Taş Düşse de, Tepeye Yeniden Tırmanmak!

Dilek Karaaziz Şener

 

Söze sözle başlamak için, öncelikle, Odysseus’tan kısa bir alıntı yapalım:
Sisyhhos’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken;
Yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı,
Habire itiyordu onu bir tepeye doğru,
İşte kaya tepeye vardı, varacak, işte tamam,
Ama tepeye varmasına tam bir parmak kala,
Bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri,
Aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya,
O da yeniden itiyordu kayayı tekmil kaslarını gere gere,
Kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden,
O da habire itiyordu kayayı, kan ter içinde.
Sisyphos’la ilk karşılaşmam Homeros’un Odysseus’unu okurken olmuştu. Sonrasında Albert Camus’nun II. Dünya Savaşı’nın tam ortasında yayınladığı “Sisifos Söyleni/Le Mythe de Sisyhe” ile bir kez daha karşılaştık. Camus, Sisyphos’u anlamsızlığın (absurde) bir simgesi diye tanımlar.
Yaptığı iş anlamsız ve yararsız olabilir, ama bu işi sonsuzluğa dek görmekle yükümlüdür.
“Yaptığınız işi sonsuzluğa dek görme yükümlülüğü.” Böylesi bir sözün ağırlığının aklına düşmesiyle insan dili “her şey çok saçma!” sözünü kolaylıkla söyler. Klişe ve ezberlerin “ben söyleyeyim, sen dinle ve uygula!” söylemlerinin gizlendiği hitabetlerin karşılığında huzur (?) içinde yaşamanın mümkünlüğü varken, böylesi korkunç bir zorlukla yaşamayı kim tercih eder?!
Aslında her bir çaba ve işkence “umut şiirleri” fısıldar duvar çatlaklarına… Yaşam senfonileri siner, kaygan kayaların yosun tutmuş yüzeylerine… Dokundukça aşınır, kayganlıklar ve kavradıkça zorluğu, bir şekilde tutamaç bulur insan, yaşamın deliklerine…
***
Bu son yaşadıklarımızın ve sürecin üzerine söylenecek o kadar çok söz var ki!
Sözlerle öfkeler, bıçak sırtı yürüyüşte… Ayaklar kanıyor, parmaklar çiziklerle derinleşen yaralara karşı tutmaz hale geliyor. Yine de biliyor ki insan, yürünen bu yoldan öyle kolay kolay dönmek mümkün değildir.
Yürürken dengeli basmak gerek. Eğer bir taraf ağır gelse, düşüşle birlikte karmaşanın kuytularına vura vura dibe ulaşırsın.
Dengesizlik halleri, sorunları tırmandırmaktan ve gözleri kör etmekten başka bir işe yaramıyor.
Bazen kaçmak, saklanmak ve ortaya çıkmadan tozun dumanın dinmesini, yeniden ılık yağmurların yağarak, kirleri yıkamasını, akıtmasını ve şehrin, daha doğrusu dünyanın çirkef tutmuş derin kanalizasyon çukurlarına gömmesini beklemek geçiyor içimden. Öylesine ruhsal dünyanızı zorluyor ki olaylar ve insanlar, neye nasıl çare bulacağınızı ve bununla birlikte düşünce diyarlarınızın kirlenmesini önlemek,  öte yandan da hırslara yenilip, aykırı söylemelerin öfke nöbetlerine kapılıp gitmemeye, kaybolmamaya çaba harcıyorsunuz.
İnsan haklıyken haksız duruma düşerse, işte o an kaybedebilir, yokuşla olan cebelleşmelerini... Dikliklere gizlenen korkular, çıkıverir aydınlıklarımıza ve gri bir bulutu salar üzerinize gölgeler halinde. Kaçmak, saklanmak belki bir çözüm yolu... Susmak da öyle gelir bana çoğu zamanlar, ama önemli olan kayayı sessizce sırtlayıp, yokuştan yukarı tırmanabilmek cesaretine nail olmaktır. Kim başarabilir ki bunca yükün altında tepelere karşı onca sorun yumağında ağırlaşan omuzlarla, acı içinde çıkmayı?!
***
Albert Camus\'nün Sisyphos’u ölümlülerin en bilgesidir. Gün gelir bilgeliği Tanrıları kızdırır. Cezalandırılması gerekir. Bir kayayı dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılır.
Dağın tepesine varınca cezası bitecek midir? Tepe bir hedeftir ve fakat asıl olan hedefin düşürülmesinin tek amaç olmadığının gösterilmesidir. Bir ceza, bir ceza daha ve niceleriyle her defasında sırtında kayayla yola koyulur bilge… Ceza cezayı çeker ve bilgenin hedefi yeni hedeflerle yeni baştan başlar. Taş yuvarlanır ve yeniden tepeye taşınır.
Bu bir kısırdöngüdür!
Yine de umutsuzluk ve vazgeçişlere yer yoktur.
Sisyphos umutsuz kahramandır, ama insan kahramandır; çünkü bilinçlidir.
İnsan, kendi gerçeklerinin pençesindedir.
Bu haftalık da benden bu kadar!