Mehmet Ali Talat’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemdi…
Rauf Denktaş’ın siyasi anlamda oy potansiyeli belki de çok düşmüş olabilirdi…
Sonuçta artık “sağın cumhurbaşkanı adayı” bir başkasıydı…
Dr. Derviş Eroğlu…
-*-*-
Haaa Rauf Denktaş’a, “cumhurbaşkanlığı” döneminde de, “Fotoğrafçı Rauf dayı” diye yazan, bırakıp gitmesi gerektiğini sık sık vurgulayan, “Senin yüzünden göç ettim Denktaş, gidişin, dönüşüm olacak” sloganının üretilmesinde önemli de katkısı bulunan biriydim (Övünmek gibi olmasın)…
-*-*-
Ve bir gün Lefkoşa’da bir düğündeydim…
Aniden bir hareketlilik olmuştu…
Biri düğün alanına gelmişti ve tebriğe doğru ilerlerken, masalarda oturan herkes ayağa kalkıyordu.
-*-*-
İnsanlar, o kişiye seslensin, “merhaba” desin, elini sıksın diye ciddi çaba harcıyordu.
Ve bu “insanlar”, illa ki taraftarı ya da oy vereni de değildi…
-*-*-
Evet, Rauf Denktaş’tı o kişi…
Ve tek başınaydı…
Gülümsüyordu…
Şakalaşıyordu…
Ve boynunda fotoğraf makinesi vardı…
-*-*-
Gitti, gelini ve damadı kutladı, düğün salonundan ya da meydanından ayrılıncaya kadar, herkes O’nu izledi…
Hatta bir ara alkışladı…
-*-*-
Londra’da, yine övünmek gibi olacak ama çok önemli üç – beş insanla yemekteydik…
Kıbrıslı Türk kökenli iki kişi ve Rum kökenli de iki kişi vardı…
Ve iki de İngiliz.
İngilizlerden biri, herkesin çok yakından bildiği, çok önemli bir insandı ve “bizim meselenin” belki de Dünya’daki “en hakim” karakterlerinin en başındaydı.
-*-*-
Sohbet konusu liderlerden açılmıştı.
O kişi bana “Denktaş bey gerçekten uzlaşılması çok zor, bence federal çözümün önündeki en büyük engel ama en üst seviyede saygı duyulması gereken bir toplum lideri” demişti…
-*-*-
Bir gün bu olay aklıma gelecek ve “hayatı boyunca eleştirdiğim bir insan için” övgü dolu şeyler yazacağım hiç aklıma gelmezdi…
-*-*-
Haa bütün bunlar neden mi aklıma geldi?
Çarşamba akşamı “tanışmalarında payım da bulunan” eski iki iş arkadaşımın düğününde tebrik kuyruğundaydım…
Ansızın sol yanıma baktım, Ersin Tatar, yanında bir koruması ve bir de “gatlı gravatlı adamı” olmak üzere yürüyordu…
-*-*-
“Tebrik kuyruğunu yok sayan bir kaynakçı” görüntüsü vardı…
Dışarıda iki araç ve koruma ordusu bekliyordu.
Yürüdü, sıranın en önüne geçti.
Hiç gülümsemedi.
Gergin olduğu her hareketinden belliydi.
Tebrik etti.
Gelin ve damatla fotoğraf çektirdi.
Geldiği gibi, aynı hızla yürüdü, çıktı.
Çıkış noktasına yakın bir yerde, bir kişi kendisine el salladı.
-*-*-
“Efendim, Denktaş bey ile kıyaslamamak lazım” mı diyorsunuz?
Elbette haklısınız!
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğu gibi, elbette her siyasetçinin de farklı tavrı olabilir.
-*-*-
Benim burada anlatmak istediğim; şu anda toplum liderliğinin geldiği noktadır.
Muhaliflerine tehdit savuran, taraflı olacak tabii ki ama bunu maharet sayan ve kendi tarafından olmayanların hapsedilmesi hayalleri kuran, hiçbir eleştiriyi hazmetmeyen, sürekli saçmalayan, Türkiyeli üç beş memura teslim olmuş, koruma ordusu ile itibar kazanmayı hedefleyen, toplumunu Dünya’dan tamamen uzaklaştırmış, yalnızlaştırmış gariban görüntüdür…
Ve tabii ki, bizzat şahsının ve liderliğinin sadece içte değil, uluslararası camiadaki “yok sayılıyor olması” dır…
-*-*-
Sonuçta kaybeden elbette kendisidir, siyasetten kısa bir süre sonra çekilip gitmesi kaçınılmazdır çünkü partisi bile kendisini aday göstermeyecektir.
Ama asıl yenilen, asıl itibarsızlaştırılan, asıl toplum liderliğiyle birlikte toplumsal varlığının kalitesi de yerlerde sürülen, kendi toplumumuzdur.
-*-*-
Kısacası diyeceğim şudur; Ersin Tatar, Kıbrıs Türk toplumunu bitirmek için seçilmiş veya seçtirilmiş bir “eleman”dır…
Bu seçilmeye küçük de olsa - ki çok küçük olmadığını bu yazıda “üçüncü kez” övünerek ve ne acıdır “utanarak” söylüyorum - katkım olmuştur…
Bir an önce bırakıp gitmesi, yani istifa etmesi, toplumsal varlığımız adına çok önemlidir…
Bön bön oturmak!
Kıbrıs’ın en ünlü “pembe yalanlar söyleyen”lerinden biri…
Kahvede oturmuş, anlatıyor…
1974 öncesi yıllar…
-*-*-
“Rum’dan bir araba kiraladım, gezdim” demiş…
Ve eklemiş:
“… Bir Rum oğlu, illa ki yarışalım istedi. O bastı, ben bastım, o lamarina, ben lamarina, dayadık köküne… Benim otomobilin milimetrosu bozuk, kaç gittiğimizi merak ettim. Rum oğluna ‘pencereyi aç’ diye işaret ettim, açtı; iki otomobili yan yana getirdim, uzandım, Rum’un otomobilinin milimetrosuna baktım, saatte 160 mil gidiyoruk… Tam bu esnada, girmez miyik oğlum bir çıkmaz sokağa! Karşımızda duvar; Rum oğlu istoba basar, el freni çeker, yavaşlayamaz, gider duvara güüüüm diye vurur, ağır yaralanır… Ben mi? Bir godum genne geriyi; aynı hızla zıııt geri!”…
-*-*-
Saatte 160 mil sürat, bu hikayenin geçtiği dönemde Formula 1 süratiydi herhalde…
Neyse!
-*-*-
Hızlı bir şekilde, çıkmaz sokaktaki duvara toslamak üzereyiz…
Ve içinde olduğumuz otomobili kullanan şoförler, yani Tatar ve hükümet; aynen yalancı arkadaşın yaptığı gibi, “aç gardaş pencereyi bakayım kaç giderik!” hatta “merak etmeyin, geri vitesi koyduk, otomobilimiz aynı hızla geri gidecek, kaza olmayacak” şeklinde açıklamalar yapıyor…
-*-*-
Biz mi?
Yorgancı’nın hikayelerini dinler gibi, dinliyoruz!
Bazen gülerek, bazen söylenerek ama bön bön oturarak tabii ki!
“Türkiye’den 200 çevik kuvvet polisi gelecek” ana fikirli yazımıza ve dün bu konuda bazı gazetelerde de çıkan haberlere, Polisimiz yanıt verdi… Yazılı yanıtta dendi ki; “… Toplumda infial yaratmaya yönelik bu tür asılsız haberlerin kimseye fayda sağlamayacağı gibi Polis Genel Müdürlüğü’nün de halkının nazarındaki itibarına gölge düşürmeyeceği herkesçe bilinmelidir…” Toplumda infial yaratmak mı? Polis Genel Müdürlüğü’nün itibarına gölge düşürmek mi?”… Sayın Polis Genel Müdürü Ahmet Soyalan, sizi temin ederim ki; bu bilgi doğrudur, Türkiye’den 200 kişilik çevik kuvvet ekibi getirilmesi planı son aşamadadır ve bunu yazmamın “toplumu bilgilendirmek” hedefi dışındaki iki hedefi; toplumu bu konuda harekete geçirmek ve Polisimizin itibarının yerlerde süründürülmesini engellemektir.