Tufan Erhürman
Bernhard Schlink, Türkçe’ye çevrilen kitaplarını kaçırmamaya çalıştığım yazarlardan biridir. Yaz Yalanları 1 adlı öykü kitabının piyasaya çıktığını öğrenir öğrenmez alıp okudum. Okuyucu 2 ve Aşk Kaçışları’ndan 3 sonra biraz yavan geldiğini söylemeliyim. Bununla birlikte, başta “Güneye Yolculuk” olmak üzere okunmaya değer öyküler var kitapta.
Temel meselelerinden biri geçmişle hesaplaşma ve yüzleşme olan Schlink, “Güneye Yolculuk”ta, dönüp dolaşıp bu konuya geliyor yine. Öykünün kahramanı, son yıllarını bir tür huzurevinde geçiren bir büyükannedir. Torunuyla (Emilla) çıktığı yolculukta, ona, hüsranla sona ermiş gençlik aşkını anlatır hüzün ve kırgınlıkla. 18 yaşındaki torun çok etkilenir hikayesinden ve uğraşır, didinir, bulur adamı (Adalbert). Babaannenin anlattığına göre, bir kolu olmayan bu felsefeci terk edip gitmiştir kadını. Oysa kazın ayağı aslında hiç de babaannenin anlattığı gibi değildir. Torun adamı bulduktan sonra hikayenin aslı ortaya çıkar. Kendi anlattığının aksine, babaanne terk etmiş adamı. Sebep, satır aralarında anlaşılabildiği kadarıyla, adamın tek kolunun olmaması, yoksulluğu ve felsefeye düşkünlüğüdür. Torun şaşkındır. Babaannenin neden yalan söylediğine bir türlü akıl erdirememektedir. “Bana neden böyle bir şey anlattın” diye sorar. “Başka türlü olduğuna inanmıştım. Adalbert’le konuşurken bile” diye yanıtlar babaanne. Torun için inanılması güç bir şeydir bu “Ama insan bunu yapamaz…” der babaanneye. Daha 18 yaşındadır ve elbette insanın neler yapabileceği konusundaki deneyimi yeterli değildir genç kızın. Babaanne, onca yılın yaşanmışlığıyla “Hayır Emilia, insan bunu yapar. Yanlış bir karar verdiğime katlanamadım” 4 der torununa.
Evet, maalesef ilk bakışta manasız gelebilecek birçok başka şey gibi bunu da yapabilir insan. Tarihi yalnızca devletler değil, tek tek bireyler de tahrif edebilirler. Sebep aslında çok farklı değildir. Devlet de, insan da bugünden geçmişe bakınca yapmış olmaya dayanamayacağı yanlışları düzeltmeye, davranışlarını meşrulaştırmaya ihtiyaç duyar bazen. Bu, bir tür savunma mekanizmasıdır. Yanlış davranış yapmış olduğunu kabul etmek, yanlışla yüzleşmeyi, onunla hesaplaşmayı gerektirir kaçınılmaz olarak.
Böyle zorlu bir işe girişmektense, geçmişi tahrif etmek, tahammül edilebilir kılmak ve yalanlarla yaşamak tercihe şayan görünür insana. Oysa halı altına süpürülen böceklerin gün gele o halıyı kemirerek ortaya çıkması ve halının üstündekini kemirmeye başlaması çoğunlukla kaçınılmazdır. İşte o zaman, özenle inşa edilmiş o kale yıkılır ve yıkıntının altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalır insan.
Kısacası, geçmişi tahrif etseniz, hatta bu tahrifat sonucu ortaya çıkan kurguya yalnıza başkalarını değil, kendinizi dahi inandırırsanız, yine de bütünüyle kurtulamayabilirsiniz geçmişteki yanlışların, hataların bedelini ödemekten. Dahası, bu bedel bir borca benzemektedir. Ödenmediği müddetçe faiz işlemekte, bedel katlandıkça katlanmaktadır. Aynen borçlu olduğunuz durumlarda olduğu gibi, en iyisi, bir an önce bedel ödemek, geçmişteki yanlışlarla, hatalarla bir an önce yüzleşmek, onların defterini en erken zamanda dürmek, kısacası iyileşmektir. Aksi halde bütün bir hayatı bir kurguya hapsolarak, hastalıklı bir biçimde yaşamak kaçınılmazdır.
Bu yazıyı, yüzleşmeyi ve geçmişle hesaplaşmayı temel meselesi olarak gören bir başka yazının, Coetzee’nin sözleriyle bitirmekte yarar vardır: “Ne kadar acımasız olursa olsun, doğrular olmadan iyileşmek mümkün değil”dir.5
-------------------------------------------------------------------
1 Bernhard Schlink, Yaz Yalanları, çev. Barış Tut, İstanbul. Doğan Kitap, 2012.
2 Bernhard Schlink, Okuyucu, çev. Cemal Ener, İstanbul, İletişim Yayınları, Doğan Kitap, 1997.
3 Bernhard Schlink, Aşk Kaçışları, çev. Ali Özdamar, İstanbul, Doğan Kitap, 2011.
4 Schlink, Yaz yalanları, s. 231.
5 J.M.Coetzee, Taşlar Hayatından Manzaralar, çev. Suat Ertüzün, İstanbul, Can Yayınları, 2011. S. 437.
Not: Bu yazı 8 Temmuz 2012’de yine adres kıbrıs’ta yayınlanmıştı