Bu cümle her şeyi özetliyor. Cumhurbaşkanı Tatar ve başbakan Sucuoğlu bir ilke imza atarak KKTC siyasi tarihine altın harflerle geçecek “şartlı istifa” ve “bakanı görevden almak yerine hükümetin istifasını kabul etme” gibi bir rezilliği bu halka yaşattılar.
Başbakan Sucuoğlu, Cumhurbaşkanı Tatar ile görüşmesinden ve kendisine hükümetin istifasını kabul ettiğini bildirmesinden sonra MYK toplantısının ardından yaptığı açıklamada “Sayın Cumhurbaşkanı, Atun’u görevden alabilseydi bugün hemen başka bir arkadaşımızı atayıp sıkıntıları çözecektik, planlanan indirimlerle de ilgilenecektik” dedi.
Burada başbakanın kullandığı kelime çok önemli. Atun’u görevden “alsaydı” değil “alabilseydi”.
Başbakan’ın söylemeye çalıştığı çok açık. “Cumhurbaşkanı Tatar, Maliye Bakanı Sunat Atun’u görevden almak istedi, ama iyi saatte olsunlar buna izin vermedi. İyi saatte olsunların sözünden dışarı çıkmaya cesaret edemeyen cumhurbaşkanı da Atun’u görevden alamayınca hükümetin şartlı istifasını kabul etti”.
Önceki gün akşam saatlerinde yaşadığımız gelişmeler özetledim. Şimdi işin aslına bakmakta fayda var.
KKTC sözde bağımsız bir devlettir. Gerçekte ise Türkiye Cumhuriyeti’nin bir alt yönetimidir.
KKTC kurulduğu 15 Temmuz 1983 tarihinden bu yana böyledir. Ama uzun yıllar göstermelik da olsa Ankara KKTC’nin iç konularına fazla karışmamaya özen gösterirdi.
Bu tablo son yıllarda bozuldu. Bu nedenle son birkaç yıldır TC-KKTC ilişkileri tarihin en kötü dönemini yaşıyor. Özellikle son cumhurbaşkanlığı seçimine Ankara’daki AKP iktidarının elindeki tüm argümanlarla Ersin Tatar’ı seçtirmek için yaptığı aleni müdahale sonrasında işler tamamen değişti.
Artık hem dış, hem de iç konularda KKTC yönetimi doğrudan Ankara’dan gelen talimatlara bağlandı. Önce UBP kurultayı iptal edilerek yeni bir başkan ve başbakan tayin edildi. Sonra o da Ankara’dan öğrendiğimiz kaset skandalı ile gönderildi.
Faiz bey kurultayı kazandıktan sonra önce Ankara’ya biat gezisi düzenledi. Ardından da erken seçimde Ankara’nın desteğini de alarak seçimden birinci parti çıkmayı başardı.
Ama kurduğu hükümetle istikrarı sağlayamadı. Aksine daha ilk günlerde Ankara’dan gelen talimata uygun olarak bakan değiştirmek durumunda kaldı. Ama talimatlar bitmedi.
Sucuoğlu da “bir adım ileri, iki adım geri” atarak züccaciye dükkanına girmiş fil gibi ülkeyi yönetmeye çalıştı.
Her adımında Ankara’dan gelen talimata uygun olarak kıvırdı. Son günlerde elektrik ve içki zamlarının yeniden değerlendirilerek azaltılacağına ilişkin söylenenler ve hala bu zamların azaltılmasına dönük karar alınamaması bunun en somut örneğidir.
Bu ülkenin cumhurbaşkanı koltuğunda Ersin Tatar, hükümette de UBP-DP-YDP koalisyon hükümeti var. Ama ülkeyi bu ekipler yönetmiyor. Ankara’daki AKP hükümetinin cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay ile dışişleri bakanı Mevlut Çavuşoğlu ve buradaki atanmış TC elçiliği bürokratları yönetiyor.
Bakan atamaları, ya da görevden alınmaları bile artık bu kesimlerin iznine bağlanmıştır. Sucuoğlu elini vermiş, kolunu kurtaramıyor.
Bütün bu çıkmazın asıl sorumlusu bu yapıdır. Bu sistem “parayı veren, düdüğü çalar” sistemidir.
Bu ülke insanı kendi kendini yönetmek istiyorsa dilencilikten vazgeçecektir. Yerel kaynakları doğru kullanarak gelir, gider dengesini bunun üzerine kuracak.
Elimizi taşın altına koyacaksak hep beraber bu yeni sistemi kurmak için koyacağız. Yoksa birileri istedi diye ve bu statüko sürsün diye kimse elini taşın altına koymaz.
Bu yapı sürdürülebilir değil.
Bizi bizim seçtiğimiz kişiler değil de başkalarının atadıkları yönetecekse bu yapı sürdürülemez. Dün hükümetlerin ömrü 15 ayı geçmiyor diye eleştiriyor ve istikrarlı hükümet istiyorduk. Artık hükümetler 100 günü bile tamamlayamıyor.
Buraya şimdiden yazıyorum. Yeni kurulacağı söylenen UBP-DP-YDP hükümetinin ömrü de çok uzun olmayacak.
Bu ülkeyi ya biz yöneteceğiz ve özne olmak için gereğini yapacağız. Ya da yok olup gideceğiz. İkisi ortası yoktur.