Masanın üzerindeki eşyalar sallanıyor. Evin kolonlarından, duvarlara bitişik kitap raflarından tok bir ses yayılıyor. Başım dönüyor sanıyorum. Dönmüyor. Avizeye bakıyorum, sallanmaya devam ediyor. Deprem oldu sanıyorum. Deprem olmuyor…
Önce bir patlama sesi, ardından sesi takip eden bir sallanma dalgası. Yine taş ocağında patlama var!
Abartısız her hafta, belli günlerde, Diken-Boğaz bölgesinde küçük çaplı depremleri andıran sallantılar yaşıyoruz. Evlerimizde kendimizi güvende hissetmiyoruz. Bir yandan hızla yok olan dağ için üzülürken, diğer yandan oturmakta olduğum evin güvenliği için kaygılanıyorum. Bunun tek nedeni var: taş ocağı!
***
Dikmen-Boğaz bölgesinde Arpalıklı şirketine ait taş ocağının yakınında, bir apartman dairesinde kalıyoruz.
Taşındığımız günlerde ilk kez taş ocağından kaynak sallantıyı hissettiğimde, deprem olduğunu sanmıştım. Pencereden, dağın eteğinden yükselen tozu gördüğümde sallantının nedeninin deprem değil, taş ocağı olduğunu fark etmiştim. Daha sonra gerçekten deprem olduğunda ise taş ocağında patlama yaptıklarını sanıp umursamamıştım. Umursamama mı? Evet, birçok kötülüğün kendisine alan bulduğu ve genişlediği ortam aslında bir çeşit umursamama ve normalleştirme bağlamı. Aynısı taş ocakları sorunu için de geçerli. Normalleştirdiğimiz ve umursamadığımız sürece, her türlü kötülük ve yıkım kendisine bir alan buluyor, yol alıyor ve hayatlarımızı sarmalıyor.
***
Arpalıklı şirketinin taş ocağı, küçük bir dağ parçasının içinde bulunmakta. Bu parça neredeyse yok olmuş durumda. Uzun bir süre yoldan geçenlerin görmemesi için dağın yola bakan kısmına hiç dokunmadılar. Bu hasarsız yerin perdeleme işlevi görmesini sağladılar. Böylece siz yoldan geçerken her hangi bir yıkım veya yok oluşla yüzleşmiyorsunuz, dehşete düşmüyorsunuz.
(Taş ocağında yapılan perdeleme işlemi aslında hayatın her alanında çeşitli ideolojik aygıtlarla yapılıyor.)
Dağ parçası o kadar bir içten içe oyuldu ki perde de pek bir işlev görmüyor artık. Taş ocağı bir canavar gibi küçük bir dağ parçasını tüketip bitiriyor. Peki ya bu bitince ne olacak? Daha büyük dağ kütlesine mi geçilecek? Muhtemelen. Taş ocakları bugün ülkemizde inşaat sektörü ile el ele ekolojik yıkımın motor güçlerinden birini oluşturuyor. Ne için? Belli başlı inşaat şirketleri ve müteahhitler zenginliklerine zenginlik katsın diye. Kentlerin sınırsız ve betonarme bir şekilde büyümesi, sınırlı olan ekolojik alanların, dağların küçülmesi, yok olması pahasına gerçekleşiyor.
***
Ekolojik yıkımın yanında, taş ocakları yaşam alanlarını da tahrip etmekte. Bunu sadece insanların yaşam alanı olarak okumayın. Evet evler sallanıyor, bazı yerleşim yerlerinde duvarlarda çatlaklar oluşuyor, bölgede yaşayan insanların çoğu kendisini güvende hissetmiyor.
Hazır güvenlik demişken, haftanın belli günleri taş ocaklarından kaynaklı deprem kıvamında sallantılara maruz kalınması bir güvenlik sorunu değil midir?
Fakat yine de meseleye insan merkezci bir noktadan bakamayız. Bölgedeki bitki ve kuş çeşitliliği taş ocaklarından dolayı zarar görüyor, yer altı suları tuzlanıyor, dar bir dağ yolundan kocaman kocaman kamyonlar sabahın ilk saatlerinden akşama kadar sefer yapıyor, trafik güvenliğine de yollara da, çevreye de zarar veriyor. Yani taş ocakları aynı zamanda -yaşamın farklı alanlarını tehdit eden- bir güvenlik sorunu olarak da karşımızda duruyor.
***
Yıllardır Kıbrıs’ın kuzeyinde taş ocaklarından kaynaklı çok yönlü bir tahribat var. Ekolojik tahribat, yaşam alanlarının tahribatı ve buna ek olarak taş ocaklarında çalışan sendikasız - güvencesi işçilerin durumu göze alınacak olursa emeğin tahribatı.
Yaşadığım bölgede hiçbir kurumsal mekanizma bu yöndeki tahribatlar bütününü azaltmaya veya önlemeye dair ciddi bir adım atmadı. Dikmen Belediyesi gözlerinin önünde gerçekleşen tahribatlara ve yurttaşlarının huzursuzluğuna dair hiçbir şey yapmadı. Fakat her yıl emlak vergisini zamlı bir şekilde faturalara yansıtmaktan da çekinmedi. İnsanların konutlarında kendilerini güvende hissetmiyorlarsa neden emlak vergisi ödesinler?
Çevre Dairesi tüm taş ocaklarında olduğu gibi konuyla ilgilenmek şöyle dursun, taş ocaklarının kendi sorumluluk alanlarında olmadığını, konuyla Jeoloji Maden Dairesi’nin ilgilendiğini söyleyip sorumluluktan kaçtı.
Yaklaşık 6 aydır Jeoloji Maden Dairesi’ndeki yetkililerle haftanın belli günlerinde telefon konuşması yapıyorum. Her sallanma olduğunda elim direk telefona gidiyor. Hakkını vermek lazım, gerek daire müdürü gerekse de sorumlu kişi yetkileri doğrultusunda Arpalıklı taş ocağındaki patlamaların şiddetini azaltmak için uğraştı, şirket kaç kez uyarıldı. Fakat günün sonunda bu da bir fayda etmedi. Sadece bu hafta içerisinde, bir günde (Salı günü) toplam 4 kez sallandık.
Bu durum acaba herhangi bir yetkiliyi kaygılandırıyor mu? Sorumluluk hissetmiyorlar mı?
Jeoloji Maden dairesi yetkililerine çabalarından ve iyi niyetlerinden dolayı buradan teşekkür etmek istiyorum. Fakat taş ocaklarının yarattığı tahribatın ve bir sorun olarak varlıklarının önüne geçilememesi, yaratılan her yıkımdan konuyla ilgili kurumların ve siyasilerin sorumlu olması anlamına gelmektedir. Tam da bu noktadan şu soruyu sormamız gerekmekte: Kurumlar ve siyasiler, yurttaşlarının sorunlarına, kaygılarına, güvenlikle ilgili endişelerine cevap veremezse ne olur? Daha net soracak olursak, bölgede taş ocağındaki patlamalardan kaynaklı herhangi bir ev yıkılırsa bunun sorumluluğunu kim üstlenecek? Veya gerçekten bir sorumluluk almak için illa bir evin yıkılması mı gerekmektedir? Sadece bu süreçte, bölgede yaşayan insanların devletin kurumları tarafından nasıl umursanmadığına, buna karşın taş ocağının çıkarlarına dokunulmadığına şahit oldum. Bu sadece yaşadığım bölge için değil, ada yarısının her yerindeki benzer pratikler için de geçerli.
Yöneticilerin/iktidarların insana değer vermemeleri ile doğaya değer vermemeleri arasında bir kesişim noktası, bir ortaklık vardır. Çünkü doğa da, insan da sömürülecek, sermaye ve devlet çıkarları için üzerinde tahakküm kurulacak, yaşamı ancak iktidar mekanizmalarına bağlı olduğu sürece bir yeniden üretim değeri olarak işlenecek, işlevsiz hale geldiğinde ise atıl halde bir başına bırakılacak potansiyel ‘kaynaklardır.’ İşte ekoloji ve özgürleşme mücadelesinin de ortaklaşması gereken nokta tam burada yatmakta. İnsan da doğa da bir kaynak değildir; doğa doğa oluşundan, insan da insan oluşundan içkin bir yaşam değerine sahiptir.
Taş ocaklarından kurtulmalıyız
En güncel verilere göre Kıbrıs’ın kuzeyinde 17 aktif taş ocağı bulunuyor. Doğanın insan ihtiyaçları için sömürülecek bir kaynak olarak algılanmasına karşıyım. Fakat bir an için bile böyle düşünürsek, sınırlı doğal kaynakların, sınırsız bir büyüme arzusu karşısında hızla tükendiğini, bu kaynakların artık büyüme arzusuna cevap veremez duruma yaklaştığını kabul etmeliyiz. Burada sorun kaynakların sınırlı olması değil, sorun daha sınırsız büyüme, daha fazla inşaat, daha fazla zenginlik sorunudur. Yani tam anlamıyla büyüme ve büyümenin iyi bir şey olduğuna dair hakim kapitalist anlayıştır.
***
Hem yaşamın bütünlüğünün hem de özel olarak ekolojinin korunması için planlı bir küçülme stratejisine, serbest piyasa mantığından kurtulup kamusal ve ekolojik bir akıl ile hayatın yeniden örgütlenmesine ihtiyaç var. Taş ocakları kademeli olarak kapatılmalı, gerçekten ihtiyaç doğrultusunda işletilmesi gerekenler ise kamusal-kooperatif tarzı örgütlenmeler ile işletilmelidir.
Bugün 17 adet taş ocağının gözü dönmüş bir grup müteahhittin çıkarları doğrultusunda hazırlanan imar planlarına ve yaratılan suni inşaat taleplerine cevap vermesi için varlığını sürdürdüğünü fark etmeliyiz. Bu ada yarısında taş ocaklarına ihtiyacı en aza indirecek şekilde bir barınma politikası, inşaat stratejisi yapılabilir. Fakat bunu kimse istemiyor. Çünkü hakim akıl, daha fazla büyüme ve daha fazla kar elde etme üzerine kurulu. Öncelikle bu hakim, yıkıcı akıldan kurtulup kamusal, ekolojik ve dayanışmacı bir akıl ile politikalar üretmeye, eyleme geçemeye ihtiyacımız var. Çok net, taş ocaklarından da kurtulmalıyız.
NOT: Görüntüler Google Earth, 19.07.2021 tarihinde kaydedildi.
Dikmen-Boğaz bölgesindeki taş ocağının farklı açılardan uydu görüntüleri. Küçük bir dağ parçası neredeyse yok olmuş durumda. Bölgedeki patlamalar evlerden hissedilen ciddi sallantılara, ses kirliliğine ve büyük bir toz-toprak bulutunun oluşmasına, çevre kirliliğine neden oluyor. Ayrıca Arpalıklı şirketine ait büyük inşaat kamyonları bölgede trafik güvenliği açısından tehdit oluşturuyor.