Kıbrıslı Türklerin tarihsel yükümlülüğü olarak kayda geçen haysiyet mücadelesinin yeni bir aşamasına gelmiş bulunuyoruz.
Tarih boyunca toplumsal varlığını koruma ve geliştirme mücadelesi vererek ayakta durmaya çalışan, her türlü yok sayılmayı toplumsal bir karşı duruşa dönüştüren halkımızın bu saygın tavrını, tarihsel anlamda yurtsever bir varoluş refleksi olarak değerlendirmek mümkündür.
Tarihe toplumsal gerilim olarak geçecek olan 22 Ocak 2018, Pazartesi günü yaşadıklarımız bunun en önemli göstergesi.
Türkiye hükümeti, Kıbrıslı Türklerin kendi demokratik düzenlerine açık bir şekilde müdahale etmiş, kendilerinin rahatsız olduğu çeşitli düşünceleri, kendi yörüngelerindeki yerel örgüt ve unsurları aracılığıyla şiddet varan yöntemlerle cezalandırma yoluna gitmeye çalışmıştır.
Demokratik temsiliyetin sembolize edildiği Meclis’in üzerinde yapılan gösterilerle, toplumsal irade yerle bir edilmek istenmiştir. Tıpkı 15 Temmuz tarihinde bombalanan, Türkiye demokrasisinin tarihsel sembolü TBMM gibi. Ellerinde taş, sopa veya bayrak yerine silah-uçak-tank olsa, bu gözü dönmüş güruhun KKTC Meclisi ve milletvekillerine yönelik çok şey yapabileceğinden en küçük bir kuşku duymuyorum…
“Paralel yapı” denilen unsur her ülkede farklı mı işler, yoksa ne iş yaptığına göre önemi ve değeri değişir mi?
Türk bayrakları ile gerek Afrika gazetesi önünde gerek Meclis önü ve içinde atılan sloganlar ve verilen mesajlar, Kıbrıslı Türk toplumunun toplumsal iradesini yani varlığını “ezmeye” yönelmiş, Kıbrıs Türk toplumunun bütününü rencide etmiştir.
* * *
7 Ocak seçimlerinden sonra kimi Türkiyeli bürokratların, güdümlü basının ve UBP çevrelerinin büyük bir inatla talep ettikleri UBP merkezli bir koalisyon hükümetinin kurulmamış olmasını, yaşananların temel kaynağı olarak değerlendirmek mümkün müdür? “Eğer bu koalisyona kapı açılmış olsa idi”, belki de bahse konu “düşünce”ler çok da dikkate alınmazdı. Çünkü beş yıl önce gerçekleşen “yemin” olayı sırası ve sonrasında bile bu denli büyük “tantana” çıkarılmamıştı ! Dolayısıyla yaşanan büyük provokasyonun amacı, çeşitli kişiler ve yayınlar gerekçe gösterilmesine rağmen, hükümet meselesinden başka bir şey değildir.
Toplumun verdiği yüzde 60’ının oyu ile bir demokratik model geliştirilmesine itiraz ediliyor.
* * *
Çeşitli siyasi unsurlar, sözde olası gerilimi azaltmak adına, bazı konularda eleştirinin yasaklanmasını talep ederek aslında ifade özgürlüğüne sınırlama getirmek, demokrasiyi daraltmak istemektedirler. Türkiye’nin eleştirilmemesi, 20 Temmuz’un tartışılmaması gibi… Bunu gerekçelendirirken de, kendi ideolojik duruşlarını, Kıbrıs Türk toplumunun önemli bir kesimi olan TC kökenli vatandaşlarımız üzerinden şekillendirmeye çalışarak tehlikeli bir oyuna girişiyorlar. Adada vatandaş olan TC kökenlileri homojen bir kesim olarak öne sürüp, bu kesimi siyaseten enstrümentalize eden bu kesimlerin bahse konu tehlikeli girişimi, ciddi bir bölünme yaratma potansiyeli taşır mı? Bu yönde bir gösterge yok, sanmıyorum. Ancak huzursuzluk yaratarak toplumsal gündem olma ihtimalleri var.
* * *
Güvenlik güçlerinin “seyrettiği” bu olay ardından geçen dört gün boyunca ciddi hiçbir soruşturma açılmaması kabul edilebilecek bir konu değil. Anında faillerin saptanıp, soruşturma açılması gerekirdi. Eğer yapılmış olsaydı, toplumsal tansiyon ciddi anlamda düşer, kamu otoritesi sağlanmış olurdu.
Demokrasinin, sivilleşme olmadan düşünülmesi mümkün değil.
* * *
Kıbrıslı Türklerin toplumsal varoluş ve kendi kendini yönetme mücadelesi en zor koşullarda dahi sürdü, sürecek.
Biz çağdaş toplumsal duruşumuzu her düzeyde herkese karşı koruyacağız. Kimseye ne biat ederiz ne de halkımızı ezdiririz. Türkiye halklarına olan saygımız ve sevgimiz baki olmak kaydıyla…
* * *
Bunun böyle bilinmesinin TC -KKTC ilişkilerinde gerekli-gereksiz siyasi kasılma ve refleksleri engellemede etkili olacağı aşikardır.