ama bunları isterken bu yaşamın federasyonda mı, konfederasyonda mı, iki ayrı devlette mi olabileceği konusunda kafalar net değil. Bir karmaşa var.
***
Ya çok çaba sarf etmemişler öğrenmek için, ya da o seçenekleri savunanlar çok iyi anlatamamışlar vatandaşa…
Veya iki ayrı devlet ve konfederasyonu savunanlar, insanların sorularına karşılık onların isteklerine, beğenilerine, taleplerine uygun cevaplar vermiş olabilirler çünkü konuştuğunuz kişiler size bir federasyonun sağlayacağı koşulları sıralıyor ama bunların iki ayrı devlette gerçekleşebileceği yanlışına kapılıyor.
Veya tam tersi de olabiliyor… İki ayrı devletin koşullarını sıralıyor ama bir federasyondan bahsettiğini söylüyor.
***
Biriyle sohbet ediyorsunuz… Nasıl bir çözüm istediğini veya çözüm isteyip istemediğini sorguluyorsunuz…
Size iki toplumun barış içinde yaşaması gerektiğini söylüyor, gerginliğin bitmesi gerektiğini, iş koşullarının artmasını istediğini, kendi ayakları üzerinde duran bir toplum arzuladığını, kendi kültürünü yaşamak istediğini, kimseye muhtaç olmak ve elini açmak istemediğini belirtiyor ve siz de Federasyonu tarif ettiğini sanıyorsunuz bir an…
Ama o da ne!
Bunların örneğin KKTC’nin tanınmasıyla olabileceğini de söylüyor.
İki ayrı devlet istediğini belirtiyor.
“Ama bir sorunumuz yok Rumlarla… Yan yana, kapılardan kimlik göstererek geçelim, gelelim” de diyor…
Bunları söyleyerek, yani kapılardan şimdiki gibi gidip gelmeyi, KKTC’nin tanınmasını ama barış içinde yaşamayı, kendi ayakları üzerinde durmayı, saygı görmeyi de isteyerek çözüm istediğini de söylüyor.
Tam bir salata, hem de ne bulunduysa tabağın içine atıldığı bir salata… Ne yağı, ne tuzu, ne de ekşisi tamam değil. Yenecek gibi değil, birbiriyle uyumsuz şeylerin bir araya getirilmeye çalışıldığı ve güzel bir salata yapıldığı yanılgısına düşülmüşlük.
***
İki ayrı devlet olmayı, yabancı askerlerin Ada’da kalmasını, sınırların olmasını, Kıbrıslıların iki bölgede ayrı kalmasını, serbest dolaşımın değil ama yerleşimin olmamasını istiyor ama Ada’da çözüm de arzuladığını belirtiyor vatandaşımız… Bu saydıklarıyla nasıl bir çözüm olacağını soruyorsunuz… “Ben böyle istiyorum” diye yanıtlıyor…
Ama çözümün karşılıklı görüşlerin, taleplerin kabul edilebilir ortak bir noktada olabileceğini düşünemiyor…
Yani başta da yazdığım gibi tam bir karmaşa var ortada… Kafalar net değil. Neyin, nasıl olabileceği, sonucun nasıl sağlanabileceği konusunda tam bir bilinmezlik ya da umursamazlık.
Çözüm istiyorum ama askeri de, silahı da, sınırı da istiyorum…
Nasıl bir şeyse artık!
Lambus ve St. Pavlos Geçidi
Doğa İzcileri Derneği dün Lapta’dan St. Pavlos Geçidi’ne bir yürüyüş düzenledi. Lapta Başpınar’dan doğuya doğru yürüyüşe geçen kalabalık yürüyüş grubu dağın zirvesinde Beşparmak Dağları’nın güneyini ve kuzeyini görme fırsatı buldular. Doğa İzcileri’nin broşüründe geçidin önemli şöyle anlatılıyor; Lapta’da yaşayan bireyler için ayrı bir değere sahip olan bu geçit, Lapta’nın pınarlara sahip olmasından dolayı birçok ürünün yetiştirilmesine olanak sağlamıştır. Limon başta olmak üzere çeşitli meyveler ve kolokas, patates, soğan gibi zamanına göre sebzeler ticaret ürünü ve Lapta’da yetiştirilen çiçekler sümbül, nergis ve dağdan toplanan mersin benzeri ürünlerin dağın güney kısmı Lefkoşa’ya ve çeşitli dağ köylerine ticareti bu geçit sayesinde sağlanmıştır. Ticaret genelde takas veya para yöntemi ile yapılsa da ürünler tahıl ile takas edilirdi. Tahıl üreten Dağyolu, Şirinevler, Gönyeli ve Hisarköy gibi köylerden gelen köylüler ise Lapta’daki değirmenlere bu geçitten gelerek ulaşırdı. Geçit ise ismini bu yol üzerinde bulunan bir su ve suyun yanında bulunan kiliseden almıştır. Ticaret ürünleri genelde at, ve eşekle veya yaya olarak heybelerde taşınırdı.” Dünkü yürüyüş yolunda fotoğraftaki Lapta’ya özgü Lambus çiçeği de yürüyüşçülerin makinelerinde epeyce yer aldı. Tarihteki Lambusa Krallığı, ismini çiçekten mi yoksa çiçek, Krallık’tan mı aldı bilmiyorum.
Kim doğrucu!
Türkiye Suriye’den gelen mültecileri kabul etti, bu çerçevede AB’den söz verilen yardımın gelmediğini defalarca dile getirdi ancak AB, bunu yalanladı. Yapılan anlaşma çerçevesinde yardımın peyderpey verilmeye devam ettiğini açıkladı. Kim doğru söylemiyor bilmiyorum ama AB’nin en güçlü ülkesinin Şansölyesi’ni kabul eden, ve “dostum” denen Merkel’in ve diğerlerinin gerekli yardımı yapmadığını söylemek de ne kadar doğruyu yansıtır emin değilim.
Cepteki 1 lira
Dün Yenidüzen’den Dila ve Fehime Surlariçi’nin durumunu anlatan çok güzel bir gözlem/haber yaptılar. Bölgedeki bakkal “Çocuklar geliyor, 3 liralık yemiş beğeniyor ama cebinde 1 lira var, ne yapacaksın!” diye hem çaresizliğini hem de Surlariçi’nin durumunu özetliyor aslında… Ancak anlatılan durum sadece Surlariçi’nde değil, tüm okullarımızın kantinlerinde her gün, her saat, her an yaşanıyor ne yazık ki!..
Stresin en büyük sebebi, günlük yaşamınızda anlayışsız insanlarla yaptığınız tartışmalarıdır.
Albert Einstein