Lefkoşa’da ara bölgedeki Dayanışma Evi’ndeki konferans odası dolup taşıyor – “Tarihi hatırlamak – Almanya örneği” başlıklı seminerimize katılanlara sandalyeler yetmiyor, bir koşu salonun sonuna, yanlarına ve ön taraflarına sandalyeler diziyoruz...
İki konuşmacımız var: Bunlardan birisi Osthofen’deki eski toplama kampının – şimdilerde anı ve dokümantasyon merkezine dönüştürülmüştür – yöneticisi Uwe Bader. Almanya’nın Rhineland-Palatinate bölgesinde Federal Alman Siyasi Eğitim için Devlet Merkez Otoritesi adına “Anılarla Çalışma”yı yürütüyor. Bunu yalnızca Osthofen eski toplama kampında değil, aynı zamanda Hinzert eski toplama kampında da yürütüyor.
Öteki konuşmacımız Yeniden Yakınlaşma Hareketi / Barışa Hizmet örgütünden Magdalena Scharf... Magdalena genç bir Alman kadın, babasının işi gereği Brezilya’da dünyaya gelmiş ve babasının çeşitli ülkelere tayini çıktıkça, o da ailesiyle dünyayı dolaşmış.
16 Mart 2013 Cumartesi sabahı Uwe ve Magdalena’yı “Tarihi hatırlamak-Almanya örneği” konulu seminerde dinlemek üzere burada toplanıyoruz...
Uwe Bader’le Osthofen eski toplama kampında “Kıbrıs’ta kayıplar”la ilgili bir etkinlik düzenlemek üzere Osthofen’e gittiğimiz zaman tanışmıştık. 2009 yılıydı. Alman-Kıbrıs Forumu’nun bir üyesiydi ve forumun onuncu yıldönümü toplantılarına ev sahipliği yapıyordu. Osthofen eski toplama kampında bir bütün gün boyunca yalnızca Kıbrıs’ı konuşacaktık.
Hulusi Halit Berlin’den gelmişti Osthofen’e, sevgili eşiyle birlikte, “kayıplar”la ilgili tablolarını da getirmişti. Hulusi Halit, aslen Baflı bir ressam ve 1974’ten bu yana Almanya’da yaşıyor. “İncisini kaybeden istiridyeler” başlıklı kitabımı okuduğunda “kayıplar”la ilgili gerçek yaşam öykülerinden o kadar etkilenmişti ki bir dizi resim yapmıştı. Osthofen eski toplama kampında onun “kayıplar”la ilgili resim sergisini de açacaktık.
Osthofen’e sevgili arkadaşım Kitrealı (Değirmenlik) Maria Yeorgiadu, Palekitreli Petros Suppuris ve Muratağalı Hüseyin Rüstem Akansoy’la birlikte gitmiştik – birlikte “kayıplar”la ilgili çalışmalarımızı sunacak ve İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam ve Savaş Kurbanları Girişimi’ni anlatacaktık.
Osthofen eski toplama kampında bulunmak tüylerimizi diken diken ediyordu, ürperiyorduk... Kamp olduğu gibi korunmuştu, pek az şey değişmişti bu kampta – burasını bir anı merkezine, dökümantasyon merkezine dönüştürmüşlerdi. Üst katta fotoğraflara bakabilir, bu kampta yaşanmış olanlarla ilgili yazılar okuyabilir, filmler seyredebilirdiniz.
Sanatçılar buraya davet edilmiş ve bu kampta yarattıkları eserler daimi olarak kampta sergileniyordu. Osthofen, Almanya’da kurulan ilk toplama kamplarından birisiydi – yakınlardaki Hinzert, daha “enternasyonal” bir kamptı çünkü bu kampta farklı ülkelerden esirler vardı – hala Hinzert’ten “kayıplar” bulunuyor, aradan bunca yıl geçmiş olmasına karşın...
Osthofen eski toplama kampı sizi zamanda bir yolculuğa çıkarıyor ve Naziler döneminde Almanya’da yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hissettiriyordu. Buraya gruplar halinde öğrenciler getiriliyor ve bu federal eğitim sisteminin bir parçası halinde, öğrencilere geçmişte neler olduğu, neler yaşandığı anlatılıyordu. Çocuklara ve gençlere, yaş gruplarına göre ve anlayabilecekleri şekilde geçmişte yaşananlar aktarılıyordu.
Burada yapılan çalışmaları çok etkileyici bulmuştum, Uwe Bader’i Kıbrıs’a davet ederek özellikle öğretmenlere Almanya’da geçmişle nasıl yüzleştiklerini anlatmasını kafama koymuştum... Bunu başarabilmemiz tam dört yılımızı aldı ve Friedrich Ebert Vakfı Kıbrıs Şubesi, Kıbrıs’taki Goethe Enstitüsü, Tarihsel Araştırma ve Diyalog Derneği’nin yardımlarıyla bunu başardık.
Seminere özellikle Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum Öğretmenler Platformu Birleşik Kıbrıs’tan öğretmenlerin yanısıra, akademisyenler, gençler, aktivistler ve “kayıp” yakınları katıldı.
Uwe Bader, Osthofen ve Hinzert eski toplama kamplarında neler yaşandığına ilişkin bir film gösterirken, Magdalena Scharf da kendi örgütünün 1958 yılından bu yana neler yaptığını anlattı.
Magdalena Scharf, "Yeniden Yakınlaşma Hareketi / Barışa Hizmet" örgütünün Bölgesel İsbirliği uzmanı olarak örgütün 1958 yılında kuruluşundan başlayarak Almanya’nın Nazi suçlarındaki sorumluluğunu nasıl kabul etmeye başladığını anlattı.
Yeniden yakınlaşma için atılması gereken ilk adımın, suçları işleyenler ve onlardan sonra gelen kuşaklar tarafından yapılması gerektiğine inanan Yeniden Yakınlaşma Hareketi kurucuları bir barış adımı olarak, “Bizim yüzümüzden acı çeken öteki uluslar, umarız kendi ülkelerinde kendi ellerimizle iyi birşeyler yapmamıza izin verirler” demişlerdi.
Yeniden Yakınlaşma Hareketi/Barış Hizmetleri tüm Almanya’yı içine alacak biçimde kurulmuştu ancak Almanya’nın bölünmesi, ortak çabaları etkiledi: Demokratik Alman Cumhuriyeti ile Batı Almanya’da Yeniden Yakınlaşma Hareketi, farklı biçimlerde gelişti. Doğu Avrupa’da kısa vadeli gönüllü hizmetler verilirken, Batı Almanya’da, İsrail ve ABD’de uzun vadeli gönüllü hizmetler sunuldu.
Almanya’nın birleşmesiyle birlikte – ki bu kimi zaman acılı bir süreç olmuştur – Doğu’yla Batı’da örgütün, örgüt personelinin, üyelerin ve gönüllülerin yeniden birleştirilmesi süreci yaşandı. Örgüt “Yeniden Yakınlaşma Hareketi/Barış Hizmetleri” adı altında 1991’den bu yana gönüllü hizmetlerini daha da geliştirmek için birlikte çalışıyor.
Örgüt kültürler arasında pratik ve eşitlik temelinde diyalogla, geçmişin getirdiği sonuçları, günümüzde kişiler arası ve uluslararası ilişkilere uyarlamaya çalışıyor. Örgüt çalışmalarını, insanların ortak pratik deneyimler aracılığıyla kendilerini ve başkalarını tanıyıp daha iyi anlayacakları, bu süreçte değişebilecekleri ve tüm bunlar aracılığıyla yeni birşeyler yaratabilecekleri inancına dayandırıyor.
Magdalena konuşurken yapmakta olduklarından çok etkilendim: Genç Alman gönüllüler buluyorlar, Almanya’nın Naziler döneminde İkinci Dünya Savaşı esnasında işgal etmiş olduğu ülkelere bu gençleri gönderiyorlar. Gençler, bir yıl boyunca bu ülkelerden birisinde bir yaşlılar evinde veya bir hastanede gönüllü olarak çalışıyor. Bu, kendi ülkenizden başkalarının işlemiş olduğu insanlık suçları hakkında bir tür sorumluluk üstlenerek, onların yaptıklarının tersine, bir tür “özür diler” gibi, acı çekmiş olan o ülkelerde iyi şeyler yapmaya çalışmaktır. Alman gençler, bir zamanlar Almanya’dan Nazilerin acı çektirmiş olduğu bu ülkelerde, o ülkenin insanlarıyla iyi ilişkiler kuruyorlar ve onlara gönüllü olarak yardımcı olmaya çalışıyorlar, yaşanmış olan acıları bizzat yerinde öğreniyorlar, kendilerinin işlenmiş olan bu suçlarla hiç ilişkileri olmamış olduğu için taze birer başlangıç gibi yepyeni ilişkiler kurabiliyorlar, karşılıklı anlayışı böyle geliştiriyorlar. Ve tüm bunlar 1958 yılından bu yana sistematik biçimde yapılıyor...
Magdalena konuşurken düşünmeye başlıyorum: Bizler de bir altyapı oluştursak ve gençlerimizi özellikle göçmen bölgelerine göndersek, gerek 1963’te, gerekse 1974’te sevdiklerini ve herşeylerini kaybetmiş olanlarla görüşseler, oturup onları dinleseler... Kıbrıs’ta öyle bir altyapı oluştursak ki gençler yaşlılar evlerini, hastaneleri ziyaret etseler, göçmenlerin yoğun biçimde yaşadığı yerlere gitseler ve insanların kendi ağızlarından neler yaşamış olduklarını dinleseler, onlarla dostluk ilişkileri kursalar...
Kıbrıslılar’ın böylesi bir altyapıya ihtiyaçları olmadığını çünkü birbirlerinden “nefret” etmediklerini söyleyenler çıkabilir ancak benim gözlemim yurdumuzda yeniden yakınlaşma, tarihimizle yüzleşme, gençlerimize geçmişte neler olduğunu objektif biçimde öğretme konusunda altyapıların bulunmadığıdır.
Tüm bunları çocuklarımızın sağlıklı bir geleceğe sahip olabilmesi için düşünmeliyiz ve barışın altyapılarını yeryüzünde yaşanmış başka örneklere de bakarak kurmaya çalışmalıyız...