Eğitim, bir toplumdaki insanların o toplum içerisindeki 'sosyalleşme', yani toplumsal değerler, normlar ve kurallara aşina olarak onları içselleştirme süreçlerinin en temel araçlarından biridir.
Bu haliyle de eğitim, özellikle bölünmüş toplumlarda, etnik çatışmaları meşru kılmak, 'milli' bilinç oluşturmak ve bir tarafın haklılığını ve mağduriyetini ortaya koyarak diğerini ötekileştirmek için bilinçli bir şekilde kullanılır.
Maalesef Kıbrıs'ın her iki tarafındaki eğitim buna en 'güzel' örnektir.
Her iki tarafta da tarih kitaplarından bolca kan akmakta, 'Barbarlık Müzesi', toplu mezarlar ve benzeri yerlere sıkça ziyaretlerde bulunmak suretiyle, aslında yüzyıllar boyunca birlikte yaşadığımız toplum veya toplumlar her şeyden öte 'düşman' ve 'öteki' olarak bilincimize işlenmektedir.
Elbette bu ada tarihi boyunca birçok çatışma ve savaş gördü, sayısız şehitler ve kayıplar verildi, insanlar kaç kere yerlerinden edildi, göçmen oldu, nice toplumsal acılar ve travmalar yaşandı. Hâlâ da yaşanmaya devam ediyor.
Bazı acılar ve travmalar hiç silinmiyor ki! Hangimizin ailesinde şehit veya kayıp yok? Hangimizin ailesi savaştan etkilenmedi, tarif edilemeyecek bedeller ödemedi? Bunları kim, nasıl inkar edebilir? Tarih bilgisi, bilinci olmadan bir insan dünyaya ve hayata nasıl layıkıyla bakabilir?
Hep derler ya, 'tarihimizi öğrenmeli ve bilmeliyiz'. Elbette, ama kan ve acıdan beslenen bir yaklaşımla sadece kendi mağduriyetimizi göklere çıkararak, ebedi düşman(lar) yaratarak ve yaşatarak değil.
Eğer sorumlu bir tarih öğrenimi benimsemez ve tarihe çok perspektifli, çoğulcu ve eleştirel yaklaşmayı öğrenemezsek, içinde bulunduğumuz dışlayıcı, ötekileştirici ve çatışmacı sosyalleşmeden ve sonuçta da hep bir kısır döngü içerisinde varolmaktan kurtulamayız.
Neyi benimser, çoğaltır ve inşa edersek oyuz aslında. Aksi takdirde, akıl almaz ve çağdışı bir şekilde kitaplardan sayfalar kopararak, kitapları yasaklayarak, zihinlerinde duvarlar örülü nesiller yetiştirmeye devam ederiz...