Bir Kıbrıslırum okurumuzun yardımlarıyla Koççinodrimitya’da bir kuyuda kalıntıları bulunan 1964 “kaybı” Rifat Salih, Kayıplar Komitesi tarafından kimliklendirildi ve 53 yıl aradan sonra ailesine dönüş süreci başladı…
6 Şubat 1964’te Mağusa’ya portokal götürmek üzere yanındaki Ertan Ali’yle birlikte, kamyonuyla Lefke’den ayrılan ve bazı Kıbrıslırumlar tarafından kaçırılarak “kayıp” edilen Rifat Salih’ten geride, bir Kıbrıslırum okurumuzun yardımlarıyla Koççinodrimitya’da bir kuyuda bulundu ve Kayıplar Komitesi tarafından DNA testleri aracılığıyla kimliklendirildi… “Kayıp” edilişinin üstünden tam 53 yıl yani yarım asır geçtikten sonra şimdi ailesine dönüş süreci başlıyor ve Lefke’de tam evinin karşısında bulunan şehitliğe Aralık 2017’de defnedilecek…
“Kayıp” Rifat Salih’in öyküsünü 10 yıl önce, 2007’de bu sayfalarda yazmıştık ve oğulları Salih ve Hazım Hacısalih’le röportajımıza geniş yer vermiştik.
Koççinodrimitya’da “kayıp” edilen yedi Kıbrıslıtürk’ten birisi olan Rifat Salih, Ertan Ali’yle birlikte öldürülerek aynı kuyuya gömülmüştü.
Bu konuda YENİDÜZEN olarak Koççinodrimitya’da “kayıp” edilen Kıbrıslıtürkler konusunda yoğun çalışmalar yapmış, bu konudaki bulgularımızı ve bazı Kıbrıslırumlar’la yapmış olduğumuz röportajları, okurlarımızla bu sayfalarda paylaşmıştık… Elde ettiğimiz bilgileri Kayıplar Komitesi yetkilileriyle de paylaşmış ve 2008 yılında Koççinodrimitya’daki sıra kuyuların yerini bir Kıbrıslırum okurumuzla birlikte Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermiştik. Kıbrıslırum okurumuz ayrıca, sıra kuyuların yerlerini gösteren bir haritayı bize vermiş, biz de bu haritayı Kayıplar Komitesi yetkililerine iletmiştik.
2013 yılında Kayıplar Komitesi Koççinodrimitya’daki bu sıra kuyularda kazılar yürüterek bir kuyuda beş, bir diğer kuyuda ise iki “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanları bulmuştu…
Rifat Salih’ten geride kalanlar, Ertan Ali’den geride kalanlarla birlikte aynı kuyudan çıkarılmıştı.
Şimdi Kayıplar Komitesi, DNA testleriyle kimliklendirme sürecini tamamlamış bulunuyor ve “kayıp” Rifat Salih’in ailesine küçük bir tabut içerisinde dönüş süreci başladı…
Lefkeli Rifat Salih narenciye işiyle uğraşmanın yanı sıra – kontraktörlük de yapmaktaydı ve aldığı ekşi ve portokalları, Mağusa’ya ihraç edilmek üzere bir işyerine satıyordu – ekmekçilikle de uğraşmaktaydı. Aslen Baflı olan, Pidargu köyünden Salise hanımla evliydi ve Hazım, Salih ve Hidayet adlı üç çocukları vardı… Salih Hacısalih, on yıl önceki röportajımızda bize şunları anlatmıştı:
“Babam aslen Lefkeli... Adı Rifat Salih, Hacısalih olarak bilinir... “Ekmekçi Rifat” diye de tanırlar zaten... Esas geçim kaynakları ekmekçilik ve narenciyeydi... Zaten bahçeleri vardı... Fırını vardı... Tüm civara ekmek dağıtımını gerçekleştirirdik... Dillirga bölgesine kadar ekmek dağıtırdı, bildiğimiz kadarıyla... Tabii Gemikonağı’ndan tutun da Çamlıköy’e, bu civar yerlere de dağıtımı vardı. Bunun haricinde, patates zamanı patates, portokal zamanı portokal... Taa Baf’a kadar dağıtım yapardı... Portokalda, kendi bahçelerimiz da vardı, bunun yanında, bölgenin tüccarlığını da yapardı. Kontraktör gibi... Zaten sayılı kişilerden birisiydi portokal üzerine... Alıp bunların çeşitli yerlere satışını yapardı ama esas satışı Mağusa’da Hacısotiriu diye bir portokal tüccarı vardı, fabrikası da vardı... Ve malın çoğunluğunu ona verirdi... Ve yekün olarak son toparlayıp alırdı... Kendi kamyonu vardı... İlk mi son mu bilemeyeceğim, yaşım küçüktü, bayağı da zaman geçmişti... Ama bir eski kamyonu vardı – yenisini aldığı için buna eski diyoruz. Bu, kaybolduğu kamyonunu da yeni almıştı bize söylendiğine göre... Annem yeşil bir Bedford olarak hatırlar kamyonu... Ama bu esnada Dodge marka kamyondan da söz edilir. Ama Dodge mu satıldı ilk önce, Bedford mu, onu bilmiyorum... Ekmek fırını, şu anda “Çağlar’ın Fırını” denen yerdeydi. İlk önce onun yerini tutuyordu, burası sonradan “Çağlar’ın Fırını” oldu. Ondan sonra, kendi evinde fırın açmıştı ve orada üretim yapardı...
Babam “kayıp” olduktan sonra, geçimimiz için amcamların, ailenin, cüzi de olsa muhtelif yardımları oldu... Belli bir dönem sonra, artık “Teşkilat” mı nedir onu bilemem, belli bir maaş bağlandıydı. Bu maaş bağlama olayı sanırım bir yıl sonrasına kadar sarktıydı. Bu zaman zarfında da bir mağduriyet yaşandıydı. Hatta ve hatta çok iyi bilirim, arabanın “spare”ı vardı lastik, onu satmışlardı o dönemde para alabilmek için, geçinebilmek için... Ki babam, Lefke’nin varlıklı insanlarındandır... İdi... Ve bir varlık içerisinden bir anda tam tersi olarak büyük bir yokluk içerisine...
Babamın “kayıp” edilmiş olması genelde konuşulmadı aile içinde... Ve sanki yokmuş gibi... Hiç olmamış gibi... Belki başkalarının da olabilir ama bizim ufak da olsa, bir avantajımız vardı. Hazım amcam mesela, bizim taraftan olsun, halalarımdan olsun, ailenin tüm gençleri onun yanında çalışarak geçirdi... O dönem portokal işi yapardı da, ayrıca biz biraz yetiştikten sonra, temizleyici dükkanı vardı. Zaten temizleyici olarak bilinir. Ayrıca sineması da vardı amcamın. Adı Yıldız Sineması idi... Ben sinemada da çalıştım, temizleyici dükkanında da çalıştım. Ailenin gençlerinden halalarımın çocukları olsun, bizim olsun, tamamı bu işyerlerinden geçti, özellikle temizleyici dükkanından... Ben çalışmaya başladığımda, ilkokuldaydım... Dört ve beşinci sınıfta başladım çalışmaya... Ben da, kardeşim da, halamın çocukları da... Ki onların anne-babasının hali yerinde olmasına rağmen, Lefke’de olup da o yaşa gelen bir şahıs, ya bahçelerde çalışmıştır ya da bir yerlerde çalışmıştır. Öyle şimdiki gibi oturmak gibi bir olay yoktu – ne kadar varlıklı olsalar dahi, çalışıyorlardı...
Aklım kestiğinde, yetişkin bir insan olduğumda, çocukluktan çıktığımda, babamla ilgili ne hissederdim? Tarif edemeyeceğin bir duygudur... Siyaha siyah dersin, beyaza beyaz dersin da, tarifini veremeyeceğim bir duygudur. Yani burada, işte sıkıntın vardır diyelim, gideceğin gerçek bir yerin yoktur. Bunun yanında, fikir alman gerekir – bir daha değişik kişiden fikir almak zorundasın. Bunun en büyük etkisi, küçük yaştan vermem gereken kararları, kendim verdim. İyisiyle, kötüsüyle... Bazı zorlandığın anlarda, o zaman yokluğunu hissedersin... Diyebileceğim bu...
Bulmak niçin önemlidir bizim için? En azından bir ziyaret yerimiz sözkonusudur – geçmişi sorgulamak bir tarafa da... Bir resmi gün olur, bir bayram olur, bir milli gün olur, ziyaret zamanları sözkonusu olur... O zaman senin gidecek bir yerin yoktur. Bu, bir yerde artık kendine o dönemin, o anın seviyesine indirdiğin zaman, özleminin dışında bir yerde bulunduğuna inanırım ben... Artık yerine dönmesi gerekir... Esas acıyı annem çekmiştir bana göre... Çünkü biz ne de olsa küçüktük... Acı çektik derken, bilinçsiz bir dönem sayılır, beşbuçuk yaşındaydım ben – beşbuçuk yaşta ne kadar bilinçli olur insan? Ondan sonra da mağduriyet anında arayıp bulacağın bir şeydi ki, bu mağduriyeti yaşayan biz çocuklardan ziyade, annemdir... Çünkü o, beslemek zorundaydı... Biz istemek zorundaydık... Aradaki fark budur... O bulacaktı, verecekti... Biz isterken onu bilemezdik, biz isterdik... Ama o, bulmak zorundaydı...”
1963-64 döneminde Koççinodrimitya’da neler yaşandığını 2008 yılında bize anlatan, bize “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in gömülü olduğu sıra kuyuları gösteren, bize ve Kayıplar Komitesi’ne bu kuyuların bir haritasını veren Kıbrıslırum okurumuza, göstermiş olduğu insaniyet için çok teşekkür ederiz… Kayıplar Komitesi’ne de bu alandaki sıra kuyularda yürütmüş olduğu kazılar için sonsuz teşekkürler…
Bu kuyulardan kalıntıları çıkarılan yedinci “kayıp” Kıbrıslıtürk Rifat Salih’in Aralık 2017’de Lefke’de yapılacak cenaze törenine biz de katılarak ailesinin acısını paylaşacağız, küçük tabutuna çiçekler koyacağız ve ona “Artık kayıp değilsin, tam evinin karşısındaki şehitlikte yatacaksın, nurlar içinde uyu” diyeceğiz…