Tuncer Bağışkan
Bugünkü yazımda Yukarı Baf’ın çarşı merkezinde bulunan Osmanlı dönemine ait Mehmet Bey Ebubekir Hamamı’ndan söz edeceğim. Baf’taki Osmanlı-Türk eserlerini kayıt altına almak için yola çıktığım 2003 yılında ziyarete kapalı olduğundan ne yazık ki içini görememiştim. Yine de dış görünüş itibarıyla günümüze kadar gelebilen Osmanlı hamamları arasında en iyi korunanlardan biri olduğu anlaşılıyordu. Bunun nedeniyse Osmanlı ile İngiliz Sömürge dönemlerinde restore edilerek kullanılmış olmasıydı. Uzun yıllar kullanıldıktan sonra kaderine terk edilen bu hamamın restore edilip bir müze olarak düzenleneceğini 2004 yılında sergileme ekibinde görev alan meslektaşım Anna Marangou’dan öğrenmiştim. Bu konuda yardımımı talep ettiğinden, ‘Kıbrıs’ta Osmanlı-Türk Eserleri’ kitabımı hazırladığım sıralarda konuyla ilgili olarak derlediğim bilgi ve belgeleri kendisine vererek sergileme çalışmalarına yardımcı olmuştum. Nihayet hamamın 28 Temmuz, 2005 tarihindeki açılış törenine davet edildiğimden, aile dostum Gaston Neocleous ile törene eşlerimizle birlikte katılmıştık.
TARİHÇESİ
Osmanlı mimarisinde ayrıcalıklı bir yeri olan bu hamam ‘Mehmet Bey Ebubekir Hamamı’ adıyla bilinmesinin yanı sıra, 1963 yılından sonra tamamen yıkılan yanındaki caminin adından dolayı “Yeni Cami Hamamı” adıyla da bilinmektedir. Yazılı kaynaklarda Baf Sancak Beyi Mehmet Bey Ebubekir tarafından yaptırıldığı ve bir kiliseden dönüştürülen Baf’taki Aya Sofya Camisi’ne gelir sağlamak amacıyla 6 Kasım.1592 (1 Safer 1001 H) tarihinde oluşturulan “Mehmed Bey ibn-i Ebubekir Vakfı”na (Ebubekir’in oğlu Mehmet Bey vakfına) dahil edildiği kayıtlıdır. Bu bilgilerin yanı sıra, Baf’taki diğer iki hamam gibi, klasik Osmanlı hamam mimarisinden ayrılan plan özelliklerine sahip olması itibarıyla, Ortaçağ’a ait bir hamamdan dönüştürüldüğü, ya da Ortaçağa ait bir hamamın kalıntıları üzerine yapılmış olduğu da tahmin edilmektedir. Vakfa dahil edildikten sonra kira karşılığında şahısların işletmesine verilmiş olduğundan asırlar boyunca orijinal işlevini sürdürmüş, böylelikle de harabe olmaktan kurtulmuştur.
İLK RESTORASYON SÜRECİ
13.1.1904 tarihi itibariyle hamamın delinen su kazanının tamir edilmesi için nelerin yapıldığına ilişkin bilgiler Evkaf arşiv belgelerinde kayıtlıdır. Bu belgelere göre, 1904 yılından önce tamir edilmesi için vakıf mütevellisi Salih Osman Efendi tarafından hayli para harcamış, hatta 1902 yılında hamama yeni bir kazan bile konmuş olmasına karşın yine de tamir edilememişti. Vakıf mütevellisi Salih Osman Efendi’nin vefatından sonra kazanın tekrar sızıntı yapması üzerine hamamı kapatmak zorunda kalan kiracı, kira sözleşmesinin bir gereği olarak, kazanın tamir edilmesi için hamamın kilidini Vakfın yeni mütevellisi M. Zihni’ye vermişti. Böylece bu kazan Baf’ın en iyi ustası sayılan Usta Stavri’ye tamir ettirilir. Ancak içine su konup ısıtılması üzerine bu sefer de tahrip olur. Bundan sonra iki kez daha tamir edilmesine karşın arıza giderilemez. Bu nedenle tamir edilmesi için Lefkoşa’nın hamam ustasının Baf’a gönderilmesi vakıf mütevellisi M. Zihni’nin 13.1.1904 tarihli yazısıyla Evkaf delegesinden talep edilir. O sırada Evkaf’ın inşaat işlerini üstenen hamam ustalarının Kızılbaşlı (Trahonalı) Haci Yanni Nicoli, H. Haralambo, Usta Kalla’nın oğlu Nicolaki (Nikola), Kaymaklılı (Omorfitalı) Toghli Yarki ve G. Yuannis Yuannos olduğu 1892 tarihli arşiv belgelerinde kayıtlıdır. Daha sonraki günlere ait arşiv belgelerinde kazana ilişkin herhangi bir kayda rastlanmamış olmasına karşın 5.2.1904 tarihi itibariyle £25 harcanmak suretiyle tamir edildiği tahmin edilmektedir.
1940’lı yılların sonu ile 1950’li yılların başlarına kadar hamamın orijinal işlevini sürdürdüğü halen anımsanmaktadır. Ancak Baf Bölge Müzesi’nin 10.9.1953 tarihinde Baf bölgesinde gerçekleşen büyük depremde yıkılması üzerine hamamın geçici müze olarak kullanılması düşünülür. Böylece 1954 yılında £980 harcanmak suretiyle tamir edilir. Yine 1956 yılında restorasyonu için £580 harcanır. 1963 yılından sonra hamamın önünde bulunan Yenicami’nin yıkılması üzerine yerine bir otopark inşa edilirken, hamamın çevresi ise yayalandırılarak bir bahçe olarak düzenlenir.
MÜZE OLARAK AÇILMA SÜRECİ
Hamamın bir müze olarak restore edilip düzenlenmesine ilişkin ilk etap restorasyon çalışmaları Temmuz –Aralık 1991 tarihleri arasında gerçekleştirilmişti. 1991-1995 yılları arasında Kıbrıs Cumhuriyeti Eski Eserler Dairesi ile Baf Belediyesi tarafından ortaklaşa sürdürülen restorasyon uygulamalarında £56.023 harcanır. 2004-2005 yıllarında gerçekleştirilen tamirat ve sergi düzenleme çalışmaları sonrasından hamamın 28 Temmuz.2005 tarihinde bir müze olarak ziyarete açılması sağlanmış olur.
Hamamın açılış töreninin ilk konuşması, sergileme ekibi adına arkeolog Anna Marangou tarafından yapılmıştı. Onu, Eski Eserler Dairesi müdürü Pavlos Flourentzos, Baf Belediye Başkanı Phidias Sarikas ve Kıbrıs Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Andreas Christou’nun konuşmaları izler.
Konuşmacıların ortak görüşleri, bu hamamın Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların ortak kültür mirası olduğu ve bölünmüş adamızın yeniden birleştirilmesinin bir simgesi olması doğrultusundaydı. Bu ise memnuniyet verici bir yaklaşım şekliydi. Yakın geçmişimizde hamamların tüm Kıbrıslıların ortak kullanımında olduğu bilinmektedir. Ancak Osmanlı döneminde bu durum biraz daha farklıydı. Lefkoşa hamamları ile ilgili olarak Şeri Mahkemenin 24.7.1746 tarihli kararında, Lefkoşa’daki Büyük Hamam, Ömeriye Hamamı, Müftü Hamamı, Korkut Efendi Hamamı ve Emir Hamamı’nda Gayri Müslimlerin sadece Cumartesi ve Salı günleri yıkanabilecekleri, geriye kalan diğer günlerde ise Müslümanların öğleden akşama kadar yıkanabilecekleri kayıtlıdır. Ancak bu kuralın zamanla değişerek Müslümanlar ile Gayri Müslimlerin ayni günlerde hamamlarda yıkandıkları, hatta Türklerin yanı sıra Rumlar ile Ermenilerin de hamamları çalıştırdıkları anımsanmaktadır.
Hamamın açılış kurdelesinin kesilmesinde arkeolog Anna Marangou ile İçişleri Bakanı Andreas Christou’nun beni de yanlarına almaları karşısında şaşırmıştım. Bu ise çalışmalara katkı sağlayanların onore edilmesi anlamına gelmekteydi. Oysa bizim taraftaki açılış törenlerinde onore edilenler siyasiler oluyor sadece; anlayış farklılığı işte…
Açılış töreni sonrasında gözlemleyebildiğim kadarıyla, hamamın çevresi çeşitli bitki ve ağaçlardan oluşan bakımlı bir bahçeye dönüştürülmüş, duvarların derzleri yenilenirken içerisi ise elden geçirildikten sonra bir müze olarak yeniden düzenlenmiş durumdaydı. Bir ekip çalışması sonucu yeniden hayat bulan bu hamamın restorasyonu mimar Elli Constantinidou tarafından gerçekleştirilirken, sergilemelerde arkeolog Anna Marangou çalışmış, sergileme fotoğrafları Andreas Coutas tarafından çekilmiş, tarihi bilgiler Kıbrıs Üniversitesinden Euphrosyne Rizopoulou-Egoumenidou’nun çalışmalarıyla ortaya çıkmış ve zamanın Eski Eserler Dairesi Müdürü Pavlos Flourentzos ile Baf Belediye Başkanı Phidias Sarikas da projeye mali katkı sağlamışlardı.
HAMAM SERGİLEMELERİ
Hamamın girişindeki soyunmalık (soğukluk) kısmı altıgen bir kasnak üzerine oturan bir kubbe ile örtülü olup merkezinde Ömerge Hamamı’nda olduğu gibi yuvarlak bir aydınlatma penceresi bulunmaktadır. Bu aydınlatma penceresi ise M.S XV’dan başlayarak XVII’inci yüzyıla kadar tarihlenen Adana’daki ‘Çarşı Hamamı’, ‘Mestan(zade) Hamamı’ ve Irmak Hamamı’nın (Yalı Hamamı / Paşa Hamamı’nın) bir benzeridir. Güney duvarındaki yarım kubbenin iç kısmı, saksı içinde küçük bir ağaç motifi bulunan bir fresk ile bezenmiş durumda. Bu odanın soyunup giyinme, bekleme ve dinlenme yeri olduğu dikkate alınarak buraya bir sedir (divan) konmuş. Duvarda ise, hamama gelirken temiz giysiler ile hamam eşyalarının içine konduğu bir bohça sergilenmiş.
Hamamın soyunmalık kısmından sonra iki bölümden oluşan “Ilıklık” kısmına girilmektedir. Burası, hamamın en sıcak kısmına girmeden önce vücudun sıcağa alışmasını sağlayan bekleme odasıdır. Burada bekleyenler için duvarın kenarlarında taş rahleler ile kurnalar yer alıyor.
Ilıklık kısmından sonra hamamın en sıcak bölümü olan ve alttan ısıtılan “sıcaklık” odasına girilmektedir. Bu odanın klasik Osmanlı-Türk hamamlarından farklı yanı, yanlarında ‘eyvan’ ile ‘halvet’ bölümlerinin bulunmamasının yanı sıra, ortasında ise hamamlara özgü geleneksel ‘göbek taşı’nın olmamasıdır. Sıcak havanın oda içinde kalması için duvarlar kalın ve penceresiz yapılmıştır. Burada pencere olmadığından, odanın aydınlatılması için kubbe üst örtüsüne delikler açılmış ve bu deliklere cam monte edilmiştir. Sıcaklığın fazla olması nedeniyle bu odada terleyenlerin vücutlarındaki kirler yumuşamakta, yumuşayan kirler tellaklar tarafından üzerine zeytin ezilen keselerle keselenmekte ve sabun, ilif ve temiz su ile yıkandıktan sonra hamam sefası sona ermektedir.
Hamamın sıcaklık odasının hemen gerisindeki oda ise hamama sarnıç görevi görmekteydi. Eskiden taş olan bu sarnıç önceleri dışarıdan gelen suyla dolduktan sonra, hamamın duvarları içindeki toprak borularla odalara akıtılmaktaydı. Ancak yukarda da söylediğimiz gibi buraya 1902 yılında bakır bir kazan monte edilmişti. Kazandaki su ise bu odanın gerisinde külhan olarak bilinen odada bulunan ocakta yakılan ateş ile ısınmaktaydı. Külhanın diğer önemli bir görevi ise, yakılan ateşten çıkan ısısının hamamın altındaki payeler ile desteklenen kısımda dolaşarak hamamın ısınmasını sağlamasıydı. Bu ise Roma dönemi hamamlarında Hipokaust sistemi olarak bilinmektedir. Hamamın altındaki sıcak hava dolaşım sisteminin ziyaretçilere gösterilmesi için yer döşemesinin kesilip üzerlerinin cam ile kapatılması ise sergilemeye bir çeşitlilik katmıştır. Sıcaklık kısmının gerisindeki külhanın iki bacası olmasının yanı sıra, hamamın altındaki boş alanda dolaşan sıcak havanın devri daimini sağlamak amacıyla soyunmalık ile sıcaklık kısımlarında da birer baca bulunmaktadır.
Hamamın sergilemelerinde dikkat çeken konulardan biri de Kıbrıs hamamlarının tarihi süreç içindeki gelişimi üzerinde durulmuş olmasıdır. Burada güdülen amacın bu müzeyi ziyaret edenlere Kıbrıs hamamları hakkında geniş bilgi vermek olduğu anlaşılıyor. Bildiğimiz kadarıyla “Valaneia” adıyla bilinen ilk hamamlar Amathus ile Kition’da saptanmıştı. Bu hamamlar daha ziyade ‘cimnasium’ ile arenalarda çalışan genç atletler ile çalıştırıcılarının yıkanma yerleriydi. Klasik dönemde ilk kez halk hamamları da devreye girdi. Bu hamamlarda soyunma ile giyinme odaları, buhar odaları, masaj odası ve soğuk ile sıcak suların bulunduğu havuzlar vardı. Roma döneminde halk hamamlarının sayılarında bir artış görüldüğünden, bu dönemde hamamlara ayrı bir önem verildiği anlaşılıyor. Roma hamamları genellikle Frigidarium (elbiselerin değiştirildiği oda), Tepidarium (Ilıklık) ve Caldarium (Sıcaklık) odalarını içermekteydi. Bu döneme ait halk hamamları ise Salamis, Amathus, Curium, Peyia ve Baf’ta gerçekleştirilen arkeolojik kazılarla açığa çıkmışlardı. Türk hamamları ise Roma ile Bizans dönemine ait proto tiplerin bir tekrarı olmakla birlikte, gerek teknik özellikleri, gerekse süslemeleri itibarıyla Osmanlı geleneğini yansıtır niteliktedir. Bu tür hamam yapıları bezemesiz olmakla birlikte, odaları işlevsel olması bakımından önemlidir.
Baf hamamı sergilemelerinde dikkat çeken bir başka husus ise, Kıbrıs’taki Osmanlı-Türk hamamlarının tanıtılmasına da yer verilmiş olması. Tanıtılan hamamlar arasında Lefkoşa’daki Büyük Hamam, Korkut Hamamı, Ömerge Hamamı, Tandi’nin Hamam, Emir Hamamı, Haci Yorgacis Evi’nin hamamı, Mağusa’daki Cafer Paşa Hamamı, Keltikli Hamam, Kızıl Hamam, Limasol’daki Hamam-ı Cedid ve Baf’taki Mehmet Bey Ebubekir Hamamı ile Hasan Ağa Tekkesi Hamamı yer alıyor.
AÇIK HAVA SERGİLEMESİ
Hamamın bahçe avlusundaki kuzeydoğu duvarına yapılan ve üzeri koruyucu bir gölgelikle kapatılan hamama giriş yolu üzerinde “Baf’ın yüzü”(‘Face of Paphos’) adı verilen bir sergileme yer alıyor. Burada Baf kazasındaki en önemli antik kalıntılar büyük boy fotoğraf ve yazılarla tanıtılıyor. Kronolojik sıra izlenerek sergilenen fotoğraflar arasında Kalkolitik döneme ait kadın figürinleri, Akalar’ın Geç Tunç Devrinde Baf’a gelişleri, Maa Palekastro antik yerleşim yeri, Afrodit’in doğum yeri olarak bilinen ‘Gavur Taşı’, Kukla Afrodit tapınağı ve eski Baf’ta bulunan heykeller yer alıyor. Sergilemede yer alan bir başka fotoğraf ise, Kıbrıslı Rum ressam Telemachos Kanthos’un çizdiği “Kadınlar Pazarı” tablosundaki değişik giysiler içindeki kadınların Baf hamamının önüne konmuş olması. Bu ise sergilemeye ayrı bir anlam ve görsellik kazandırıyor…
SON SÖZ
Özetle söyleyecek olursak, yıllarca terk edilmiş durumlarıyla yok olma sürecine giren doğal ve kültürel mirasın restore edilmesi ve restore edildikten sonra da uygun işlevler verilerek korunmalarının sağlanması en içten beklentimiz. Bizim görevimiz ise, herhangi bir ayırım gözetmeksizin bunları koruyan kişi, kurum ve kuruluşlara destek olmamız. Şu da var ki, dünya insanlığının ortak değeri olan doğal ve kültürel mirası korumak ‘özde’ olmalıdır, ‘sözde’ değil. Bunu geçmişte ‘basiretsiz’ yöneticilere hatırlatmıştık, şimdilerde ise ‘fuzuli işlerle iştigal’ eden haleflerine hatırlatmamızın gerektiği anlaşılıyor. Ve Baf Sancak Beyi Mehmet Bey Ebubekir Hamamı’nı restore ederek dünya insanlığına kazandıran ilgilileri kutlamanın bir kadirşinaslık olduğunu belirterek bu günkü makalemizi de bu şekilde sonlandırmış olalım…