Hani bir süre önce haberlerden okuduğunuz "kritik günler" geride kaldı artık.
Pek de kritik kesmez bizim milleti artık.
Ada insanı için sonbahar, her şeyin % 50 randımanla çalışmasıdır!
İş, güç, okul derken geçer hayat.
Günler de kısalır, erken kararır havamız.
Hava da soğur, gabira, tarhana hellim kıvamına girer geceler…
Hani klasik hemen çözümcülerin "çözüme çok az kaldı" sözleri de yetmez artık insanları buna inandırmaya…
Gerçek olsa bile!
"Çok soğuk yahu hava" birinci gündem maddesidir artık.
İçe kapanma dönemi başlar artık.
Bu soğuklarda devrim de yapmaz bizim solcular, hafta sonları mangal dumanı tüter, faşistlerimiz bile kıpırdamaz, tören alanına değil şahinler, serçeler bile gitmez.
"Dur yahu bu soğuklar geçsin"dir en fazla işiteceğin söz.
Ya da “Çok yağmur yağdı ha Mesarya'ya”…
İşte tam da bu günlerin arifesindeyiz şimdi.
Türkiye'ye bakıyorum, medyası, TV'leri, gazeteleri siyasetçisi şimdiden seçim havasına girmiş.
Bu sürede Türkiye'den radikal bir hareket beklemek çok saflık değil midir?
Hani bu Suriye-Irak tantanası içinde bir “Kıbrıs anlaşması” çok mu hayalcidir?
Kesinlikle!
Yılbaşından sonrası peki?
Yukarda yazdım.
Bahara doğru daha da rehavettir artık.
Karpuz kabuğu tadındadır ada insanı.
Ve Nicos amcanın seçim derdi de başladı şimdi.
Sonrasında ne mi olur?
Diğer çöken süreçlerden sonra ne olduysa o!
Süreç çöker, ama adına kimse “çöktü” demez!
MARAŞ pazarlıkları başlar belki.
ERCAN'ı uluslararası uçuşlara açacağız naraları duyulur, sağdan soldan.
Yeni BARİKATLAR gündeme gelir az az.
Kimisi açılır, kimisi açılmaz.
"İZOLASYONLAR kalksın" der birileri!
MAĞUSA LİMANI gündem olur. Vs. Vs. Vs.
Gazeteler bunları yazar, bunları gündeme getirmek zorunda kalır.
Siz bunları okurken Kermiya'daki sırada geçen sürede hiçbir azalma olmaz.
Ada insanı büyük meselesini çözmek için zaman harcarken küçüklerine kalmaz takati zira.
Yıllarca yazılan, yıllarca söylenenlerin bir adım bile ileriye gidemediği günleri yaşar, yaşlanırız.
Baksanıza "güven yaratacağı" söylenen önlemlere, hangisi yol aldı ki?
Hadi, biri, birkaçı yol aldı diyelim, nerede o yaratılacak "güven"?
Şimdi resmen bitirilen bu son "görüşmeler" var ya.
Bir nihayete varmalı artık.
Eğer bundan da bir sonuç çıkmazsa (ki umarım artık bir sonuç çıkar) devam edecek bu film.
Yeni versiyonları çıkacak!
Ama devam edecek.
Ve bizler yaşlanmaya, “süreç” uzamaya, “çözüm yanaşmaya” devam edecek.
Hiç, ama hiç bitmeyecek.
Çözüm ve entegrasyon tadında geçecek günler…
Ve bu süreç daha çok "kahraman" siyasetçiler, daha çok "büyük" gazeteciler, daha çok "önemli" uzmanlar yaratacak.
Tarhana çorbası mı?
Hellimi az geldi gene!
Eğitimdeki 'bağış' sorunu
Devlet okullarında yaz döneminde “bağış” adı altında toplanan “kayıt paralarıyla” ilgili tartışma vardı, hatırlayınız.
Hemen hemen her yıl yazda bir sonraki yılın “kayıtlarını “bağış” adı verilen ücretle yapmaya çalışan okul yönetimleri tartışması konusu olur.
Öncelikle şunu belirteyim; kimsenin kamuya ait okulda zorla para toplamasını onaylamıyorum.
Ancak olayın bir de diğer yüzü var tabii.
Bu paralar neden toplanıyor?
Toplayanlarla, yani okul müdürleriyle ya da okulları yöneten yöneticilerle konuştunuz mu?
Genel manzara şu:
- Devlet okulları çok zor fiziki şartlarda eğitim vermeye çalışıyor.
- Bakanlık devlet okullarına yeterli kaynak ayırmıyor, hatta hiç ayırmıyor!..
- Okulların bütçeleri yok.
- Okulların birçok ihtiyacı var ve bu ihtiyaçları “bağış” adı altında toplanan paralarla gideriyorlar.
- Toplanan sınırlı kaynak okul aile birlikleri tarafından yönetiliyor, birçok okulda son kararı okul aile birlikleri veriyor.
• Kırılan kapı, dökülen duvarlar birçok okulda bizzat okul yönetimlerinin özel girişimiyle tamir ediliyor. Peki böylesi bir durumda suçlu kim sizce?
Bu şartlarda okulu çevirmeye çalışan okul yöneticileri mi?
Mecburen bağış toplamak zorunda kalan, bu işin yanlış olduğunu bile bile bu durumu uygulamak zorunda kalan ve okul yönetimiyle de işbirliği yaparak kaynak yaratmaya çalışan okul aile birlikleri mi?
Okullara yeterli maddi desteği vermeyen-veremeyen bakanlık mı?
Yoksa kayıp parası vermek istemeyen veliler mi?
Kim suçlu?
Bu tartışmada haksız olan kim?
Yapılması gereken aslında basit.
Ya bu bağışlar, ya da kayıt paraları yasal bir hale getirilecek, ya da bakanlık devlet okullarına yeterli bütçe ayıracak.
İkisinden biri…
Ben elbette ikincisini, yani devletin okullara yeterli desteği vermesini tercih ediyorum.
Belki de her okulun bütçesinin olması, bu bütçelerin yönetim kurullarınca yönetilmesi en sağlıklı yöntem olacaktır.
Alınması gereken bir siyasi karar vardır ve bu kararı da devleti yönetenler verecektir.
Kamu okullarının çok daha fazla kaynağa ihtiyacı olduğu gerçeğinden hareketle radikal tedbirleri masaya koymazsak soruna kalıcı çözümler üretemeyeceğimiz açıktır.