Zamanın birinde Nasreddin Hoca bir köye gitmiş. Tam köye girerken bütün köpekler birleşip başlamışlar havlamaya. Hoca şaşkın, korku içinde… Bakmış köylüler köpeklerine sahip çıkmıyor. Çaresiz, “iş başa düştü” deyip yerden bir taş alıp köpeklere atmak istemiş. Eğilmiş yere ama taşı yerinden kımıldatamamış. Hangi taşa el atsa hiçbiri yerinden kımıldamamış. “Allah Allah” demiş Hoca, “bu ne biçim memleket? Taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar!”…
Bizim hikaye de bundan mütevellit…
Bugünlerde ‘bir yerlerde’ hakkımızda inceden bir yol örülüyor. Kol kola giren kesimlere bakıp anlayın.
...
Çok uzak değil, 2015’te KKTC’de Euro’ya geçiş için Avrupa Komisyonu’nun görevlendirdiği Dünya Bankası uzmanları adaya geldi. Cumhurbaşkanı Akıncı liderler zirvesinde alınan kararla teknik komite kurulmasını kararlaştırdıklarını açıkladı. Kıbrıs Türk tarafının Euro'ya geçiş hazırlıklarının en kısa sürede tamamlanacağını söyledi. Ardından uzmanlar raporu müzakerecimize sundu. Bildiğimiz Türkiye’nin de bir şikayeti olmadığı.
Aradan geçti iki yıl. 2017’de Crans-Montana’da müzakerelerin sonuçsuz kalmasının ardından güneydeki liderlik, Kıbrıslıtürklerin AB ile uyumunu sağlamak için kurulan AB Ad-Hoc komitesinin faaliyetlerinin durdurulmasını istedi. Neden? Süreç sonlandı diye. Birilerinin dediği gibi iki devletli çözüm istedikleri veya B Planı olduğu için değil. (İngiliz Yüksek Komiseri Lille’nin de dün dediği gibi.) Nedeni ağrımıza gitse de açıktı: Türkiye’ye göbekten bağlı kalarak “federasyon ve AB istiyoruz” diyemezsiniz, derseniz de başınızın çaresine bakarsınız.
Bakamadık tabii. Geldik 2018’e. Müzakereler buzdolabında. İçinden çıkılamayan statüko ve kimileri için yarattığı konfor vazgeçilecek gibi değil. Çözüm isteyen, barış isteyen, geleceğe güvenle bakmak isteyenler şimdilerde “Euro’cu-Eoka’cı” ilan ediliyor. Yeni moda aklı tutulması bu. Tabii spor olsun diye değil bu karalamalar. Hepsinin belirli merkezlerden yönetildiği aşikar. Peki nasıl oluyor da bu farklı kesimler kol kola girip tek bir amaçta birleşebiliyor?
Nasıl olduğunu geçen gün geldiğinde TBMM Başkanı Binali Yıldırım söyledi aslında. “Asimetrik bir saldırı” ile karşı karşıya olduklarını belirtti. Allah kurtarsın. Anlamını bilerek mi kullandı bu lafı bilemiyoruz tabii ama nedir bu “Asimetrik Savaş”?
Maruz kaldığımız şeyin ta kendisi!
Bir nevi “Dördüncü Nesil Savaş” taktiği. Yani düşmanı yok etmeyi doğrudan hedeflemeyip onun maneviyatını kırmak için saldırmak. Hasım tarafın hareket ve tepki kabiliyetlerini kısıtlayarak, teknolojik iletişim araçları, bazı sivil toplum örgütleri ve benzeri aktörler aracılığıyla hasmın düşman karşısında çaresiz olduğu psikolojisine kapılıp kararlılığını yitirmesini sağlamak. Bu psikolojik savaş, özellikle medyayı manipüle ederek spekülasyonlarla, politik, ekonomik ve askeri bütün şebekelerin kullanılmasıyla sürdürülüyor. Bakınız: Açılamayan Aplıç - Derinya Kapılarına. Bakınız: Euro’cu-Eoka’cı yaftalamalarına. Bakınız: Biz beceriksizler işimizi yapmadığımız için Türkiye’den para gelmiyor yalanlarına, yaranmalarına!...
Neyse...
Şimdi Kıbrıslıtürklerin (ve hatta Türkiye’nin) önünde yine tarihi bir fırsat duruyor. Liderlerin, Eylül-Ekim’de New York’ta yapılacak BM toplantılarında Kıbrıs adına cesur adımlar atmasını sağlamak. Hemen bugün ilk iş olarak kapıların açılması için öne çıkmak, baskı yapmak. AB Ad-Hoc komitenin yeniden çalışmasını talep etmek. Hakikat komisyonlarının kurulmasını istemek. Ve daha yapmamız gereken onca şey...
Bir avuç Kıbrıslıtürk mü yapacak bunu? Evet yapacak! Yapmalı! Yapmıştı! Üstelik ‘müttefiki’ Amerika tarafından köşeye sıkıştırılan Türkiye için de bu tarihi bir fırsat olacak. AB ile yeniden yakınlaşan bir Türkiye önce ülke halkları sonra da tüm dünya için hayırlı olacak. Bunu görmemek büyük aymazlık ya da kötü niyetlilik olur.