Bazen olaylara tersten bakmak iyidir. Kalıplaşmış bir söylemi ters yüz etmek, ezber bozabilir. Dillere pelesenk olmuş kimi cümleleri alt üst etmek, kanıksanmış düşünce sistematiğinin çarkını kırabilir.
Mesela yaygın biçimde kabullenilmiş ‘Kıbrıs’ta çözümsüzlük siyaseti Türkiye’nin lehinedir’ gibi bir düşünce vardır.
Adadaki mevcut durumun devamı sanki Anadolu insanının işine geliyormuş zannedilir.
Kuşkusuz bunu böyle söylemezler. Bu düşünceyi savunanların kullandığı metot akıllara değil duygulara hitap etmektir.
Yani bayrak edebiyatı…
Toprak edebiyatı…
Şehit ve kan edebiyatı…
Anavatan-yavru vatan edebiyatı…
Ve bir adım sonra da ‘vilayet’ edebiyatı…
Yani hamaset siyaseti…
Türkiye’de de, Kıbrıs’ta da sürer durumdan, yani statükodan beslenenlerin ve onların işbirlikçilerinin siyaset hattı budur.
Ama halkların değil…
**
Şimdi Ersin Tatar ‘Eşit statü olmazsa resmi görüşmeye oturmam’ diye tutturdu.
Tam olarak ne istiyor, bilmiyoruz.
Lakin ‘eşit statü’ talebinin Türkçe meali şu olabilir olsa olsa: ‘KKTC ile Kıbrıs Cumhuriyeti aynı düzeyde kabul görsün…’
BM nezdinde sürdürülen müzakere sürecinde bir ‘eşitlik’ vardır. 50 senedir ‘toplum liderleri’ olarak girilir bu müzakerelere… Ama o sürecin dışında ‘evli evine, köylü köyüne’ döner.
Kıbrıslı Rum lider ‘Kıbrıs’ın Cumhurbaşkanı’ olarak…
Kıbrıslı Türk lider ise ‘Tanınmamış bir yapının seçilmiş temsilcisi’ olarak…
BM’ye göre Kıbrıs’ta ‘tek yasal devlet’ vardır. Güvenlik Konseyi kararları vardır.
Aynı Güvenlik Konseyi’nin ayrıca ‘Kuzey’deki yapı tanınmayacak’ diye de kararı vardır.
Şimdi ‘eşit statü’ talep eden Tatar aslında şunu istiyor:
Ya KKTC’yi tanısınlar…
Ya da Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımaktan vazgeçsinler…
Hangisinin ‘hayali’ daha hoş geliyor kulağa?
**
Kulağa hoş gelse de ne biri mümkündür, ne de öbürü…
Ersin Tatar bu söylemi parlatıp ambalajlayıp ‘yeni siyaset’ diye önümüze sürmeye çalışsa da, aslında bu rahmetli Denktaş’ın siyasetinin çok kötü bir taklidinden öteye gidemiyor.
Zaten BM üyesi Türkiye’nin 1983’ten bu yana KKTC’yi tanıtma gibi bir siyasetinin, çabasının, hatta en ufak bir girişiminin olmayışı bile Tatar’ın gördüğü hayalin ‘ham’ olduğunu anlatmaya yeter.
Peki ama Türkiye neden ‘tanınma’ diye bir siyasete hiç kalkışmadı?
Kalkışmadı, çünkü işine gelmez!
‘Olmayacak duaya amin’ demez hiçbir ülkenin dışişleri, zira uluslararası ilişkilerde dengeler vardır, kurallar vardır ve bu da ‘karşılıklı bağımlılık’ mantığına dayanır.
Kurulu düzenini, uluslararası anlaşma, sözleşme, ittifak ve üyeliklerini kim çöpe atmayı garanti edebilir ki?
Ankara ‘KKTC tanınsın’ dediği anda başına neler gelir, bir düşünün…
BM var, AB var, NATO var, Gümrük Birliği var, UEFA var, FİBA var, İslam Ülkeleri Teşkilatı var, ikili veya çoklu ittifaklar var, altına imza attığı konvansiyonlar, bildirgeler var…
Var da var!..
Bunlar sadece ‘laf’ değil ki…
Tamamının ekonomik bir karşılığı da var.
Bir taşı çektiğiniz zaman bütün yapı başınıza yıkılır. Ekonomik açıdan zaten berbat durumda olan Türkiye tamamen batar.
‘Eşit statü’ meselesi iç kamuoyuna tatlı bir ‘havuç’ gelebilir bazen ama, dışarıda yıkımdan başka bir sonuç üretemez.
Tatar’ın siyaseti Türkiye’yi de batırır!